• görünmeyen, gizil gerçeklerdir. zahirde aradığını bulamayan batına yönelir. zahire inanmayan batında arar. bir tutkuya dönüşür zamanla. batının tadına bir kere varan, artık bir batınidir. zahirden tiksindiğinde batına döner, zahirde bulamadığında o eski dostuna, batına sarılır.
    ayrıca bir erkek ismi.
  • boşluğunda kalp, akciğer ve beyin dışında kalan bütün organlarımızın bulunduğu, halk arasında karın olarak bilinen alandır.
  • (bkz: karın)
    (bkz: bir batında)
    (bkz: batıni)
  • ebu hureyre der ki;

    "resulullah'tan iki ilim aldım birini yazdınız. öbüründen bahsetsem sapıttı diye beni öldürürsünüz".
  • (bkz: ezoterik)
  • bâtın şeklinde olanı 99 isimden biridir. akılların idrak edemeyeceği yüceliği gizli olan, her şeyin iç yüzünden haberdar olan anlamına gelir.

    batn şeklinde okunması gerekeni ise; bir şeyin iç yüzü, arka planı anlamına gelir. aynı zamanda karın boşluğudur.

    ama dilimizde batn diye okuyamıyoruz... batın diyoruz. seslerin ikisi de kısa okunacak.

    (aynen kâtil ve katil gibi.)
  • kitap o kadar katmanlı ki nasıl ve nereden başlayacağımı ben de bilmiyorum fakat en başta şunu söylemek gerekir: selman bayer sadece polisiye roman yazmamış gerçek bir roman da yazmış. polisiye ise bu romanın iç denkleminde yer alıyor.

    kitabını üç okur kitlesi etrafında toplamış: polisiye okumak isteyenler , gerçek bir roman okumak isteyenler , hem gerçek hem de polisiye roman okumak isteyenler. ikea ürünleri gibi bir kullanışlılık söz konusu fakat ikea ürünlerinin sahip olmadığı bir ruha sahip.

    kitabı polisiye roman kimliğiyle okumak isteyenler için sürükleyicilik ve özgünlük aklınızın almayacağı kadar fazla. bu durum, kitabı bir solukta bitirmenizi de destekleyebilir fakat yazarın peşinden giderseniz gerçekten gerçek bir romana ulaşmış ve polisiyeyi, aşkı, katili, masumu, maktulü aradan çıkartmış olursunuz. manayı romanın türü üzerinden yüklemek, anlamı ise türe rağmen derinleştirebilmek...

    kitap ''ne ararsan var. '' ifadesinin boşluğunda ve sarhoşluğunda oluşmamış.
    '' aradıklarına rağmen bir şeyler var. '' eminliğinde emekle oluşmuş. o bir şeyleri ben söylemeyeceğim, hız çağınıza uyup size aradıklarınızı göstermeyeceğim. ihtiyacınız olanı aramak, bulmak onun peşinden gitmek okurun görevi. ben romanın kendisine geri döneceğim fakat bunu yapmadan önce size basit çizimlerimi göstereceğim. kitabı okurken düşündüğüm okuma eylemine uzaktan basit bir bakış aslında bu. kitapla ilgisi ise yazacaklarımla ve okuma deneyimlerinizle örtüşebilir.

    görsel

    bir numaralı çizim dairesel bir okumayı temsil ediyor. ince bir çizgi üzerinde dönüp dolaştığınız ve aynı yere geldiğiniz bir okuma. genelde polisiye romanların okuma serüveni bu şekilde olur, bir takip sistemi üzerinden başladığınız yere geri dönersiniz. üç numara da ise okumaya okur nereden başladığını bilmez, bir yere kadar okuma sabit bir gayretle ilerleyip adım adım yukarı çıkar. kitabın sonuna gelmek ise bir dağın zirvesine çıkmakla aynı şeydir. dört numarada ise okur romanın bir yerinden başlar okumaya .o noktayı çok iyi hatırlar ama sürekli dalgalanmalar, inişler ve çıkışlar yaşar. en son geldiği yer bir iniş midir çıkış mıdır onu da bilmez. sonuna gelmesi ve kitabın kapağını kapatması yeterlidir.

    iki numara ise bu kitabı anlatıyor tam olarak. metinsellik ölçütlerini ele aldığınızda -bağdaşıklık, tutarlılık, amaçlılık, bilgilendiricilik, kabul edilebilirlik, uygunluk ve metinlerarasılık- hepsiyle romanın eşlendiğini görüyorsunuz. fakat ele almak istediğim konu romanın katmanlarından daha ziyade romanın başının ve sonunun aynı etkileyicilikte olup okuru romana hapseden bir döngüsel okumadan çıkarıp yolunu sondaki gibi saptırması ve yeni bir kapı aralaması. bir roman yazın ki yeni bir okuma deneyimi yaratımlayın. bu roman öyle bir roman , muhtemelen yazar bile bunu fark etmedi çünkü onun payına bu yaratımlamanın parçası olmak düştü. yazarın çok katmanlılığının hakkını verebilmek adına başlıklar ekseninde devam edeceğim ve zaman zaman kitabın tadını kaçırmamak kaydıyla yerinde alıntılar paylaşacağım, biraz da siz sarsılın canım.

    odak parçalayan muzip başlangıçlar

    kitap kadıköy-beşiktaş vapuru üzerinden çok ama çok ince bir giriş perdesiyle aralanıyor. yazarın cinsiyetini bilmeseniz bu vapurdaki anların aslında tüm erkeklere has muzip bir dilin yansıması olduğunu hemencecik fark edersiniz. erkekler olmasaydı biz kadınlar bu kadar çok gülemezdik herhalde. ağlatan erkeklere karşı güldüren erkekler, güldüğümüz erkekler ne de büyük bir çizgidir. belki de kadınlar için en büyük ipucu gülmektir.

    yazar kitabın girişinde hem kadınları güldürmek istemiş hem de erkeklere bizimle beraber gülmüş. bu giriş sahnesi yazarın odağınıza yeni ışıklar tutacağını en başından belli ediyor. cinayete, ölümlere adım adım odağınızı parçalayarak gidiyor yazar. dikkatli bir okursanız bazı yerlerde sürekli durup durup düşündüğünüzü, bu özgün cümlelerin hiç alışık olmadığınız bir dilin örgüleri olduğunu fark edeceksiniz.

    tarihe, edebiyata, dostluğa ,güzelliğe, gösterişe, şöhrete, kibre, devlete ,insana dair genel sorgulamaların çoğuyla bu aşamada başlayıp aynı eşzamanlılıkta da ana karakterlerle tanışacaksınız. onlarla tanışırken yazarın odağınızı parçalamasına izin verirseniz katili de pek umursamayacaksanız fakat tüm bunları görmezseniz ''katil de katil'' diye tutturan yaramaz, sabırsız bir okur olacaksınız. seçim sizin. bu kitabın günahı da sevabı da sizin boynunuza.

    şahsiyet

    okur kendi normalinde polisiye roman okurken tüm odağını katilde toplar ve yer yer suçluların, mağdurların arasında bir o yana bir bu yana mekik dokuyup durur sonra da ''şıp'' diye katili bir solukta buluverir. oysaki bu romanda katili merak etmiyorsunuz. kemal'in sonunu merak ediyorsunuz, eflatun'un bilgeliğini , kamil'in kamilliğinin kaynağını , feza'nın aşkını, raci'nin çocukluğunu , yediler'i bile ciğeriniz gibi bilmenize rağmen merak ediyorsunuz da katili merak etmiyorsunuz.yazar polisiyenin hızlı tadına rağmen roman yazmış. işin şahsiyeti de bana kalırsa burdadır işte.

    kemal'in, feza'nın , eflatun'un , kamil'in şahsı ortaya konarken kötünün şahsının da hakkı verilmiş. kötüyse de şahsına münhasır kötü diyebileceğiniz karakterlerin de adını vermiyorum edebiyatın son kalan parçalarının yüce huzurunda.

    tecrübe, yaşanan an ve gözlem satırların dokusuna ilmek ilmek işlenmiş. gözlem açıklıklarının ve deneyimin tasarılarının metne bu kadar iyi yedirilmesinin kaynağı yazarın iç gözlem yeteneği olabilir. iç gözlem, insanın iradesi ve idrakiyle ödediği bir vergi iken bu vergi insana bir şahsiyetle geri döner.

    kitaptaki karakterlerin iradeleri ve idrakleri ölçüsünde hayatı anlamlandırdıklarını göreceksiniz. karakter yaratımlarken o karakterin idrakını ve iradesini düşünmek ve ölçmek için yazarın bir adet ruh terazisi olmalı. insan ruhunu derinlikli ve ölçülebilecek en hassas şekilde ölçen bir terazi. şahsiyet belki de bir ölçüm meselesidir. ilk önce kendi şahsını ölçerek kendini didik didik ederek bu beceriyi ediniyor insan.

    ne yürekler verdim de durmadı üstünüzde

    kötünün şahsı da yürekle olurmuş. o çok aşina olduğumuz kötülere gözlem açıklıklarından yararlanıp bir geçmiş vermiş yazar. yer yer haklı bir geçmiş olmuş yer yer de bir mizacın parçalanmış parçaları. onların neden-sonuç bağlamlarına bir de bu açıdan bakın, kötülüğe de hakkını veremez miyiz deyip kötülüğe hakkını, hakkı kadar vermiş. ince ince işlenmiş kötülüklere, yaşanmayan ve hissedilmeyen hayatlara biraz yürek biraz hak vermiş biraz da yol çizmiş. kötü ya işte, sığamamış kabına, taşacak işte. onlar da verilen yüreklere sığamamışlar, kötülükleri hep yüreklerinden taşmış. olmamış yüreklerle o kadar ilerleyebilmişler , o kadar yaşayabilmişler. ona da yaşamak denirse.

    bir kötü var ki hayatta alabileceği en büyük değeri almış ustasından: zaman ve akılla işlenmiş bir yürek. gel gör ki aldığı zamana ve akla rağmen durmamış üstünde. bir ziyanın parçası kötülük, bedenin ve ruhun nimetlerine rağmen üstte bir türlü durmayan bir yürek kötülük.

    iman dolu göğüslerin günahlarının serhadleri

    ''bu sessizliğin en mühim ibadeti de rutine olan sadakatiydi. öyle ki böyle bir cümle kabiliyeti olsa bu rutinin yalnızca onun için indirilmiş bir din olduğunu bile söyleyebilirdi. bazen de böyle değil midir; iman, iman üzerine tek bir cümle dahi kuramamak hatta buna ihtiyaç duyamamak değil midir?

    ilkokulun, ortaokulun o soğuk sıralarında okurken '' benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var'' sözünü keşke hiç duymasaydık. duyduk hadi, keşke anlasaydık ne dediğini. duymakla kalmayıp dinlemeyi öğrenseydik. dinlemeyi ,düşüncenin doruklu tepelerinde güneşin ışığıyla çoğaltsaydık.

    iman alınır ve sımsıkı pamuklara sarılıp yedi günahın kollarına bırakılır. günahın kollarında ise en çok iman çürür. insan bile çürümez de iman çürür. insan günahıyla, günahın kollarında yeniden canlanır, yeniden dirilir, gücüne güç katar da iman; günahın kollarında toprağından koparılmış bir çiçek naifliği ile oracıkta bir çırpıda vurulur. imanı eline almak, diline katmak, ona yaklaştım demek; şeytani bir kibir, dünyayı yiyip doymamanın temsili, dargın bir öfkenin komik yüzü, çaresizliğin kıskanç kıskaçları, sonu kaybolmuş yokuşlara çıkan sahte bir şehvetin keskin yarasıdır. imanın, kendindeki sınırını bilecek insan; kendini ne kadar biliyorsa onu da o kadar bilecek.

    aşk

    kitapta aşkı da göreceksiniz. belki de uzun zamandır hiç görmediğiniz ve hissedemediğiniz bir aşk olacak bu. yavaş akan bir aşkın, tereddütlü yakınlaşmaların, dinginliğin ve anlık kayboluşların, sarsılarak kendine gelmenin doruklarında olacak bu aşk. hızlı tüketmekten, tek görümlükten, sevgili sevgisizlikten uzak bir aşk bahşediyor bize yazar. siz de kapılıp gideceksiniz o aşkın peşine fakat kavuşmanın da daha farklı bir anlamını kitabın sonunda yakalayacaksınız. kavuşmalar belki de büyük ayrılıklardır, kavuşmalar belki de bizi kendimize getiren ayrılıklardır. kavuşmak, belki de bir adım ileriye bir adım kendinle kavuşmaktır.

    yavaş ve dingin bir aşk yaşamak ise bir yıllanmanın, o yıllanma ile beraber gelen sessiz ve saklanmış gözlerin ürünü. herkes aşkı bulacak diye bir şey yok tabii ama bu romanda biraz tadına bakabilirsiniz.

    yaşamın suküneti : bilmediğin bir kader

    kitabın size sonunda vaad ettiği ise huzurlu bir dinginlik. tıpkı karakterin başından beri yanında olan o o savrukluğun ve dalgınlığın sebebi bir anlam arayışı olması gibi. ana karakter o noktaya geldiğinde siz de bir dinginliğe kavuşuyorsunuz. duyguların coşkulu parçalarından ayrılıp dinginliği, anlamı yakalıyorsunuz. aslında o kadar da açıkmış ki gizli olan , tüm o karmaşa ise bir nedenmiş. sonuca ulaşmak için sebeplerini bilmek, onu zamanın sana düşen payında paylamak lazımmış.

    anlamı, anlamına kavuşturmak; hiç bitmeyeceğini hiç geçmeyeceğini hiç kurtulamayacağını düşündüğün o arayışı teslimiyetin önüne sere serpe sermekmiş. huzurun kerameti ise nerede kaldıysan hayat seni nerede bıraktıysa oradan kendinle devam etmekte saklıymış.

    asıl katil

    biz niye mutsuz bir toplumuz ? katilimiz çok katilimiz. bazen kendi katilimiz oluyoruz bazen başkasının katili bazen de çocukların, çocuklarımızın yüreklerinin katili. toplum en büyük katil belki de. toplumu kim yapıyor : anneler ve babalar. anneye değinmeyeceğim ki yazar da değinmemiş. belli ki onun özüne inanıyor. inanmak için sebepleri olmalı.

    ama o babalar var ki, o babalar...

    hiç olmamış babalar, hiç olamayacak olan babalar. sevgiyi püskürtmüş babalar, sevgiye nasıl karşılık vereceğini bilememiş babalar. hayatta çoğu şeyi öğrenmiş çoğu yeri gezmiş çoğu günahı işlemiş en sonunda da sevaplarına sığınmış babalar...

    bizim mutsuzluğumuzun bir çok kaynağı var ama bu mutsuzluğun en çok beslendiği kaynak babasızlığımız. babalı babasızlık. sevgili sevgisizliğin ilk beşiği orasıdır işte.

    bir çocuk yaşama annesiyle bağlı belki doğumundan ölümüne ama büyümeye babasıyla bağlı. bizim toplumumuzun hiç büyümesinin sebebi de babası. baba sevgisiyle yeşeriyor çocuklar, onunla büyüyor. anne ise yaşamasına yetiyor, hayatta kalmasına yetiyor. annenin de yeşermesi ve hayata elleriyle değil de gülüşleriyle tutunması da babaya bağlı değil mi hem ?

    zamana yazmak

    yazar bir röportajında zamana yazıyorum demişti. eğer yazar, zamana yazdığını söylemeseydi yine de anlardım zamana yazdığını çünkü yazar bizi, zamana yazıyor. bu toplumu zamana yazıyor. bırakıyor bizi arkasında, o da rahatlıyor ve yoluna bakıyor. hem zamana yayılmış naif bir intikam alıyor hem de sebeplerimizi açıklıyor bize. sonucu görmek, bilmek, anlamak ise anlamlandırmamız kadar. bu kitabı siz kadar okuyorsunuz. ne kadarsanız, o kadar okursunuz ve anlarsınız. bunun için her on yılda ederimiz kadar okuyabileceğimiz bir kitap olabilir.

    diğer bir husus da kitaptaki metinlerarasılık, bu yönüyle orhan pamuk benzetimine kaçmıştım. zaman konusunda ise yaşar kemal'i gördüğümü sanmıştım. hatta kitabın 90. sayfalarında türk edebiyatının yeni bir orhan pamuk'u veya yaşar kemal'i olmuş dedim. sonra kendime teessüf ettim, biraz da kınadım kendimi. yabancı bir edebiyatçı hiç aklıma gelmedi çünkü roman bizi anlatıyor. bizi de ancak bizden biri anlatır, içimizde olan ve bizi bize rağmen görebilen biri. bunun içindir ki on sayfa daha okuyup türk edebiyatının selman bayer'i olmuş dedim. yine de zamana yazmak sözü büyük bir cesaretin ve ağır bir yükü sırtlamanın ürünü. elinize bir kalem aldığınızda sayfayı geçmişi, şimdiyi ve geleceği kapsayacak şekilde üç parçaya bölmeye çalışsanız şimdiyi yok denecek kadar bile çizemezsiniz. çünkü şimdi yoktur . geçmişin yükünü sırtlayıp şimdide yok olma cesaretini gösterip şimdinin ağırlaşan yokluğunu da geçmişin üstüne ekleyip geleceğe taşımak biraz cesaret biraz delilik biraz da benlik sıyırmasıdır. belki de tüm bunlar '' kendi olma'' eylemine doğru sadece kendine özel bir yol yapmaktır.

    not: kitabı sezginizin ve sevginizin ışığında okumanızı tavsiye ederim. size eşlik eden dünyadan soyutlanmadan okuyun. benim sezgilerime bu kitabı okurken bir ses düştü bir de birkaç kare. her şey bir sesle başladı ve bu yazıyı yazmaya başlarken pencereme ve terasıma düşen birkaç kare ile sonlandı.

    vurulmuşum

    görsel

    görsel

    not : kitapla ilgili bir alıntı dışında hiç alıntı vermedim. içimden de hiç gelmedi. oysa yazarken alıntılarım demiştim. alıntılar, almanıza veya almamanıza engel değil belki ama alımlamanıza engel. alımlamak, her sözcüğün her harfin sizdeki toplamı, her cümlenin boyunun sizdeki çarpımı. bendeki toplamları ve çarpımları ancak ben taşıyabiliyorum. size sadece birini verebildim .
hesabın var mı? giriş yap