hesabın var mı? giriş yap

  • aslen kuruluşu 1900lerin başları olan fakat yaptığı eylemlerle tarih sahnesine çıkmış olması sebebiyle kuruluşu 1919-1920 olarak anılan örgüttür. 1900 lerin başlarında bir umut, bir düşünce; "özgürlük" olarak çıkmış düşünce yapısıdır aslında. ingiliz polisi ve ingiliz ordusu postalları altında ezilen gururlu bir halkın başkaldırısıdır.

    1919 lardan itibaren eylemleri ile gündeme gelmeye başlamışlardır ve 1921 e kadar irlanda da ingiliz polisi ve ordusu ile gerilla şeklinde savaşmışlardır. yıpranan ingiltere ile yapılan 1921 deki londra antlaşması ile birleşik krallığın irlandaya özerklik(!) vermesi sonucunda da ögütten kopmalar yaşanmış ve örgüt güçten düşmüştür, yada diğer bir değişle aralarındaki çürüklerden arınmışlardır. bu kopmaların esas sebebi ingiliz ordusu, medyası ve birleşik krallığın tümünün yapmış olduğu loyalist propagandalardır. şu anki protestan-katolik çekişmesininde başlıca sebebi budur aslında, derinlerinde dinsel bir çekişmeden çok loyalist-özgürlükçü kavgasıdır.

    kopmalar sebebiyle güçten düşen örgüt 1900 lerin ortalarına kadar küçük küçük çatışmalarla yetinmiş ve güç kazanmaya uğraşmıştır. pek tabi bu zamanıda boşa geçirmeyip propoganda ya öncelik tanımış ve siyasi kollarını kurup* davalarını siyasi arenaya taşımışlardır. bunun sonucunda da 1938 e yasa dışı ilan edilmiştir ingiliz hükümeti tarafından. giderek güçlenen örgüt dahada fazla yandaş toplamaya başlamıştır ve bu durumdan korkan dönem ingilteresi orduyu irlandaya yollamıştır, bu hareketten sonra ciddi anlamda bir savaş başlamıştır. çeşit çeşit yerlerde bombalama eylemleri, keskin nişancılarla öldürülen önemli kişiler, irlanda sokaklarında yapılan yürüyüşler ve çatışmalar ingiltereyi günden güne yıpratmaya başlamıştır. ingiliz askerlerininde irlanda halkına eziyetleride git gide artmıştır.

    politik arenada da boş durmayıp davasını daha ileri safhalara taşımışlardır bu dönemde, özellikle insan hakları örgütü sayesinde büyük bir kitleye ulaşabilmiş ve amaçlarını anlatabilmişlerdir dünyaya, bu sayede ingiltere nin ta en başından beri yaptığı karşıt propogandaya rağmen yandaşlar ve sempatizanlar toplayabilmişlerdir.

    30 ocak 1972 pazar günü yaşanan kanlı pazar yada diğer adıyla bogside katliamı gerçekleşmiştir. esasen insan hakları örgütünün,tamamen ingiliz hükümetinden izin alınarak, irlanda da düzenlediği bir yürüyüş sırasında kendini kaybeden ingiliz askerlerinin masum halk a ateş açması sonucu katliam a dönüşmüştür. ingiliz gazeteleri olayı o zamanlar ört bas etmiş , ingiliz ordusu da gerçekleri açıklamamıştır. bundan yıllar sonra ise gerçekler ortaya çıkmıştır. (17 ölü ve 34 yaralı masum insan!) bu olay sonrasında örgüt gücüne güç katmıştır ve özellikle amerikada yaşayan irlandalılardan* inanılmaz bir maddi destek görmeye başlamıştır. gelen maddi destek, militan katılımındaki artış ve olayların gerçekliğinin dünya kamuoyuna iletilmesinden sonra örgüt en büyük eylemlerini gerçekleştirmeye başlamıştır. bu eylemler arasında heathrow da bomba patlatmak, iş çıkışı öncesi metroyu havaya uçurmak, kapanma saatinden sonra ingiltere merkz bankasına üstü açılır bir karavan ile roket atarlı saldırı düzenlemek gibi enteresan ve bir o kadar da vurucu şeylerde vardır.

    ingiliz hükümetinin propagandaları sonucu insanlar gerçekleri bilmemektedir, ira asla masumlara zarar vermemiştir! bombalıyacakları yerlere bombalarını koyduktan sonra polisi arayıp haber vererek sivillerin çıkarılmasını isterler. (bizzat yaşadım bir tanesini 1993 de, iş çıkışına yakın metro havaya uçurulması olarakdan) örgütün sorunu halk ile değil ingiliz devleti iledir, tek amaçları ingiliz devletine maddi ve manevi zarar vermektir. bombalama elemlerinin hepsinde aynı tarzda hareket etmişlerdir ve bu bir özgüvenin, insanlığın göstergesidir. zaten bomba uzmanları ve polisler ne kadar arasalarda asla bulamamışlardır bombaları.

    karavan-roketatar işbirliğindeki eylemleri çok sofistike olmakla berber inanılmaz bi başarıya ulaşmıştır. londra sokaklarında yaşanan kovalamaca sonunda 1980 lerde yakalanmıştır iki örgüt militanı. yakalandıkları sıradaki görevlerinin big beni bombalamak olduğunuda itiraf etmişlerdir.

    bir nevi sevimli bombacı konseptinde görülmeye başladığından örgütün siyasi arenadaki yandaşları artmıştır.1990 lardan itibaren çeşitli sebeplerle örgütün üst düzey yönetcilerinin örgütten ayrılıp kayıplara karışması sonucunda 2000 de silahlı direnişini tamamen bırakmışlardır. tahminlerim doğrultusunda şu anda bu kişilerin amerikanın yada ingilterenin sayfiye kentlerinde kocaman villalarında ağızlarında puroları ile oturup güneşleniyorlar ve dönemin ingiliz hükümetinin onlara yedirdiği paralar ile keyif çatıyorlardır. son dönemde isimlerini sadece politik propagandalarda görebildiğimiz bir örgüt halini almıştır ira. michael collins in kemiklerini sızlatacak bir durumdadırlar.

    (bkz: give ireland back to the irish)
    ve ayrıca:
    (bkz: ira clan)

    edit: okunabilirlik açısından anglachelin uyarısına uyup paragraf aralarını açmış bulunmaktayımdır.

  • bir insana çirkin demenin mantığı nedir? kadına demiyorum bak, insana diyorum. güzel bulmayabilirsin, çekici bulmayabilirsin ama "sen çirkinsin" i doğrudan veya dolaylı olarak söylediğinizde ne geçecek elinize cidden merak ediyorum.

    16-17 yaşlarındaydım mesela ben. gittiğim dersanenin karşısındaki ayakkabıcıda bir çocuk çalışıyordu. yemyeşil gözleri vardı, acayip beğeniyordum. şansıma bir ortak arkadaşımız aracılığıyla tanıştırıldık, bir gün kafede oturup sohbet ettik. ayrılırken "seni bir daha görecek miyim" falan dedi bana. oh çektim içimden demek ki beğendi beni diye. sonra günlerce aradım, telefonu açmadı, ortak arkadaşımıza da "yakından o kadar güzel değil ya" demiş.

    günlerce ağladım lan. şiştim ağlamaktan ben çirkinim diye. bak bir kadın ancak ergenlik dönemindeyse bu kadar ağlayabilir çirkinim diye, çünkü elinde olan tek şey dış görünüşündür o yaşlarda. bana sorarsan, bir erkek "çirkinsin yeaaaa" tepkisi veriyorsa ama ergenlik dönemini çoktan geride bıraktıysa, orada büyük bir sorun vardır, kimse kusura bakmasın.

    herkes birilerinin dünya güzeli şu hayatta. sen kimsin de birinin karşısına geçip "çirkinsin" i ima edeceksin?

  • bir gün boğaz kıyısından arabayla geçerken gözün bir yalı dairesine ilişmesinin ardından "kimbilir ne biçim insanlar oturuyor burda milletin dedesinden neler kalmış keşke ben de böyle bir evde yaşasam" diye iç geçirdikten bir ay sonra alakasız bir semtte emlakçıya gidilir, kiralık ev sorulur. emlakçı "ya bir yer var bu gün geldi ben de daha görmedim, ama hem yalı diyorlar hem üç kuruş para söylüyorlar hiç gidip bakmayalım kesin yıkılmak üzeredir böyle yerler" der. gwtw "yok yok bakalım " diye ısrar eder. arabaya binerler, boğaz kıyısında bir ay kadar önce iç geçirilen yalının önünde dururlar. emlakçı evi görünce dumur olur, gwtw de dumur olur, evin içine atlar, ev sahipleri çok yaşlı ama varlıklı ve para pulda gözü olmayan, sadece üst katlarında oturacak güvenebilecekleri sevecekleri birini arayan tonton insanlardır. gwtw evi tutmuş vaziyette kapıdan çıkar. sonra bir miras davasına dek yuvarlak camlarından huzurla boğazı seyrettiği evinde oturur, camın önünden eve bakıp geçen insanlara el sallar. bence doğaüstüydü, hem ev, hem olay. milli piyango, size de çıkabilir.

  • + what do you study?
    - i'm reading economics
    + you mean studying, right?
    - boğaziçi university
    + ???
    - i read in boğaziçi
    + ?!!
    - are you manzara?

  • başlıkta bütün anahtar kelimeler ile aradım bulamadım. yarar mı yarmaz mı bilmem ama benim için birazdan yazacağım fıkra türk mizahının mihengi nasreddin hoca fıkralarının en güzelidir . gerek içerdiği zamanın ruhunu yansıtan öğeler (akçe tahtası, gölge kadı gibi), gerek türkçemizdeki güzel bir deyime (odun kırıcının hıh deyicisi olmak) selam çakması, gerekse espri anlayışı olarak çok hoşuma gider.

    fıkramız şöyle:

    günlerden bir gün akşehir kadısına iki adam başvurmuş. kadı şikayetlerini sormuş. adamlardan ilki "kadı efendi bu adam biriyle odun kırmak için 100 akçeye anlaştı, bu adam odunu kırdı, ben de yanısıra 'hıh' dedim. bu 100 akçede benim de hakkım var, hakkımı vermiyor" demiş. kadı bakmış adam hak konusunda ısrarcı, ne dese adamı ikna edemiyor, demiş "karşı odada gölge kadı var, o böyle işleri benden iyi bilir". geçmişler karşı odaya gölge kadı nasreddin hoca tabiki. durumu anlatmışlar. nasreddin hoca "bana bir akçe tahtası getirin" demiş. hoca odun kıran adamdan 100 akçeyi almış, odun kıran adamı odadan çıkarıp "hıh" diyen adam odada iken 100 akçeyi akçe tahtasına vura vura, sesli sesli saymış. sonra odun kıran adamı odaya alıp 100 akçeyi vermiş. hıh diyen adama da dönmüş "para odun kırana gitti, sesi de senin oldu. adalet yerini buldu" demiş

  • sevdiğimiz bir "sanmak"tır, güzel bir sanmaktır. bir kere izlenen her film, daha fazla şey gösterir insana. lafı gevelemeyim. film izlemeden önceki halini tabula rasa farz et. 4 luni 3 saptamani si 2 zile'yi izlersin, çavuşesku dönemi romanyasıyla ilgili bilgi edinirsin, jfk izlersin, kennedy suikastı ile ilgili kafanda soru işaretleri oluşur. the doors izlersin, jim morrisson ilginç adammış dersin, i wanna hold your hand izlersin, 60'ların ortasında beatles'a yakın olmak nasıl bir hismiş anlarsın, man on the moon izlersin, andy kaufman'ı tanırsın, aptal kutusunun içinde nasıl iğrenç kalıplara karşı durulacağını görürsün, lenny'yi izlersin, "ayıp" denen şeyi sorgulayan bi adamı tanırsın, lord of war'ı izlersin, kan üzerinden köşeyi dönenleri kaydedersin, höstsonaten'i izlersin, aile içi ayrılıkların insanda nasıl iz bırakabileceği ile ilgili bir fikre tanık olursun, mean creek'i izlersin, belki de hayatından "önyargı" kavramı bir daha girmemek üzere çıkar. bunlar insana kültür katmıyorsa ne katıyor merak ederim. insana hiçbir şey katmadığı iddia edilen filmleri izlese bile, bir film manyağı, tüm "ceki çen" filmlerini 100 kez izlese bile çok güzel bir alt kültür girişi yapar, yine kültür kelimesini kullanmadan tanımlayamazsın o adamı, yine nefistir.

    ha çıkıp çok film izledi diye biri kendini yılların münevveri, duayen entelektüel sanıyorsa zaten gebeşin xxl big king versiyonudur ama bugün oturup 10.000 film izlemiş bi adam, başka hiçbir şey yapmasa, sadece çay içip, ıspanak yiyip film izlese dahi kültürlüdür, kendini kültürlü sanmakta da gani gani haklıdır. hele bir de insanlara tepeden bakmamayı becerebilmişse bu kişi, hem kültürlüdür, hem de insan-ı kamildir. artsın o insanlardan, görmek istiyoruz etrafta.

  • ateistlerin aynı zamanda spor kültürü de yoktur. bakın türkiyedeki müslüman dolu takımlara. nerede bir ateist takım? (bkz: cevab veremedi)

    ateistler apolitiktir. her yer islami parti dolu, dindar gençler siyasette, nerede ateist partisi, nerede seçim beyannamesi? (varsa bile kaynağı nereden bulacak, biz rızık allah'tandır diye çözüyoruz kaynak işini)

    ateistler tembeldir. mesela bir müsiad gerçeği var, ama ateist iş adamları derneği var mı? bunlar üreteni de sevmezler.

    ateistler okuma yazma bilmezler. yeni akit, şafak, zaman, hep müslüman gazeteleri. var mı ateist gazetesi? varsa internet sayfasını gösterebilir misiniz? (bkz: 404 not found)

    ***

    1) dünyanın en büyük yardım vakıfları seküler.

    2) kolay ulaşılabildiğinden abd istatistikleri için konuşuyorum: dindar insanlar, ortalamaya göre, gelirlerinin daha büyük kısmını bağışlıyorlar (%5.2 vs %4). ve dindarların daha büyük oranı bağış yapıyor. ama 3 ayrıntı önemli:

    a) rakamlar birbirine yakın.

    b) aradaki fark kiliseye gidiyor, yardıma değil. yani din yüzünden yapılan ekstra bağış, yine dinin operasyonel maliyetine gidiyor. bu korkunç bir israf, çünkü kilise bağışları tüm bağışların üçte biri, en yakın rakibi olan okul bağışlarından iki kat fazla. kiliseleri çıkardığınızda, rakamlar eşitleniyor. seküler bağış yapan doğrudan vakfa ve programa bağış yapıyor, aracı yok. dini bağışlar bu yüzden en verimsiz bağış türü.

    c) kiliseyi içermeyen dini vakıflar da (kızıl haç gibi) sekülerlerden daha verimli değil. charity navigator da detaylar var, mesela en iyi 10 vakıfın kaçı dini?

    3) tabii miktar ve verim kadar niyet de önemli. dini vakıfların bağışı misyonerlikle beraber geliyor, kurtuluşun yok (yani var da, isa'dan geçiyor). seküler yardımda böyle bir propaganda ancak münferi olur.

    sonuç: seküler yardım iyi işliyor, kuzu postu içinde misyonerlik için gelmiyor (kurumsal niyet), ve bireysel niyet de daha saf (huri beklentisi yok).