hesabın var mı? giriş yap

  • instagram'a bugün koyduğu doğumgünü fotosunun altına "doğumgünün kutlu olsun lord eddard stark" yazan çılgın beni bulsun. ahahdhahds. haykırıyorum.

  • 20 araçlık ücretsiz otoparkı, bakımsızlığı, pislik içindeki tuvaletleri, mafyavari berbat çalışanları, çukurları, tabelasız kavşakları ve kötü yollarıyla tam bir izmir klasiği olarak ülkenin 3. büyük şehrinin otogarıdır.

    işletmesini otobüs girişi-çıkışı ve kiracıları nedeniyle para basan izotaş yapar. bilmem kaç yıllığına aldıkları için kimse dokunmaz yolcu umurlarında değildir.

  • bir aydır yazayım diyorum. yok arkadaş yazamıyorum. aslında tanımlayamıyorum desem daha doğru olur.

    çocuğu eline verdiklerinde hemen anlamazsın baba olduğunu diyorlardı. aslında anlaşılacak bir şey yok. tamamen doğal bir şekilde bambaşka bir hale bürünüyorsun.

    ne oluyor diyorsanız; mesela doğduğunun ilk günü bütün gün bakıyorsunuz evladınıza. sıkılmadan, yorulmadan. öyle bakıyorsun. yapabileceğin bir şey de yok aslında. derdi annesiyle onun, ama bakmaktan kendini alamıyorsun.

    annesini emdi mi? karnı doydu mu telaşı başlıyor. sonraları gazı çıktı mı uykusunu aldı mı telaşı başlıyor. hele bir de hastalanırsa falan insanın içi parçalanıyor. yanınızda olmasa da kokusunu duyuyorsunuz. arada bir resmini açıp bakıyorsunuz. gün içinde annesi aranıyor bir kaç kere.

    baba olmak önceliklerini değiştiriyor insanın. para harcarken "bu gerçekten gerekli mi?" diyorsunuz, diğer taraftan onun bir ihtiyacı varsa fiyatına bile bakmıyorsunuz. aylardır, yıllardır yapmaktan zevk aldığınız şeyleri geride bırakıyorsunuz. en azından bir süre. o süre ne kadar bilemiyorum. bebek bakıcılığı rolüne alışsam iyi olacak.

    kısacası başka bir hale bürünüyorsun. varlığını devam ettirmesi için annesine babasına muhtaç olan bir varlığın sorumluluğu biniveriyor üstünüze bir anda. bu durum ister istemez kendini sorgulamana da neden oluyor. geleceğimden emin miyim? ileride çocuğumun isteklerini karşılayabilecek miyim? ona iyi bir gelecek sunabilecek miyim? bu sorular içini yemeye başlıyor.

    benim için hayat şimdi başlıyor. iliklerime kadar hissediyorum bunu. resmen bir milat bu. güzel bir his ama bir yandan da altından kalkmak için olgun olmak gerekiyor. sadece maddi olarak değil mental olarak da hazır olmak lazım. velhasılı "çocuğum olsun çok tatlıaaaa" diyerek bu işe girilmez. gerçekten sorumluluk sahibi olmak lazım. bakalım ben becerebilecek miyim?

  • sanki birileri tarafından bir gecede piyasaya sürülen tatlı çeşidi. komik video gibi bir anda herkes bunu paylaşmaya, övmeye başladı lan durduk yere. sanki yeni icat oldu, sanki daha önce yoktu. niye böyle oldu sebebi neydi ki?

  • 3-4 yaşındaki bir çocuğun recep tayyip erdoğan'ı çağırma şekli. "yapıyoçun çen, geysene buyaya", vb. şekilde seslenme devam eder.

    peki gel yerine gey diyen bir çocuk nasıl oluyor da recep tayyip erdoğan kelimelerini kusursuz çıkarıyor? kurban olduğum allah'ın hikmetinden sual olunmaz.

  • muhasebe sınavı:

    soru: kasa sayımında 100bin tl eksik çıkmıştır. bunu büyük defterde* muhasebeleştiriniz.

    cevap: tekrar sayın, eksik çıkmaması lazım.

  • bilgi içerikli entry olduğu için bundan sonrasını dileyenler okumayı bırakabilir...

    sanılanın aksine ilk buharlı makinayı ingilizler üretmemiştir. bu çok büyük bir iktisat tarihi yanılgısıdır...

    peki ingilizler üretmediyse kim üretti?

    1400lü yıllarda venedikliler vardı. avrupa'nın en gelişmiş medeniyetlerinden biriydi. kiliseyi pek takmayan tavırları, gelişmiş ticaret hacmi, ekonomileri, asker başarıları... bir çok alanda avrupa'nın gözde ülkesiydi. kral gibi bir baş ağrıları yoktu. onun yerine ülkeyi en zengin kişi temsili yönetir, belirli bir ekonomik refahı yakalamış kişiler oy kullanabilir, bu oylar sonucunda da bir çeşit meclisleri mevcuttu. (şimdiki mecliste de bunu görebilirsiniz. zira aday olmak için belirli bir ücret yatırmalı ve belirli bir kesim tarafından tanınmalısınız. ticaret ile uğraşmalısınız. şimdiye kadar bir şirkette maaşlı çalışanın vekil olabildiğine tanık olmadım -olağanüstü şartlar hariç-)

    bir tekstil atölyesi çalışanı buhar ile çalışan dokuma tezgahını kurup çalıştırmayı başarır. sorunsuz çalışan bu cihaz sonrası atölyeden bazı çalışanlar işten çıkartılır. işten çıkarılan işçiler de soluğu tekstilciler loncasında alırlar. şikayet ederler. venedik'te çalışan alt kesim de bu cihazın kendilerini işsiz bırakacağı korkusundan dolayı ufak çaplı bir ayaklanma çıkarırlar. meclis ve lonca toplantı yapar. cihaz yasaklanır. ve bir daha bu tarz bir cihaz üretilmemesi konusunda halka güvence verirler.

    peki venedikliler bu cihazı nasıl icat etti?

    venedikliler de bu cihazı kendileri icat etmedi. aslında çok ama çok uzak bir ülkede, günümüzün endüstri devi ülkesi çin'de bir takım kıpırdanmalar 1000li yıllar civarında ortaya çıkmıştı. (tarih 700-800 veya 1100 yıllarından biri olmalı) pamuk ve ipek toptancıları bir çeşit iplik, ipliği de dokuyan bir çeşit kumaş-dokumaz tezgahını çalıştırabilecek, buhar ile çalışan cihazı ortaya çıkarırlar. tıpkı günümüzde olduğu gibi o zaman da çin, dünyanın en kalabalık ülkesidir. imparator bu cihazın işsizlik yaratacağını, zaten fakir olan halkın daha da fakir ve aç olacağı korkusuyla bu cihazları yasaklatır.

    yüz yıllar geçer aradan. çin'den alınan teknoloji venedik'te, venedik'ten alınan teknoloji de ingiltere'de kullanılır. peki ama ingiltere'de nasıl oldu da sanayi devrimi gerçekleşti?

    1500lü yıllarda ingiltere anlayacağınız dilde konuşursak toprak ağalarının elindeydi. bu toprak ağaları kapalı ekonomi ile bölgelerini yönetirdi. evet insan hakları vardı. ama bölgelerinde kaç hayvan, kaç insan olacak bu ağalar düzenlerdi.1500'lerin sonlarına gelindiğinde bu ağalar kendileri üzerinden karınlarını doyuran ingiliz köylülerden bıkmaya başladılar. bölgelerindeki köylüleri kovup, yerlerine domuz, koyun gibi hayvanlar getirdiler. hayvancılığa yöneldiler. bu ingiliz köylülerde mecburen şehirlere gitmeye başladılar. 8 çocuklu bir ingiliz ailenin, 1500'lü yılların londra'sında 10 metre karelik bir evde yaşadığını düşünün... fakirliği hayal edin.. sanayi devrimi olarak adlandırılan cihaz ortaya çıkar. dolayısıyla fabrikalar ve atölyeler. bu işsizler yığını için fırsattır. işçi sınıfını oluşturmaya başlarlar. zengin olan ağalar da bu fabrikalara koyunlarının yünlerini satarlar, etlerini satarlar, sütlerini satarlar... ağalar zenginliğini korurken, halk en azından karınlarını doyuracak bir iş bulmaya başlamıştır. hem halk kesimi, hem elit kesimi mevcut, hem de devlet. üstelik sömürgelerden de sınırsız şekilde, tüm dünyadan ingiltere'ye hammadde yağıyor.

    işte böyledir esas sanayi devrimi. çin, fakir halk ve yoğun nüfus yüzünden, venedik lonca ve işsizlik korkusu yüzünden devrimi gerçekleştirememiştir. ingiltere ise bunu başarmıştır. belki çin ve venedik'ten haberleri vardır ve bilerek tasaladılar. belki de şans yanlarındaydı. kim bilir?

  • hoşlanılan kız, bizim evdeki şofben değilse eğer sıkıntı büyük demektir. gerçi hoşlanılan kızın bizim evdeki şofben çıkma ihtimalini büyük bir mesele gibi görmeyişim de apayrı bir değişik. iki ucu boklu değnek. şofben çıksa yine iyi. usta çağırırsın halledersin. ya değilse? gerçekten ağır bir trajedi. insan üzülmelere doyamıyor.

  • vücut direncini - genel olarak - güçlü gen yapısı sağlar. yıl içinde en az beş ya da altı defa nezle veya grip olup yatak döşek olan insanlar var. bir de dört ya da beş yılda bir önemsiz bir nezleyi ayakta geçirip onunla bir sonraki randevusu uzun yıllar sonra olan insanlar var. bu durum öncelikle genlerle, kanla ilgili. yalnızca hastalıklarla mücadele değil, hayatı yaşama tarzı da vücudun direncidir ve bu nedenle çok önemlidir.

    genler ve kanla ilgili olsa da vücut direncini artırmak için gerek dışarıdan gerekse de içeriden destekle pek çok şey yapılabilir.

    dışarıdan destek:

    * öncelikle muhakkak spor yapılması gerekir. haftada en az dört gün olmalı. bu öyle bir spor olmalı ki canınızı sıkmamalı. vakti geldiğinde sporda geçireceğiniz saatler için mutluluk ve heyecan duymalısınız. severek yapmadığınız, öncesinde mutlu ve heyecanlı hissetmediğiniz can sıkıcı bir spor, psikolojinize zarar verir. bu nedenle yapacağınız spor, sevdiğiniz spor olsun. açık havada spor yapmaktan hoşlanan biriyseniz, tutup da kapalı spor salonundaki koşu bandında veya ağırlıklarla boş yere debelenip durmayın, bir bisiklet alın. severek yapmadığınız bir spor, sağlığınızı olumlu etkilemez. ihtiyacınız varsa size kilo verdirmez veya canınız sıkılıp sizi spordan nefret ettirecek kadar yavaş kilo verirsiniz. şikayet ettiğiniz göbekten veya basenden kurtulamazsınız.

    * beslenmeye dikkat edin. ne kadar güzel ve lezzetli olurlarsa olsunlar abur-cuburlardan, yani; cipsler, yemişler, ıvır zıvırlar, gazlı içeceklerden uzak durun. markette o reyonlardan geçmeyin bile. istanbul gibi büyük ve çok kalabalık bir şehirde pek olanaklı olmasa da doğal beslenmeye çalışın. yapabileceğiniz gıdaları, marketten almak yerine kendiniz yapın. onların hazırlıkları ve sonra yapmak da çok büyük bir mutlululuk. az, sağlıklı ve kaliteli yemek yiyin. o zaman hafiflersiniz ve yeni bir kaynak açılmışçasına yeni bir enerji hissedersiniz. az yemek, midenizin de küçülmesini ve her seferinde daha az yiyecekle yetinmenizi sağlar. rejim yapmanıza gerek kalmaz, spor yapıyorsanız hızla kilo vermeye devam edersiniz. ekmeği ve şekeri hayatınızdan çıkarın. sabah kahvaltısında iyisinden bir ekmek yiyin, ama akşam yemeğinde ekmeğe dokunmayın ve akşam yemeğini saat altıdan önce yiyin. kahvaltı; sucuklu-yumurtalı, kavurmalı-yumurtalı falan olabilir; ama emin olun meyvelerle yapılan kahvaltılar da çok güzel. vücuda huzur ve mutluluk veriyor. sıcak yaz günlerinde ideal. bol su için. alkolü abartmayın, belli bir gün ve limit koyun. bira ile cips, çerez merez yemeyin; çünkü bu gitmeyen bir göbeğe neden olur. bira ile yemek arasına en az üç saat koyun.

    * uyku konusu karmaşık. bilimsel bir gerçek ki bazı insanların biyolojik saati geceye kurulu. yani bu insanların beyinleri gece saatlerinde daha verimli ve aktif oluyor. biyolojik saati geceye kurulu bir insan, erken yatmaya kalkarsa mutsuz, stresli ve huzursuz olacaktır. gece insanıysanız gece işlerinde çalışın. yetecek kadar uyuyun. uyku süresi değişkendir. bazı insanlar, beş saatlik uykuyla bile harikalar yaratır, bazılarına dokuz saat bile yetmez. kendinizin kaç saat uyuduğunuzda mutlu ve iyi hissettiğinizi takip edin, o kadar saat uyuyun.

    içeriden destek:

    * yaptığınız her şey güzel olsun. bu yansımadır. içinizin dışa vurumudur. aldığınız her şey, yaptığınız her şey, söylediğiniz her şey, yaşadığınız her şey güzel olsun. bunun için güzellikleri görmelisiniz. çirkin, kötü, pis, kaka, iğrenç şeylerden uzak durun. bu ihtiyaç tarzı bir şey olsa bile. içeriden destek derken, dışarıdan yemek-içmek harici aldığımız etkilerin içimize olan etkisinden bahsediyorum. kötü bir kavgaya tanık olan biri, o gün boyunca sinirli ve huzursuz olacaktır.

    * hayatın başlarındaki tercihlerden doğan alışkanlıktır, değişmek kolay değil ve çoğu kez değişmez, ama ancak kaliteli müzikleri dinleyin. müzik çok önemli. içip içip kavga eden ya da birbirine zarar tipler, genel olarak arabesk veya pop dinleyen tipler. müzik doğrudan insan ruhuna ve bazı özel ve gerçek sanatın yansıtıldığı müzikler, insanın beynine de hitap ediyor. bu nedenle doğru müziği dinlemek çok önemli. doğru kitaplar okunmalı ve yalnızca iyi filmler izlenmeli. televizyonu sonsuza kadar kapatın gitsin.

    * hobiler önemli. kendinizle, içinizle baş başa kalabileceğiniz hobiler olmalı. bazı hobiler bu konuda o kadar verimli olur ki onunla uğraşırken muallakta kalmış bir işi veya sorunu bile çözmenizi sağlar. kapılıp gittiğinizde cevaplar görürsünüz ve doğru cevaplardır. kendi işine bakan millete dert anlatıp, milletten akıl istemek gerekmez. soruyu soruyorsanız, gerçek ve doğru yanıtı da biliyorsunuz. bütün iş onu görebilmek, doğru bir hobi bunu sağlayabilir.

    * sevmediğiniz, istemediğiniz şeyleri yapmayın. sevmediğiniz, istemediğiniz şeyleri yapmanız, psikolojinize ekstra yük olarak biner. bu ağırdır. sevdiğiniz ve istediğiniz şeyleri ise yapın. istediğiniz sözleri söyleyin, kuşku ve korkular nedeniyle içinizde tutmayın. sevdiklerinizi, istediklerinizi yaptığınızda ve söylediğinizde; sevmediklerinizi, istemediklerinizi yapmadığınızda ve söylemediğinizde korku ortadan kalkar. korkunun ortadan kalkması demek, taş gibi psikoloji demektir. aksi halde sevmediğiniz veya istemediğiniz şeyleri yapmanız bir hastalık ve bozuk bir ruh sağlığı olarak döner size.

    * kendi hatalarınızla yüzleşin ve hatalarınıza asla bahane bulmayın. hata hatadır. doğrular ise her zaman bellidir. onlarla yüzleştiğinizde size ve hayatınıza olan etkileri de ortadan kalkar. mucizevi bir biçimde yeniden kazanılmış bir masumiyet ve çocukluktur bu.

    * içinizdeki çocuğu kaybetmeyip güçlendirin. ona sonuna kadar güvenebilirsiniz. sizin için yalnızca iyi ve güzel olanları, iyi ve güzel olarak sonuçlanacak şeyleri yapmak ister. onu yeterince ve doğru bir şekilde donatabilmişseniz asla hata yapmaz. o çocuk, içinizde güçlü bir şekilde yaşadığı sürece olduğunuzdan çok daha genç ve güzel görünürsünüz. yorulmazsınız, enerjiniz bitmez, sorunlarla başa çıkabilecek gücünüz ve enerjiniz olur.

  • pkk'nın bir haftada 26 okul yakması olayının bir boyutu...

    http://m.radikal.com.tr/…ini_toplayip_yakti-1213793

    --- spoiler ---

    siirt merkeze bağlı iki köyde ilk ve orta okullara pkk'lılar tarafından molotoflu saldırı düzenlendi. okullarda çıkan yangın söndürülürken, büyük hasar meydana geldi. valilikten yapılan açıklamada anaokulu öğrencilerinin oyuncaklarının bir araya toplanarak yakıldığı belirtildi.

    --- spoiler ---

    oğlum siz nasıl insanlarsınız lan?

    ya da şöyle sorayım, siz insan mısınız?

    görev gereği ben de güneydoğu'da çalışıyorum. her gün işten eve giderken ayağında giyecek ayakkabısı bile olmayan, sokaktan geçen arabaların arkasından koşup ya da ağaca tırmanıp kendi hayatını tehlikeye atmaktan başka oyun bilmeyen çocuklar görüyorum. insanın içi sızlıyor.

    onca yokluğun içinde bu çocuklara iyi kötü bir eğitim görsünler diye bir okul yapılmış, içinde gencecik birkaç öğretmen, 5-10 taneden fazla kitabı olmayan bir kütüphane, en fazla iki sepet de oyuncak var...

    ben okumayacağım o okulda. sen okuyacaksın...
    senin kardeşin, senin kuzenin, senin çocuğun okuyacak...

    çocukken anaokulunda ne didişirdik o oyuncaklar için... bir tane kırmızı araba vardı, iki tane tahta at, bacağı kopuk gözü çıkık olmayan iki tanecik bebek...

    öğretmen bir şey anlatırdı, benim gözüm tahta atta olurdu, kimse kapmadan ben kapayım diye... hayattan başka bir beklentim, derdim, tasam yoktu ki oğlum. ben varım, at var...

    ama sizinki nasıl bir kin, nasıl bir nefret, nasıl bir vandallık?

    sizin kendi kendinize, kendi bölgenize, kendi insanınıza verdiğiniz zararı ne asker, ne polis, ne jandarma, dışarıdan gelen hiç kimse vermez, veremez...

    terörün her türlüsünü bilirim, anlarım da; oyuncak ayıdan, o ayıdan başka oyuncağı olmayan çocuklardan ne istediniz lan?