• yıllarca eskişehir-istanbul tren hattında, yemekli vagonda oturup ethan hawke gibi birinin gelmesini beklememe neden olan film. *
  • filmin son sahnesi en alıcı bölümüdür. gece boyunca gezilen eğlenilen anılar edinilen mekanların sabah gün ışığıyla birlikte yerini ıssız neşesiz ve durgun haline dönmesi insanı vurur bi yerlerden. aynı terapi tatil zamanları yola çıkmadan önce sabah sabah gece eğlenilen mekanların gezilmesi şeklinde gerçekleştirilirse aynı etki sarsar sizi.
  • ethan hawke, yagli saclari ve converseleri ile 90' lar amerikan gencliginin en basarili temsilcilerinden biri olup ic gecirtmis, julie delpy ise avrupali, kafasi calisan, kulturlu kiza cuk diye oturmustur.

    filmden cikarabilecegimiz savlardan yalnizca birine gore diyebiliriz ki; avrupali lafa geldimi her daim amerikaliya ayari verir ama ilk firsatta da kucagina atlamaktan da geri kalmaz.
  • spoiler icerir

    galiba az önce tüm seride kimsenin fark etmedigi bi' seyi fark ettim. ask ve sevmek hakkında konustuklari bi' sahnede celine güclü ve bagimsiz bi' kadin olmak istediginden bahsediyor ve tum hayatinin bi' erkegin etrafinda sekillenmesinden korktugunu soyluyor. jesse de guzel, ilgili bi' iliskiye sahip olup bir seylerde cok iyi oldugumu kacirdigimin farkina varmaktansa ölmeyi tercih ederdim diyor.

    yillar sonra celine bagimsiz, guclu, istedigini yapan ve hicbir erkege bagli olmayan bi kadina donusuyor. jesse ise bu icinde kalan geceye dair bi' kitap yazarak unlu bir yazar oluyor. sonuc olarak ikisinin de basina korktuklari sey gelmiyor ama mutlulugu bulamiyorlar.
    bilmiyorum senarist/yonetmen bunu bilerek işledilerse takdire şayan ki filmleri 9 yil arayla cekmeye karar verdiklerini dusunursek (kim 3 filmlik bir seriyi 18 yilda ceker bu cok farkli ve dusununce etkileyici) bilerek yapmislardir. ben de saygimdan 3 ay arayla izlemistim filmleri.

    bazen korktugunda beynin kendini rahatlatacak seylere inanabiliyor askın sacma oldugu gibi ve bazen de emin olamiyorsun sen mi asktan kacıyorsun yoksa o mu senden kacıyor.
  • köprü altinda yatan sarhos sairin, alttaki siiri filmin kahramanlarina yazdigi film:

    daydream delusion.
    limousine eyelash
    oh, baby with your pretty face
    drop a tear in my wineglass
    look at those big eyes
    see what you mean to me
    sweet cakes and milkshakes
    i am a delusioned angel
    i am a fantasy parade.
    i want you to know what i think.
    don't want you to guess anymore.
    you have no idea where i came from.
    we have no idea where we're going.
    launched in life.
    like branches in the river.
    flowing downstream.
    caught in the current.
    i'll carry you. you'll carry me.
    that's how it could be.
    don't you know me
    don't you know me by now.
  • bunu izleyip de interrail'e erasmus'a giden gençlerin psikolojisini bozmuştur bu film. hepsi trenlere hayatlarının aşkı onları bekliyor ümidiyle binerken, göt olup inmişlerdir.
  • filmin en ilginç yanı tamamen diyalog bazına yerleştirilmiş olmasıdır. nitekim filmde ne bir zıplama ne bir patlama ne de araba sahnesi görülmektedir. zaten modunu anlayan için hayatının filmi, geri kalanı için sıkıcı ve gereksiz gelmektedir. fakat ethan hawke ve julie delpy'nin oynadıkları karakterlerin, tamamen bambaşka kültür ve geçmişten oluşmuş olan yaşam tecrübelerini birbirlerine aktarmaları üzerine kurulu bu diyaloglar insanı dahada bir içine çeker, filme bağlar.
  • restorandaki hayali telefon görüşmesinin gelmiş geçmiş tüm aşk filmlerinin limit noktası olduğu yapıt.
  • filmin fanları şıp diye bilir; celine ve jesse, ringstrasse'de bir tramvaya binerler ve tramvayın en arkasına geçip birbirlerine q&a yaparlar. filmin en sevdiğim sahnesi sanırım.
    işte o tramvaylar artık yoklar. bindikleri tramvay, 32 koltuk ve 43 ayakta olmak üzere 75 kişilik c3 tipi tramvaylarından. tramvayın en harika özelliği de zemininin ahşap olmasıydı. 2017 yılının ilk yarısında bu son ahşap zeminli tramvaylar 60 seneye yakın çalıştıktan sonra sessizce kaldırıldılar.
    eğer bir gün viyana'ya gelirseniz, celine ve jesse'nin bindiği bu tramvay modelini görmek için verkehrsmuseum remise'yi ziyaret etmelisiniz. bir müzede görmek, tramvaya binip şehri turlamanın ne kadar yerini tutabilirse artık.

    filme dair en çok sevdiğim şey, 14 senedir yaşadığım şehrin bambaşka bir halini görmek. şehir çok değişmiş olmasa da değiştiği yerler can yakıyor. c3 tramvayları artık yok, zollamtssteg artık ahşap zeminli değil, preßgasse'deki bazı binalar yıkıldı... değişmeyen şeyler de var elbet, hatta değişen şeylere sayıca çok üstün basarlar ama sanırım pesimist yanım kabarıyor bu filmi izlediğimde.
    1994 yazı. o kadar harika gözüküyor ki şehir, filmi izleyenlerin kafayı kırmasını anlayabiliyorum. o viyana daha güzel. kesinlikle daha güzel. üstelik viyana yazın bambaşka güzel.
    kışın bu filmi açıp izlemeyi seviyorum. viyana'da yaz özlemimi gideriyor.
  • şu kadar entry arasında kimse değinmediğine göre artık kendimi rahatça aptal hissedebildiğim film.

    nasıl mı? tabii ki çok kolay, şöyle:
    ulen kimse mi filmin almanca başlamasından işkillenmedi, benim gibi dvd'ciye filmi geri götürüp ''ama bu film almanca ve türkçe altyazı falan da yok'' diye arıza çıkarmadı? ben çıkardım çünkü. hem de 3 kez. evet.

    iş bu vesileyle filmin almanca bir tartışmayla başlamasında emeği geçen o çifte, bu tartışmayı ve diğer almanca konuşulan sahneleri türkçe altyazıya değer bulmayan altyazı sorumlularına, benim kadar sabırsız olmayıp, insan gibi bekleyince filmin gayet ingilizce olduğunu hemencecik anlayıp bana kendimi bu kadar aptal hissettiren 172 entry yazarına ve filmi bu kadar sade ve şahane yapabilen yönetmen ve oyunculara, ayrıca bugün izlediğim en keyifli seyre sebep olan herkese sonsuz teşekkürler.
hesabın var mı? giriş yap