• bayezid, mekke’ye doğru yola çıkmıştı. hacca gidiyordu. hangi şehre varırsa orada manevi büyükleri araştırıyor, “can gözü açık, gönlü uyanık kim var?!..” diye sorup duruyordu. bir yerde gövdesi hilal gibi incelmiş bir ulu ere rastladı. onda erenlerin halini müşahede etti. yanına gidip oturdu. hal hatır soruştular. ihtiyarın hem fakir, hem de çok kalabalık bir ailesi olduğuna tanık oldu. aralarında şöyle devam ettiler:

    – ey bayezid! nereye gidiyorsun, gurbet pırtısını nereye dek sürükleyeceksin?

    – hacca gidiyorum, kâbe’ye!

    – yol harçlığı olarak ne kadar paran var?

    – ikiyüz dirhem gümüş. hırkamın eteğinde düğümlü durur.

    – bilmez misin ki ey bayezid, allah kâbe’yi gerçi kurdu; ama kurdu kuralı bir kere bile içine girmedi. halbuki şu eve (yani benim şu gönlüme) o ebediyyen diri olan yaradan’dan başka giren olmamıştır.
  • asıl adı tayfur'dur.
  • kisaca bayazid diye bilinen sufi, hocalarin hocasi bir zat. dokuzuncu yüzyilda inciler döktürmüs. bayazid bastami ya da al-bistami diye de bilinir. pek meshur bir öyküsü vardir:
    bayazid ve bencil adam...
    "bencil adam bayazid'a sormus. kirk yildir o kadar oruç tuttum, o kadar namaz kildim yine de diye bayazid'in söz ettigi iç huzurunu bulamadigindan sikayet etmis. bayazid ona; huzuru seni çevreleyen bu aptalca gururun yüzünden bulamayacaksin. belki kirk degil, dört yüz yil geçse bile iç huzuruna kavusamayacaksin buyurmus. adam demis; ey bayazid nedir bunun ilaci. bayazid demis; yok yok... neyse, adam çok yalvarinca ona saçini kazitmasini, sakalini kesmesini, çirilçiplak soyunup bir varile girmesini filan böyle birseyler demis. adam; ama ben bunlari yapamam ki diye cevap vermis. (burada adamin beni ön planda vurgulaniyor dikkat ederseniz) bayazid da aptal adama; eee sakalim yok ki anlatayim... bunun ilaci yok sana sana iste, bana ne bana ne iste demis..."
    ayrica; (bkz: beyazit mi bayazit mi sorunsali)
    bir de alakali olarak; (bkz: gölge etme baska ihsan istemem/#723801)
  • silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisidir. sultân-ül-ârifîn lakabıyla meşhûrdur.
    künyesi, ebû yezîd'dir. ismi tayfûr, babasının adı isâ'dır.
  • kendisine, ism-i azâm'ı soranlara, ''siz bana esmâu l husnâ içinde ism-i asgarı gösterin, ben de ism-i azâmı sizlere göstereyim'' cevabını veren veliyullah.
  • (bkz: tayfir)
  • "öyle bir denize daldım ki, peygamberler kıyısında kalmışlardır" ifadesini kullanabilecek kadar cesaret sahibi bir şahıstır. cesaretinin kaynağı spekülasyonlara açıktır...
    (bkz: şatahat üs sufiyye)
  • malum, menakıbname işi rivayetlerin dışına çıkamaz ve menakıblar da bazen tekerrürden ibaret hale gelir. bistami'nin menakıbnamelerine bakılırsa da "şarap içtiği, fakat o içtiği şarabın sarhoş edici etkisini allah'a ettiği niyazla ortadan kaldırdığı", "yanında görülen güzel kızların aslında kendi kızları olduğu" tarzı rivayetleri döner dolaşır. enteresandır ki kendisiyle kıyaslanabilecek bir başkası olan cüneyd-i bağdadi hakkında ise bu olağandışılıklardan (keramet diyelim terminoloji tam olsun) çok çok azı rivayet edilir, hatta buna şaşıranlar dahi vardır. reddedilmesi büyük "velilere" hakaret sayılan birçok rivayet ise ibn seb'in ve ibn hud gibi hira dağında inzivaya çekilip sabah akşam ibadet ederek peygamberliği elde etmeye çalışanları anımsatacak derecede uçuktur (o kadar ileri gidilmez ama "oehh" kontrol noktaları da çıkıyor, ha bu arada ibn seb'in peygamber olamayınca bileğini kesip intihar eder.) tutarlı bir yapı kurmaya çalışırken elimizde anı ve anekdotlardan fazlası olması gerektiğini söylemiş miydim?
  • hak yolunda kademini tespit etmiş, hizmetlerin en zevklisini yaparken`hizmet etmeyen hizmete layık olamaz` prensibini esas almış sofi.
    asıl adı tayfurdur. babası isa, dedesinin adı şeruşandır. babası isa, çok salih bir kimsedir. bayezid'in annesiyle evlendiğinde kırk gün ona dokunmamıştır. daha önceden yediklerinin eseri içinde kalmadığına kanaat getirdikten sonra karı-koca olmuşlardır. bu zifaftan bayezid gibi bir evlad meydana gelmiştir.
  • evliyânın büyüklerindendir alimdir, velidir.

    ''bayezid-i bistami hazretleri, kabristanda çok dolaşırdı. bir gece gezerken, gece bekçisi elindeki sopayla vurdu. bâyezîd; "lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm." dedi. bekçi birkaç kere daha vurunca sopa kırıldı. bâyezîd hazretleri eve dönünce talebelerine sopanın fiatını sordu. o kadar parayı bir keseye koyarak, bir mikdar da tatlı ile berâber bir talebesiyle, o bekçiye gönderdi. bir de mektup yazarak bekçiye vermesini söyledi. mektup şöyle idi: "muhterem bekçi efendi, belki beni hırsız sanarak dövdün. kabahat bendedir. gece kabristanda gezmeseydim, dövmezdin. sopanızın kırılmasına da sebeb oldum. gönderdiğim parayla kendine bir sopa al! sopanın kırılma üzüntüsünün kalbinden gitmesi için de, yolladığım tatlıyı ye! allahü teâlânın selâmı üzerine olsun." genç bekçi mektubu okuyunca, gelip özür dileyerek tövbe etti. onunla birlikte birkaç bekçi daha hak yola girdi.''
hesabın var mı? giriş yap