• haklarında bir sürü şey biliyorum artık.

    öncelikle göründükleri kadar savunmasız ve aklı bir karış havada değiller. gayet spesifik, nokta atışı talepleri var ve onu yerine getirmezsen polisi kapıya getirtecek kadar yeri göğü inletip, yerine getirdiğin saniyede sanki hiç ağlamıyormuş gibi cırp diye susmasını biliyorlar.

    susmaları için genellikle memeye takmak gerekiyor. şarj olurken gözleri kapatıp stand by moduna geçiyorlar. bizimki yarım saatte tam şarj oluyor ve full depoyla beşikiçi 3 saat, beşikdışı 2 saat kadar gidiyor.

    bluetooth destekleri var. 1-1.5 metrelik yarıçap içinde anneyi rahatça çekiyorlar. ama uzaklaşılırsa, sinyal düşük gelip bağlantı kurulamadıysa alarm vermeye başlıyorlar. ağlayan bir bebeği kucaklayıp anasının yakınına götürün, annesini çekince sakinleşecektir.

    mp3 playerları aslında var ama ilk 5-6 ay sen şarkı yükleyemiyormuşsun, fabrika çıkışında yüklenmiş iki-üç mp3'ten başkasını çalmıyorlar. onlar da aynı şarkının (meme istiyorum.mp3) önce clean, sonra scream ve en son brutal vokalle yorumlanmış halleri. ayrıca bizimki uykudan gözünü "i know kung fu" diyerek açıyordu. gelecekte human resistance'ın lideri olup dünyayı mı kurtaracak, yoksa serdar ortaç junior mı olacak diye tartışırken öğrendik ki bu el kol hareketleri de meme istiyorum'un sessiz sinema versiyonuymuş.

    ağızları çok güzel kokuyor ayrıca. süt gibi, sütlaç gibi.
  • muhakkak, eğer bebeğe anne karnında zifiri karanlıkta şöyle denseydi: -dışarıda ışığın dünyası var, yüksek dağları, muntazam denizleri, engebeli düzlükleri, çiçek açan muhteşem bahçeleri, nehirleri, yıldızlarla dolu seması ve parlayan güneşiyle. ve sen tüm bu ihtişama rağmen burada karanlıklar arasındasın...- doğmamış sabi bu ihtişam hakkında hiçbir şey bilmez ve hiçbirine inanmazdı. tıpkı bizim ölümle karşılaşmamız gibi. bunun içindir ki ölümden korkuyoruz.

    bir filmden.
  • kendisiyle geçen ilk 14 günümün sonunda kanaat getirdim ki, allah insanın içine evlat sevgisi denen o muazzam şeyi nakşetmese, insanlığın nesli tükenir. çünkü üremek ve bu şahane varlığa bakmak gerçekten akıllı adamın yapacağı iş değil.

    uyku yok, ayakları uzatıp oturmak yok, evde daimi bir meme verme ve bok silme ritüeli hakim.
    tuvalete girmek ve yemek yemek gibi elzem aktiviteler bile alelacele yapılan bir şeye dönüştü.
    canımdan çıkan cana bir şey olacak korkusu, hapşurduğunda, kustuğunda, kakasını yapacak diye deli gibi ıkınıp kıpkırmızı olduğunda içime düşen ateş de cabası.

    ama bir bakışı, başını göğsüme yaslayıp iç çekişi, göremediğim şeyleri görüp cilveli cilveli gülüşü yok mu, dünyalara bedel...
    zorla yaptığı o kakasına, kabak kafasındaki tek tük saçlarına, mini mini tırnaklarına, mis kokan gıdısına uykusuz bir milyon gece kurban..
  • tamamen uykusuz geçirilmiş bir gecenin sonunda, insanın kafası patlayacak gibiyken, bunlardan birisi, uykudan pembeleşmiş yanaklarla gözünü açar açmaz size bakıp 6 dişiyle gülümsedikten sonra bir de göğsünüze kafasını koyup "ennem" deyince, ne dert kalıyormuş, ne keder, ne uykusuzluk...dünyanın kalanına kafam girsin.
  • her uyandığında yanına gidince yatağının içinde türlü türlü sevinç hareketleri yapan, adeta uçacakmış gibi çırpınan minik ve o yanaklarından ısırılası insan.

    niye bu kadar heyecanlanıyosun, seviniyosun evladım her zamanki bildiğin anne işte :)
  • bir bebek, yeryüzüne gözlerini açtığı ilk anda neler hissediyor acaba?
    “neler oldu? nereden, nerelere geldik be kardeşim?” diyor mudur ki o an?

    düşünsenize. elden ele bir olayın tam ortasında. etraf flu, sevinç nidaları, garip bir çığlık… hop, birden bire sütün tadı… pek kolay olmamalı ilk an. sonra sonra, ilk adımlar, ilk sözler… sevgi ve emek ile bağlar kuruluyor, gün ile. tıpkı annemizle aramızda olan göbek bağı gibi.

    bir bakmış ki bebek, kendi bedeni dahil her şey emaneten onun için görevde.

    biz ki o bebektik bir zamanlar, sonra büyümüş sayıldık: böylece, yeni bir yol açılıverdi. yerlerin yolları, emeklesek de bitmedi. koşsak da uçsak da.

    aslında, değişen pek bir şey olmadı, görüldüğü gibi, o ilk andan sonra. zorlukları yenmek için biraz aralık gerekti. insanlardan uzaklaşıp, belki yalnızca sevdiklerimizin bize dokunabileceği mesafeden hayata bakmak. ninni gibi güzel şarkılar dinlemek, iyi bir film izlemek belki de. çoğu zaman da güvendiklerimizden iyi bir öğüt almak, yunus emre gibi büyüklerin hatrında, güven bulmak; düşüncelerimizi, hislerimizi, kucaklanıp ‘’pış pış’’ yapılan, bir bebek gibi yatıştırdı, doğru olanı gösterdi.

    sevgi ile dokunduk birbirimize ve her seferinde kendimize sarıldık, aslında. tüm bunlar oluyorken, tıpkı annemiz gibi, o, kalbimizde konaklayan güç, bizi şefkatle izledi. şımarıp, olmayacak şeyler için ağlasak da bazen olmuyor diye istediklerimiz, inat etsek de bizi hep sevdi.

    hayat bu: bize el oldu. yardım için elimizi tuttu. ses oldu, öğüt verdi. kuş oldu, onun sayesinde, acımız neşeye döndü. tanıdık bir sima oldu, kucak açtı. merhamet ile sarıldı bize…

    velhasıl, başka yolu yoktur:
    sevgi ile büyür bebek.

    debe editi: herkese çok teşekkür ederim. lösev'e, 3406'ya "bağış" yazıp, sms göndererek 100 tl bağış yapabilirsiniz.
  • doğar doğmaz hayatta kalmak için tüm donanıma sahipler. farklı tonlarda ağlamayla isteklerini belli ediyorlar. ve her istediklerini yaptırıyorlar. her istediklerini!!! gezmek mi istiyor küçük hanım, ve sen çok yorgun musun? sıkıysa gezdirme. eşek gibi alıp kucağına evde turluyorsun. baksan el kadar. ne gücü kuvveti var ki? ama sana her istediğini yaptırabilecek kudrette. insanın güzünün içi güler mi, güler. bebeklerin gülüyo. sıkıldığında mızmızlarken seni birden karşısında görünce gözlerinin içi gülüyo. göbeğini kaldırmaya başlıyo al beni kucağına diye. sıkıysa alma. nasıl karşı koyarsın bu şirinliğe.
    çok numaraclılar bir de. ilk 27 günlüktü numaradan ağladığını farkettim sjkhdjsgdhjsgd
    bizimkinin derdi bu ara cep telefonu. ne için ağarsa ağlarsın telefon ekranını görünce susuyo. renkli ışıklı, müzikli bir oyuncak aldım. onunla oynasın diye. ama onu verdiğimde mimikleriyle ' al o salak şeyle sen oyna madem . bana o elindeki ses çıkaran , ışıklı şeyi ver! ' diyor.
    yeni dünya derler ya aynen yeni dünyalar. sevgi= evlatmış bunu öğrendim. bugüne kadar yaşadığınız tüm sevgileri toplayıp yüzle çarpın. bu bile yetersiz kalır.
    çok seviyom lan!
  • rant kapısıdır. üzerinde "bebekler de kullanabilir" yazan her ürün, yetişkinlerin kullandığının aynısı da olsa minimum 2 kat fiyata satılır. bazen 5 kata kadar çıktığı da görülür.

    3 aylık baba olarak aklıma gelen ilk örnekleri sayayım:

    250 ml balık yağı: 9 lira
    bebeklerde kullanıma uygun 100 ml balık yağı: 14 lira

    150 ml. sterimar (serum fizyolojik, yani tuzlu su) burun spreyi: 22 lira
    24*5 ml otribebe: 31 lira (fark sadece 9 lira değil, 5 ml steril tüplerdeki bu üründen bir tüp kullanılınca kalan atılmak zorunda. günde 5 defa kullanıldığında 5 tüp tüketilirken, aynı içeriğe sahip sterimar günde 5 defa kullanıldığında 20-25 gün kullanılır).

    ve beni isyan ettirip bu entryi yazdıran ürün:

    kulak temizleme çubuğu (lux marka 200'lü kutu): 2 lira
    bebeklerde kullanıma uygun kulak temizleme çubuğu (dalin marka 90'lı kutu): 11 lira

    e ebenizin örekesi be kardeşim.
  • beşiktaş’tan sahili takip ederek rumeli hisarı’na doğru ilerleyelim... çırağan, ortaköy, kuruçeşme, arnavutköy, çamlıbahçe ve bebek... işte burada duracağız bugün...

    fatih’in istanbul’u fethettiği dönemde küçücük bir rum balıkçı köyüymüş bebek... adı nereden gelir, kendi bile emin değildir... tarihi, küçük bir balıkçı köyü olarak, milattan öncesine kadar gider bebek’in. en eski adının ise, çeşitli kaynaklarda çeşitli şekillerde yazılan challae, chilai, khile ve hatta skallai (iskeleler) sözcüğünün bozulmuş bir biçimi olan hallai olduğu ileri sürülür...

    balıkçı köyünden bugüne...
    osmanlı döneminde bebek'e ve bebek adının kökenine ait ilk bilgiler ise istanbul'un fethinin hemen öncesine gider. istanbul'un kuşatılması sırasında ve rumeli hisarı yapılırken bu yörede bizans egemenliğinin zayıflamış, hatta buradaki balıkçı köyleri de galata'ya bağlanmıştır. başta evliya çelebi olmak üzere bazı kaynaklar, ii. mehmed'in (fatih) rumeli hisarı'nın yapımı ve kuşatması sırasında asayişi sağlamak üzere buraya bebek çelebi adlı veya lâkaplı bir bölükbaşı tayin ettiğini, bebek çelebi'nin semtte bir köşk ve bir bahçe kurduğunu, ölümünden sonra semtin onun adıyla anıldığını yazar.

    iv. murad döneminde (1623 - 1640), padişah, yeniçeri ağası hasan halife'ye bebek'te bağlık bahçelik geniş bir arazi ihsan etmiş ve semt bir süre hasan halife'nin adıyla birlikte anılmış. yavuz sultan selim'in bebek'te, büyük ihtimalle daha sonra bebek bahçesi'ndeki ünlü hümayunâbâd kasrı'nın (bebek kasrı) bulunduğu yerde bir kasır yaptırdığı, aynı dönemlerde bebek çevresinde kayalar mevkiinde bir tekke bulunduğu (durmuş dede tekkesi), iv. murad döneminde hasan halife bahçesi'nin ününün semti çok aştığı çeşitli kaynaklarda ileri sürülüyorsa da, 18. yy'ın ilk çeyreğine kadar yörenin mamur olmadığı, var olan kasırların terk edildiği, hattâ bu harabelerde barınan haydut, eşkıya yüzünden kötü bir üne sahip olduğu anlaşılmaktadır.

    artan popülarite...
    bebek'in rağbet gören bir semt haline gelmesi iii. ahmed ve sadrazamı damat ibrahim paşa zamanına rastlar. bu dönemde bebek bahçesi'nde hümayunâbâd kasrı, bebek camii, mektep, çeşme, hamam, değirmen ve dükkânlar inşa edilmiş; semt şenlenmeye, kalabalıklaşmaya başlamış. türkler, rumlar, yahudiler, ermeniler semtte köşkler, konaklar, yalılar yaptırmaya başlamış. 18. yy sonundan 19. yy ortalarına kadar olan dönemi kapsayan bostancıbaşı defterleri'nden, arnavutköy iskelesi’nden rumelihisarı'na uzanan bu sahilde, şeyhülislam, rumeli kazaskeri, reisülküttab, hekimbaşı gibi devlet ricalinin, birkaç nesil aynı ailenin elinde kalmış ya da kalacak olan kırk kadar sahilsaray ile bahçelerinin bulunduğu öğreniliyor...

    modern bebek
    semtin yazlık olmaktan çıkıp sürekli yaşanan bir semt haline gelmesinde 19. yy ortalarından itibaren vapur seferlerinin başlamasının, daha sonra da tramvayın gelmesinin payı var. 1914'te şirket-i hayriye'nin yayımladığı boğaziçi adlı kitapta, bebek'te çoğunluğun islâm olduğu, ancak ingiliz, fransız ve amerikalılar'ın da bulunduğu kaydedilmiş. amerikalılar'ın varlığı, 1863'te bebek sırtlarında kurulan robert kolej ve arnavutköy amerikan kız koleji'nde ders veren öğretmenlere bağlanabilir. 1960'ta r. e. koçu'ya göre 414'ü ev, 187'si apartman dairesi olmak üzere toplam 739 hanenin bulunduğu bebek semti, günümüzde boğaziçi'nin en seçkin ve lüks sayılan semtlerinden birisi...

    bebek’ten renkler...
    bir zamanlar, kötü havalarda teknelerin sığınmaya çalıştıkları ve bir dönem de kalafat yeri olarak kullanılan bebek koyu, bugün yatların, yelkenlilerin ve sürat motorlarının demirledikleri bir koy görünümünde... bebek iskelesi ve bebek camii'nin yanında, halen mısır konsolosluğu'na doğru park olarak uzanan bölgede, 1908'de ii. meşrutiyet ilân edildiğinde halka açık bir "millet bahçesi", ve de deniz kenarına bir gazino yapılmış. bebek gazinosu diye bilinen bu gazino 1957-1958 arasında bebek meydanı yeniden tanzim edilirken kaldırılmış, 1960'larda yeniden açılmış, nihayet 1980 sonrasında park yeniden yapılırken gazino bütünüyle yok olmuş. benim gibi yetmişlerin başında doğan çocukların da hatırlayabildiği bu gazino uzun süre bebek belediye gazinosu adıyla konuklarını ağırlamış, gönül yazar, emel sayın gibi isimleri sevenleriyle buluşturmuştu...

    gazinonun faal döneminde, arka masalardan birinin yanında, bir ulu çınar gövdesi dikkatimi çekerdi hep. öyle ki bu çınar, gazinonun tavanını delip geçerdi... kurumaya yüz tutmuş, kovuk yapmıştı... ne zaman ki gazino yıkıldı, çınar da özgür kaldı. şimdi, biraz insanoğlu desteğiyle de olsa yaşıyor ve o kalın ve güngörmüş gövdesinin yanında cılız kalan dallarından fışkıran yapraklarla “hâlâ ayaktayım!” mesajını veriyor herkese, yani bilenlere...

    1965-1970 sonrasındaki boğaz tepelerini ve korularını tahrip eden hızlı yapılaşma sırasında bebek sırtlarının yeşili bütünüyle ortadan kalktı; ahşap ve eski kâgir evler yıkılarak yerlerine apartmanlar dikildi; bebek, yokuş ama çok işlek bir yolla tepedeki etiler'e bağlandı... hatta daha sonraları, küçükbebek olarak adlandırılan bölgeyi semtin sırtlarına taşıyan köhne yol dahi ii. boğaz köprüsü çevre yoluyla bağlantılı hale geldi...

    “rumlara ne oldu?” diye merak ediyorsanız söyleyeyim: çoğu öteki dünyaya göçtü, gitti... kiraya mahkum kimisi ‘sosyete semti’ olarak kendini ‘upgrade’ eden bu muhiti madden kaldıramadı, terk etti... büyükbebek’ten yukarı çıkan manolya sokak’tan ya da etiler yokuşu’ndan çıkarak ulaşabileceğiniz bebek kilisesi cemaatsiz kaldı... tüm istanbul gibi, bebek de o nadide renklerini kaybetti istemeden de olsa...

    bebek’e gitmişken...
    yerlisi değilseniz ve sadece gezmek için oradaysınız, işte size mutlaka yapmanız gereken birkaç şey:

    otobüsle geliyorsanız eğer, iki durak önce, arnavutköy’de inin ve bebek’e yürüyerek ulaşın...

    bebek parkı’na girin ve oyalanın... bir kâğıt helva alın, sahilden bir de çay... bulabilirseniz o az önce bahsettiğim çınarın dibine oturun ve onunla dertleşin...

    yürümeye devam edin... mini dondurma’dan bir külah dondurma, hatta yolun karşısına geçip bebek badem ezmecisi’nden badem ezmesi alın; yiyin...

    aşiyan’a gelmeden bir banka oturun... derin bir nefes alın, ve başka hiçbir şey yapmayın...
    *
  • ulan ciddi ciddi ekmeğe eppek diyorlar ya, çok ciddiler bu konuda şaka kaldırmıyorlar hiç.
hesabın var mı? giriş yap