• günümüzdekiler yazı yazmayı bilmezken.
    1978 yılında türkiye başbakanının ingilizce konuşması beni gururlandırmıştır.
    ayrıca röportaj başındaki şu diyaloğa dikkat.

    muhabir: buradaki abd üsler ne olacak. amerika'nın ambargoyu sürdürmesi durumunda bu üsleri kapatma ihtimaliniz var mı?

    ecevit: bunların çoğu ya kapatılmış ya da faaliyetleri askıya alınmış durumda.

    kaynak

    edit: (bkz: #79399774)
  • bulent ecevit in yuzunde gulumseme ile cevap verdigi bir roportajdir. simdikiler gibi kucumseyerek, tehdit ederek, kulhanbeyli tavirlarla konusmayan centilmen bir devlet adami icerir.

    ayrica o kadar ambargoya ragmen yabanci bir gazeteciyle promptersiz bir roportaj yapmaya gotu yiyen bir devlet adami icerir.

    ecevit bu dik duruslulugundan sonra indirildi ama ulkesinin ve vatandaslarinin cikarlarini bir sekilde korumayi basardi. simdikiler kendi cikarlari icin vatanlarini satiyor. sonra vatan haini yine biz oluyoruz.

    ayrica su bbc'den de korkulur. adamlar tam da zamaninda, su son olaylarin icine 1978 den kalma bir arsiv videoyu koydular. buyrun efendim diye sundular. youtube'da bile ana sayfamda ilk bu cikti.
  • yaptirimlar geliyor ya; simdi bunlari pompalayacaklar

    daha dun meydanlarda
    "sizi tup kuyruklarinda bekletmeyecegiz"
    "sizi hastane kuyruklarinda bekletmeyecegiz"
    "sizi ona buna muhtac ettirmeyecegiz"
    diye bagirip cagiran bendim.
    sonra bu laflara alkis tutan da bendim.

    kibris karsiliginda odedik o bedelleri. klavye basinda degil, ciddi ciddi vatan kurtardik.

    simdi o kuyruklara geri donmek uzereyiz; ayni zamanda arka planda kibris satiliyor. tarihini bilmeyen bu millete her sey hak.

    sanki millet sirf millete zulum olsun diye kuyruklarda bekleyin dedi.
  • akp'nin iktidara henüz yeni geldiği bir dönemde orta okuldaydım. annan planı'nın konuşulduğu günlerdi. sanıyorum sene 2004. edebiyat öğretmenimiz, ilgimizi çeken herhangi bir konuda, o konuyla ilgili çeşitli köşe yazıları toplayıp bir tane de kendimiz bir yazı hazırlayarak bir pano oluşturmamızı istemişti. ben de kıbrıs konusunu ve annan planını ele alıp çeşitli köşe yazıları topladım. tam hatırlamıyorum ama hürriyet, cumhuriyet, sabah falan ne bulduysam aldım. aralarında zaman gazetesi var mıydı, hiç hatırlamıyorum. beğendiğim köşe yazılarını kestim, sonra kendim de o gün aklımın yettiği kadarıyla bir şeyler yazdım.

    öğretmenim bunu beğendi, okulun panosuna astı. bir gün beden eğitimi dersindeyiz, bir arkadaş koşa koşa geldi. din kültürü hocası beni çağırıyormuş. şaşırdım tabi. din kültürü hocası, o zamanlar sebebini anlamadığım şekilde, benden pek hazzetmezdi. hatta kendi öğretmenlerim arasında bana karşı açık ara farkla en soğuk davranan kişi de yine oydu.

    gittim yanına. baktım, benim panoya bakıyor. çocuk aklı tabi, ideoloji falan ne anlarım ki ben? zannediyorum ki aferim diyecek, güzel hazırlamışsın falan diyecek. yoksa neden çağırsın?

    "burada neden zaman gazetesinden bir köşeyazısı yok?" diye sordu. hocam bulamadım, dedim. neden öyle dedim bilmiyorum. aklıma başka bir cevap gelmedi herhalde. çünkü zaten gazeteleri falan bilmiyorum o dönemde. babama sordum, bakkala sordum, onlar hangi gazeteleri söylemişlerse onları aldım.

    "nasıl bulamadın, baban abone değil mi?" diye sordu. "yoo" dedim sadece. sonra başladı nasihat vermeye. bak böyle olunca tek yanlı olmuş, farklı fikirlere yer vermemişsin falan dedi önce. hatırladığım kadarıyla o dönemin köşe yazarları, ab üyeliği için akp'nin kıbrıs konusunda fazla fedakar davrandığını savunuyorlardı ağırlıklı olarak. rum kesimini, çözüme yanaşmamakla suçluyorlardı falan. zaten çocuğum amk, bu kadarını anlayabilmem bile benim için yeterli değil mi? o ödevi veren öğretmen de benden akademik bir makale falan beklemiyordu herhalde?

    neyse bu dinci devam etti nasihatine. başta biraz kulak kabarttım ne diyor diye ama çocuk aklımla ben bile sezinliyordum meselenin benimle ya da yaptığım ödevle falan ilgili olmadığını. "bu kıbrıs, bizim sırtımızda bir kambur" diyordu hoca. bütün paralarını biz gönderiyormuşuz, ab üyeliği için de önümüzde bir engelmiş, artık bu sorundan kurtulmamız lazımmış falan...

    fetöcü orospu çocuklarıyla da ilk o vesileyle tanışmış oldum. üç kuruşluk menfaatleri için, kıbrısı gözden silebiliyorlar. orada şehit düşen insanları yok sayabiliyorlar. dahası, bir tane dinciyi (benim için din kültürü öğretmeni değildi çünkü o şahıs) milli eğitim bakanlığına bağlı bir okula sokup, kendi propagandalarını yaptırabiliyorlar. hem de küçücük çocuklara.

    bu vatansız, vicdansız, ahlaksız insanlarla hep mücadele etmek zorunda kaldı rahmetli ecevit. bir kez olsun da şirazesinden çıkmadı. eleştirilere karşı sert bir tavır takınmadı. ne hakaretler edildi kendisine, özellikle o 2001 krizinden sonra.

    o zamanlar, kendisine öfkeyle bakardım ben de çocuk aklımla. krizden onu sorumlu tutardım. babamın her gün dükkanı erkenden açıp, bir müşteri de olsa kaçırmayayım diye geç saatlere kadar çalışmasından, bankalara eşşek yüküyle borç ödemesinden de...

    imkanım olsa, helallik isteyeceğim iki siyasetçiden birisidir ecevit. diğeri de mustafa kemal atatürk'tür zaten. cahil çevremiz yüzünden ikisini de anlamakta zorlandım çocukluğumdan üniversitedeki ilk yılıma dek.

    röportajı izlerken de duygulandım. sırf şu röportajdan bile ecevitin ne kadar görgülü, zeki bir insan olduğunu görebilmek mümkün. sorulara kaçamak değil, diplomatik cevaplar veriyor. zaten ilk bir kaç soruda verdiği cevaplar o kadar dolgun ki, sonraki soruların cevaplarını çoktan vermiş. "az önce de söylediğim gibi" diyerek başlıyor cevaba.

    amerikaya şu an kafa tutuyoruz zannedenler de şimdi iyi izlesinler bu videoyu. gerçi anlayacaklarını sanmam ama biz yine vazifemizi yapıp söyleyelim. bu ülkede amerikan sömürgeciliğine en çok kafa tutmuş siyasetçidir ecevit. buna rağmen, "amerikanın oyunları" diyor mu? ekonominin kötüye gidişi soruluyor, önceki dönemlerde izlenen yanlış politikalar sonucu... diyerek söze başlıyor. ecevitin de hataları olmuştur elbette. siyasette hata her zaman yapılır. mustafa kemalin de hataları olmuştur muhakkak. mesele o değil. mesele, sorunu dışarıya yıkıp kendi sorumluluklarını göz ardı etmek yerine neler yapılabileceğine odaklanmak, politika üretebilmek. bu röportajın da en can alıcı kısmı o. natoya ultimatom mu veriyorsunuz diye soruyor muhabir, hayır gerçekçi bir şekilde seçeneklerimizi değerlendiriyoruz diye cevaplıyor ecevit. bu ne demek? sen beni dışlarsan, ben de mal gibi kapında beni affetmen için beklemem, ben de ona göre bir politika izlerim demek. sizin amiyane tabirinizle, dik durmak demek. ama lafta değil, icraatte. tek bir tarafa olan bağımlılığımızı azaltmak istiyoruz diyor ecevit. bu ne demek? kendi göbek bağımı kendim keserim, size de minnet etmem demek. siz bizi bu kadar kolayca gözden çıkarıyorsanız, bunun da sizin açınızdan karşılığı olur demek.

    işte milli politika dediğin budur. diplomasi dili budur. höyt, döytle değil, zekice cevaplarla mat ediyor kendisine saldıranları. ama kıytırık bir din hocası olup da eline verilmiş minnacık bir yetkiyi, otoriteyi bile insanları sindirmek için kullanan ahlaksızlar ne anlar bundan? hiç bir şey.

    duygularım kabardı yine, konudan da saptım. ama şunu bilin istedim. bu ülkede milyonlarca karaktersiz insan var. güçlünün yanında saf tutan, cehaletiyle övünen, eline azıcık güç geçtiğinde karşısındakini boğmaya çalışan... bunlar sanıyorlar ki, her yeni bir söylem geliştirdiklerinde, geçmişte söyledikleri, yaptıkları silinecek. hepsi birden unutulacak.

    ama öyle olmuyor işte be güzelim. bak bir kaç dakikalık bir video, beni tee 15 sene önce, hayatıma hepi topu bir kaç aylığına dahil olmuş bir tane karaktersizin söylediklerine götürdü. geçmiş öyle pat diye silinmiyor. mert adamın cesareti de, namerdin dansözlükleri de tarihe bir şekilde kayıt oluyor, zihinlerde tekrar tekrar canlanıyor.
  • turkiye'nin turkiye oldugu yillara ait roportaj.

    yemin ediyorum cocukluk fotograflarima bakarken bu kadar duygulanmiyorum.
    aksanini sevdigim.

    simdilerde (bkz: demirin tuncuna insanın piçine kaldık)
  • görüntüler 1978 türkiyesine ait... yani atatürk vefat ettikten 40 yıl sonrası.

    görüntülerden 40 yıl sonra geldiğimiz noktaysa tam burası.

    2018 türkiyesi.

    çok üzülüyorum çoook...
  • nereden nereye dedirten röportajdır.

    telegraph'ın ecevit biyografisinden bir bölüm.

    bülent ecevit was born in ıstanbul on may 28, 1925; his father was a professor of medicine and his mother a noted painter. educated at robert college, the american university overlooking the bosphorus, he graduated in 1944 with a degree in english literature.

    while pursuing graduate studies at ankara university from 1944 to 1946 ecevit worked for the press and publicity department of the turkish government. this led, in 1946, to a four-year stint as a junior assistant to the press attaché at the turkish embassy in london. there he married rahsan aral, whom he had met during a student production of dr. faustus, and the young couple lived by the ration book in a britain still recovering from the war. ecevit also found time to study art history and sanskrit at the school of oriental and african studies.

    his experience of the early years of the british welfare state strengthened both his socialist convictions and his belief in the possibility of fusing his country's ottoman culture with the democratic ideals of the west.

    after four years in london, he returned to ankara to join the staff of ulus, the official organ of the socialist republican people's party (chp). ın 1957 he won a rockefeller foundation fellowship to harvard, where he studied middle east and ottoman history and social psychology.
  • bunu istiyorum.

    okullarında okusun, dillerini konuşsun, onları tanısın ama onlardan olmasın. doğruyu yanlışı ayırt edebilsin. ülkesinin menfaati için neye evet neye hayır demeli farkında olsun.

    böyle siyasetçiler yetiştirebilmeliyiz.

    geçmişte yapmışsak yine yapabiliriz.
  • adam, bir ülkenin güvenliğini güvence altına almanın en barışçıl ve saygıdeğer yolu bölgedeki tüm ülkelerle, karşılıklı güvene dayanan bir atmosferde yaşamaktır, derken resmen hem siyaset hem ingilizce dil bilgisi dersi veriyor. dinleyin feyz alın.

    "the best and the most peaceful and respectable way of insuring a country's security is this to see that it lives in an atmosphere of a mutual confidence with all her neighbors"

    her neighbors kullanımı ingilizce derslerinde ayrıca okutulmalı.

    adam kısaca yurtta sulh cihanda sulh vecizinin ingilizce çevirisini yapmış amk.

    respect
  • ne kadar kaliteli ne kadar kültürlü bir siyasetçi. hiçbir soruya böyle soru soramazsınız demiyor, hiçbir konuda kabaca yanıt vermiyor. ayrıca ingilizce seviyesi şuan konuşan bazı siyasetçilerin türkçesinden kat kat iyi.
    toprağı bol olsun.
hesabın var mı? giriş yap