• bol spoiler içerebilir--hatta içerir.

    2012 sundance film festival'inde seyrettiğim, sinemada taze ve orijinal bir magical realism örneği. ancak filmin sunduğu "magical realite," nerdeyse yaşadığımız zamanın çevresel gerçeği olmak üzere.

    hikaye spesifik bir mekanda geçmiyor olsa da (dünyanın dibindeki bir delta diye yazıyor filmin tanıtımında), yapımcıların söylediği çekimlerinin çoğunun terrebonne parish, louisiana, ya da kasırgalar ve sellerle perişan olmuş diğer güney eyaletlerinde yapıldığı. aktörlerin tamamı oyunculukla ilgisi olmayan yörenin insanları. filmden sonra yönetmen birçoğunu sahneye davet etti; hepsi çok neşeli ve hoş insanlardı. hatta filmin çıkışında, ki saat gece 1 idi ve dışarıda kar fırtınası kopuyordu, oyunculardan yaşlı beyaz sakallı olanı (bar sahibini oynayan) herkese kendi yörelerinin bir yemeğini ikram etti--bir tür kızartma.

    yönetmenin 2008'de sundance'de oynamış glory at sea adlı benzer temalı kısa filmi çok beğenilmişti. buradan yatırımcıların ilgisini çeken bu proje bir çok yerden destek gördü. bence kısa filmde o enerji ve sihirli anlar yoktu, ancak yine de bu filmin tohumu olduğu için saygıya değer. kısa filmin tamamını buradan seyredebilirsiniz: http://vimeo.com/10066407

    beasts of the southern wild ın senaryosunun sundance lab'te geliştirildiğini ve yıllar almış bir çalışmanın ürünü olduğunu biliyordum. ancak filmi seyredince senaryonun öyle sundance lab'te bir odada, lab'teki yazarların yardımıyla yazılabilecek türden bir şey olmadığını gördüm. benim yönetmene tek sorum vardı, onu da aynı sırada oturan bir başka izleyici sordu: "senaryonun son haliyle, şu seyrettiğimiz film arasında ne farklar var?"

    yönetmenin cevabı aynen düşündüğüm gibi oldu: filmi çekerken hemen hemen herşeyi baştan yazmak zorunda kalmışlar. o yörenin gerçek insanlarıyla çalışırken, her sahnenin provasını yapar yapmaz o insanların gerçek reaksiyonlarının yarattığı inanılmaz enerjinin senaryo sayfalarında olmadığını görmüşler, ve senaryoyu o sihirli ve gerçek enerjiyle aynı frekansa getirmek için yazar-yönetmen benh zeitlin ve diğer yazar lucy alibar oturup sahneleri neredeyse sıfırdan tekrar yazmışlar. elbette, bu kadar güzel bir senaryo öyle akademia koridorlarında bir aşağı bir yukarı yürüyerek yazılamaz.

    şimdi bunları okuyup sakın bu filmi düşük bütçeli falan sanmayınız. set dizaynlarından kullanılan hayvanların eğitimine, ana karakterin babasının kullandığı ters çevrilmiş ford kamyonetten bozma deniz botundan tahta evler ve içlerindeki çöplere kadar her şey olağanüstü bir ekip tarafından hazırlanmış. bağımsız metodlarla çekilmiş bir film, evet, ancak değme hollywood filmi bütçelerine yakın bir para harcanmış olsa gerek.

    başrol oyuncusu küçük kızı herkes çok beğendi. bence öyle aman aman bir durum yoktu kızda. bir şeyler yapması gereken sahnelerde yapacağını abartarak yaptı, ama çocuk olduğu için sırıtmadı. hiçbir şey yapmaması gereken sahnelerde de hiçbir şey yapmadı. gerçi her şeyin altından kalktı--kaybolduğu bir sahne bile yok, ama yine de ben kızın tüm başarısını yönetmene bağlıyorum.

    sinematografi, müzikler, diğer oyuncular, hepsi harika. ancak sinematografi konusunda şunu not etmek lazım: birçok sahnenin daha hemen başında 85mm ve üstü lenslerle (acemi televizyoncular gibi) oyuncuların kafasının içine girmiş. ama ben bu durumu "o müthiş setlere değil, oyuncularına daha çok güvenmiş yönetmen, ve doğrusunu da yapmış," diye yorumlamak istiyorum. hiç mırın kırın edemiyorum, çok çarpıcı bir film. oyunculardan hiç sıkılmadım.

    filmi izledikten çok sonra slumdog millionairei düşündüm. öyle ya: slumdog, gerçek olacağına neredeyse bir çocuğun bile inanamayacağı tesadüfler zincirinden--hindistan'ın en ağdalı melodramatik senaryo modelinden yola çıkarak, aynı anda hem gerçek hem fantazi olan olağanüstü büyüleyici bir dünya yaratmıştı. beasts of the southern wild ın en orjinal yanı da aynı anda hem gerçek hem fantazi olan büyüleyici bir dünya yaratabilmesidir şüphesiz, ne var ki filmin hikayesi, bu büyüleyici dünyadan yola çıkarak bildik bir baba-kız ilişkisini insanlık temelinde en içten biçimiyle yeniden yazmaktan ibarettir.

    beasts of the southern wild arthouse salonlarında kaybolup giden küçük bir film de olabilir, en yukarılara, oscar'lara kadar erişen büyük bir kültürel fenomen de. bu filmin bundan sonraki serüveni amerikan bağımsız sinemasının hangi noktada olduğunun net bir göstergesi olacak. en azından benim için.

    ---

    temmuz 2012 itibari ile sadece new york ve los angeles gibi büyük şehirlerde gösterime girecek. buna limited release diyorlar: eğer tutarsa daha büyük açılacak demek. ve eğer tutmazsa amerika'daki perde ömrü bitti demek. bakalım ne olacak.
  • "bir miyazaki animesini national geographic belgeseli olarak çekseydik nasıl olurdu?" sorusunun cevabı. çok güzel.
  • çok çok çok iyi.

    resmen elini pisliğin içine sokuyor film, bağırsakları tutup dışarı atıyor. "bak!" diyor. bak. bize demiyor tabi aslında. kendi ülkesine, kendi hükümetine sesleniyor. iyi de ediyor.

    sanki yer yer jack london, hemingway de okur gibi. öyle bir vahşet, öyle gerçek. çok iyi.

    bir de şu replik aklımda takılı kaldı: "hapishaneye pek benzemiyordu, daha çok, suyu olmayan bir akvaryum gibiydi."

    edit: ha bir de, müzikleri çok başarılı.
  • insanlara hayvan oldukları gerçeğini hatırlatan film.
  • boynuzlu domuzlardan "grumpy" teknesine, "elysian fields" kerhanesinden viking cenazesine her sahnesi ayrı sembollerle bezenmiş çok güzel bir bağımsız film. sinema seven biri için kaçırılmayacak harika bir yapım.

    yönetmeninin ilk uzun metraj çalışması olması ilginç. ben yapsam, bir daha film yapmam zirvede bırakırım.

    "i see that i'm a little piece of a big, big universe. that makes things right."

    not: filmin anlatımı dağınık eleştirisine sadece gülüyorum; bu filmin anlatımı yok, derdi hikaye anlatmak değil. spoiler uyarısı veren arkadaşlar kibarlıklarından vermişler. bütün hikayeyi tek paragrafta yazabilirsin. okuyan da gidip filmi seyredebilir ve hikayeyi bilmekle filmden alacağı zevk gram azalmaz.
  • sanıyorum ki telif melif olaylarından sebep hiçbir türkiye tabanlı altyazı sitesinde türkçe altyazısı yoktur. ancak opensubtitles.org'da mevcut, ben oradan indirdim.
  • dünyanın geri kalanıyla bağlantısı kesilmiş, bir su bendinin arkasında kalan leğen isimli bir kasabada babası ile birlikte yaşayan cimcimenin (quvenzhane wallis) zorlu yaşamını yine onun gözlerinden anlatan, altı yaşında bir kız çocuğunun doğa ve insan hakkında hoş mesajlar verildiği, modern hayatın aksine her şeyin farklı aktığı, diledikleri gibi yaşamayı seçmiş insanların kurdukları ve içinde diledikleri gibi yaşayamadıkları leğen kasabasının sular altında kaldığı zamanlarda ölümcül bir hastalığa yakalanan babası için bir şeyler yapmaya çalışan, bunu yaparken de altı yaşındaki bir çocuğun duygularından çok daha güçlü duyguları sergileyen ya da sergilemeye zorlanan, farklı bir dilin ve sembollerin kullandığı, etkileyici ve aldığı ödülleri fazlası ile hak etmiş bir bağımsız sinema şaheseri.

    --- spoiler ---

    evrenin varlığı, her şeyin birbiri ile mükemmel bir uyum içinde olmasına bağlı. eğer parçalardan biri zarar görürse, bu en ufak parça bile olsa tüm evrenin dengesi bir anda bozulur.

    --- spoiler ---
  • bazen, böyle tanınmamış insanların yaptığı, bilinmeyen yüzlerle dolu, insana çok dokunan ama neden olduğu bir türlü ifade edilemeyen mucizevi filmler oluyor. bu film işte, onlardan.
  • ilk yirmi dakikasıyla bana "ben bu filmin sonunda kesin hüngür hüngür ağlarım" düşüncesini zerk ettikten sonra nedense finaliyle beklentimin biraz altında kaldı ve gözlerimi sulandırmakla yetindi. yaşıtım olan ve ilk kez uzun metraj film çeken bir çocuğun elinden çıktığını öğrendikten sonra ise ister istemez hayranlık duydum. kesinlikle çok özgün bir film. ama şu da bir gerçek ki yönetmenin acemiliğine gelen sahneler mevcut. oysa filmin temelini oluşturan duygu çok daha yukarı taşınabilirmiş, senaryoya biraz yazık olmuş. oscar'ı hak ediyor mu? bence etmiyor. ekşi sözlük abartma timi yine iş başında mı? evet, iş başında. yine de izlenmesi kesinlikle vakit kaybı olmayan, farklı bir film.

    --- spoiler ---
    ben ilk göründükleri sahneden itibaren o domuzları hep küçük kızın içinde duyduğu korkunun metaforu olduğunu hayal ettim. babasını kaybetme ve yalnız kalma korkusu içinde giderek büyüdü, sonunda babasını kaybettiği an burnunun dibine dek geldi ve onunla yüzleşti. ama bu korkuyu bir şekilde def etmeyi ve hayata kaldığı yerden devam etmeyi başardı.
    --- spoiler ---
  • bir saniyesini bile kaçırmamak için, gözlerimi kırpmadım film boyunca. çok çok iyi.
hesabın var mı? giriş yap