• başlık sınırına takıldık.
    bekçiye öğretmenden fazla maaş verip öğretmen kalitesinden dem vurmak.
    günümüz türkiyesinde yaşanan elim bir olay.
    ilkokul mezunu bekçiye yıllarca eğitim almış zaman harcamış gençliğini heba etmiş çalışmış didinmiş kpss denen belayı atlatmış öğretmen olmuş adamdan fazla maaş verip daha sonra öğretmenden yakınmak çok ilginç.
    not: öğretmen değilim.
    edit: düzeltme
  • herkes öğretmene yüklenmiş ama bir de şöyle bakalım. baştan söyleyeyim öğretmen değilim, öğretmenlik de okumuyorum, hatta ve hatta öğretmenlik gibi bir düşüncem olmadı bile.

    öğretmen olmak isteyen kişi liseden sonra 5 yıl daha okuyor haliyle o süreçte ne maaş alıyor ne sigortası yatıyor üstüne bir de okul masrafları ekleniyor. bekçi ise liseden mezun olunca işe başlayıp hem sigorta alıyor hem de çalıştığı için ekstra maaş alıyor. öğretmenden 5-6 yıl fazlası orda oluyor.

    sonra eğer atanırsa hemen devlette öğretmen olarak başlıyor diyelim. çalışırken sınavları evde okuyor, derse hazırlığını evde yapıyor, okulda giyeceği kıyafeti (iş elbisesini) kendi cebinden alıyor, kalem kitap gibi iş ekipmanlarını kendi cebinden karşılıyor. bekçi mesaisi bitince direkt evine gider ve bir dahaki bekçiliğine kadar bir çalışma yapması veya o günün raporunu tutması gerekmediği için eve iş götürmez. e iş kıyafetini ve iş ekipmanlarını da kendi karşılamaz direkt devlet verir herşeyini.

    sonra artık o kadar yıl çalışmış bir de emekli olacak o da ne bütün meslekler emekli olunca avantajlı oluyor öğretmenin maaşı düşüyor, emekli ikramiyesiyle anca araba alabiliyor o kadar. bekçilikten emekli olunca hem maaşınız güzel bir artış görür hem de ikramiyeniz neredeyse bir ev fiyatına yaklaşır.

    şimdi bunları düşününce bekçinin hem işe başlamadan hem iş sırasında hem de emekli olunca öğretmenden maddi olarak avantajlı olduğu belli (maaşları katmadım bile). işte onu da çalışma şartları ve tatilleri ile dengeliyor diyebiliriz.
  • bekçinin aldığı maaşı savunan embesilleri ortaya çıkartan başlıktir.
    bir gerizekali da bekci 20 gun öğretmen 180 gun izin yapar demis, ulan embesil okula da mi gitmedin bunu soyleyecek kadar cahil kaldın? 6 ay okullar mi tatil bu ülkede? yaz tatilinin de bir bucuk ayi kadar süreçte seminerdi zartti zurttu işleri çıkıyor ogretmenlerin. tırrek gelmiş vasifsiz bir isle toplumu yetiştiren meslek grubunu kıyasliyor bir de vasifsizi övüyor, bu angut zihniyet yüzünden ülke bu halde.
    not: öğretmen falan değilim bekcinin maasinda da gozum yok zira ortalam ustu gelire sahip bir mesleğim var. ama yetti aq öğretmene sallama trendi de bir yere kadar. hatta bu öğretmene sallayan kitle sikimsonik okullarin siktiriboktan bölümlerinden mezun olup issiz kalinca ogretmenlerin aldığı maaş gozlerine batmıyorsa birşey bilmiyorum. okusaydın sen de öğretmen olsaydın amk
  • bir maaşın düşüklüğünü başka bir maaşla ölçmek kadar büyük saçmalık yok.
    "bekçilik " denilen saçmalığın varlığını tartışmamız gerekirken burada maaşını tartışıyoruz. paranın değerini iyice kaybetmesini tartışmamız gerekirken maaşımız düşük diye dert yanıyoruz.

    üretimin olmazsa o maaşın hiç yetmeyecek güzel kardeşim. yazın yediğin domatesin tohumunun gramı altınla yarışırken ve senin ülkende yerli tohum yasağı* varken sen kıçını yırtsan da sana 15000 de verseler bir boka yaramayacak. paran bir boka yaramıyor artık.
    (bkz: venezuela)
  • bekçilik polislere yardım için falan değil, tamamen piyasadaki işsizliği azaltmak için devlet tarafından açılmış kadrolardır.
    hiçbir işe yaradıkları da yok.
    polisi .iklemeyen keş, ayyaş, yankesiciyi bekçiyle mi korkutacaksın?
    olmaz öyle saçmalık.
    polis götünü yırtıyor ama gece sokakta geziyor diye bekçilere polisle aynı maaşı veriyorsun!
  • geçim kaygısı olan öğretmenin bilgi üretmesini bekleyemezsiniz. maslow ihtiyaçlar hiyerarşisinde temel ihtiyaçlardan sonra güvenlik gelir. yani yeme içmeyi karşılayacaksın, basını sokacak bir ev bulacaksın sonra bir iki basamak daha ilerleyip faydalı olacaksın.

    ben şimdi ay sonu kirayı düşünüyorsam , yediğim yemekten kısıyorsam ve bunların hesabını yapıyorsam nasıl verimli olabilirim. bu yüzden birçok öğretmen ek iş yapmaya çalışıyor. kimi özel ders veriyor, kimi ceviz satıyor.

    doğu batı arasında bir standart da yok. istanbul’da ortalama kira 2000 tl iken, anadolu’nun herhangi bir yerinde 500 tl olabiliyor. şimdi bu iki yerde görev yapan öğretmenlerin gideri aynı olmaz. önce bir standart sağlanmalı sonra çalışan -çalışmayan öğretmen tespit edilmeli. çalışan öğretmenler de teşvik edilmeli.

    özet olarak öğretmeni kollayacaksın. yaşam şartlarını iyileştireceksin. türkiye’nin her yerinde ayni standartları sağlayacaksın. çalışan ve çalışmayanı ayıklayacaksın. çalışanı maddi manevi tesvik edeceksin. bak bakayım o zaman eğitim nasıl ilerliyor.

    ağzı olan konuşuyor. yahu ücretli öğretmenlik adı altında derse baytar giriyor. at bakıcısı , imam giriyor. böyle bir yerde eğitim gelişir mi?

    kemal sunal’ın 35 sene önce oynadığı ve en sonunda geçim sıkıntısı yüzünden kafayı yediği öğretmen filmi

    değişen bir şey yok.
  • bekçi başlığında bunlar hep yazıldı.
    işsizliği azaltmak, yandaşlara iş bulmak, bu arada da milletin ensesinde devletin gücünü hissettirmek için cahil cühelaya bir ton maaş verildi. ortada yaratılan katma değer yok bir şey yok, havadan para ödeniyor.
  • bekçi nedir? topluma ne gibi bir katkı sağlar ? bekçi ne üretir? bu soruların cevaplarına bakmak lazım aslında. öğretmenle kıyaslamal düpedüz saçmalıktır. belçilerin çalışma saatlerini yazan arkadaşlar da olmuş. bi baksınlar o çalışma saatleri boyunca bekçiler sokakta volta atmak dışında ne yapıyorlar. adamlar bildiğin sokakta yürüyerek para kazanıyor.
  • ilginç bir kıyaslamadır..

    esasında çevremdeki insanların bu tip eleştirilerine maruz kaldığımda en büyük cevabı çalışarak verdiğimi düşünüyorum ama burada örneklem geniş. 15 yaşında gençlerden tutun da 70 yaşındaki bireylere uzanan bir yelpazede, pek çok farklı sosyo ekonomik çevreden, pek çok farklı kültürden, pek çok farklı görüşten insan var. amacım herhangi bir kimseyi / kesimi ikna etmek falan da değil (sadece bilmenin sorumluluğunu paylaşmak istiyorum, o yüzden ilginizi çekmezse devamını okumazsınız, olur biter!) bu sebeple sadece kendi bakış açımı paylaşmak için yazıyorum...

    skinner'in güzel bir sözü ile başlamak istiyorum, "eğitim, öğrenilen her şey unutulduktan sonra geriye kalandır." der ve bir üniversite bitirmenin size sadece bir diploma kazandırdığını anımsatmak isterim sevgili gençler ve romalılar. o yüzden hangi kaliteli üniversitenin hangi en yüksek puanlı bölümünden mezun olduğunuz, hangi şirkette ne kadar maaş aldığınız, hangi firmanın sahibi olduğunuz (hard skills denilen beceriler sizi ilgilendirir) beni ve dahi kimseyi (toplumu soft skills alanındaki beceriler ilgilendirir) ilgilendirmiyor. mesleğini bilerek, severek, isteyerek seçmek "yaşamak ve yürütmek zorunda olduğumuz yaşam savaşında" bir lüks olarak görülebilir. bunu mesleğini seven ve yaklaşık dört yıl işsiz kalmış bir birey olarak söylüyorum. yaşayabilmek için (en azından kendi kendime yetebilmek için `yetmeyeceğimi düşündüğüm anda da geçici bir süreliğine ülke değiştirmeyi bile göze aldım`) bekçilik yapmak zorunda kalsaydım da (en iyisi olmak için değil) elimden geleni en iyi şekilde yapmaya çalışırdım!

    ülkemdeki mevcut sıralama aslında mesleklere verilen değeri de gözler önüne seriyor; doktor, mühendis, avukat...
    bu sıfatlardan birine sahip değilseniz (bu arada hiçbirinin maaşını bilmiyorum ve merak dahi etmiyorum, sadece burada denk geldiğim bazı yazarların söylemlerinden kendimce çıkarımda bulunuyorum) zaten orta kesimin bir üyesisiniz. ne ekonomik kriz (ve zaten anlamazsınız da ekonomiden) sizi vurur, ne sağlık giderlerinin artması sizin umrunuzda olur, ne de adaletsizlikler!
    alt grup zaten açlık sınırında olduğu için düşünmek zaten gereksiz bir eylem, çünkü parası yok!
    üst grubun zaten bunları düşünmesine gerek bile yok, kendileri yerine yapabilecek kişiler var, çünkü parası çok!

    bir mühendisin topluma, bir doktorun bireylere fayda sağlaması çok değerli. hukukçuların da hakları gasp edilmiş ya da haksızlığa uğramış ya da haklılığını ıspat etmede yetersiz kalmış bireylere yardımı muhteşem ve anlamlı. bir polisin mesaisi tedirginlik dolu, bir güvenlik görevlisi ve bekçininki de. bu birkaç alanı kıyaslamak anlamsız zira yapılan işler çok farklı ve bu kişilerin toplumda kendini gerçekleştirme amaçları.

    gelin şimdi de size bir başka kavramdan bahsedeyim; autopoiesis!
    şilili hücre biyologları tarafından öne sürülen bu kavram temel olarak autopoeitic sistemlere dayalıdır ve bu sistemlerdeki altı kriter yerine getirildiğinde sorunsuz çalışabilir. bir sistem anlaşılırsa, parçaları çözümlenebilirse, parça etkileşimleri genel fizik kurallarına uygunsa, komşuluk ilişkileri ihlal edilmiyorsa, üretim yapabiliyorsa ve kendi materyallerini kullanan üretim mekanizmasına sahip olması durumunda sistem sorunsuz işleyebilir.
    işte tam burada bir mola verin ve komşuluk ilişkileri maddesine bir bakın.. bir bütün olarak toplumda toplum için toplu biçimde daha iyisi için mücadele etmek yerine komşunuzun daha kötü şartlara sahip olması için sadece eleştirmek sistemin geneline zarar verecektir. sadece bir tercih meselesi olan meslek seçimi ve tercihi durumunu, bu tercihin ve çalışmanın sonucunda elde edilen maaşı ülkenin en büyük sorunuymuş gibi sürekli farklı şekillerde aynı soruna odaklamaktan vazgeçin. somut çözüm önerileriniz ise gerçekten gülümsetecek cinsten! neden mi?

    gelelim yaptığımız işe;
    biz eğitimciler çocuklara alan bilgisinin yanında olay ve olgulara farklı perspektiften bakmayı da salık veririz. salt kendimiz gibi düşünmelerini değil, farklı bakarak/baktırarak küçük çatışma ortamları oluşturur, çatışmayı çözerek zihinsel denge durumuna getirip mevcut bakış açısına ilişkin öz değer oluşturmalarını hedefleriz. çevre, toplum becerileri kazandırmak gibi, üç boyutlu düşünme becerisi, bilimsel süreç becerisi, okuma becerisi gibi beceriler de bonus olarak gelir. bunları direkt damar yolundan enjekte edilen ilaç gibi değil, izotonik sodyum klorür solüsyonu ile karıştırarak zaman içerisine yayılmış biçimde yaparız. eğitim öğretim hizmeti çalışanlarının görevleri bellidir. dakik, planlı, disiplinli ve bilgili olmak durumundayız. ayrıca resmi olarak görevlendirildiğimizde ve bilgilendirildiğimizde tatildeyiz deme hakkımız yok!

    gelelim benim yaptığım işe;
    mesai saatlerimi söylesem burada demediğiniz kalmaz! dışarıdan bakan herkes "vaaaay!" diye bir ilk tepki veriyor. sonra "beni de al yanına" diyen kimselere anlatmaya başlıyorum. hallerine şükredip vazgeçiyorlar...
    maaşım standart memur maaşı, o yüzden her zaman söylerim; sıradan bir insanım diye!
    hesaba yatan paranın bir kısmı temel ihtiyaç malzemelerine gidiyor ( hayır canım, makyaj malzemesi, güzellik salonu, manikür, pedikür falan değil "yahu bu arada hayatım boyunca hiç manikür/pedikür yaptırmadığımı fark ettim, ölmeden önce bir kez denemem lazım di mi!")
    basit bir araştırmada çörekotu içeriğinin araştırma laboratuvarındaki basit bir analizi için ve gümüş halojenürlerin tepkime hızlarını ölçmek istediğinizde gümüş tuzlarının 100 gr.'ı için yüklü miktarda; sanayiden aldığım metal, pvc parçaları için küçük miktarlarda; çocukların kullandığı esnada bozulan/biten ve ertesi güne yetişmesi gereken basit sensör, led, pil gibi temin edilmesi kolay; göz, böbrek, kemik gibi çabuk bozulabilen, kan serumu, alkol, lanset gibi hijyenik ve soğuk ortam gereksinimi duyan materyalleri temin etmek ve çalıştığınız kurumun imkanı yoksa/müdür etkinliğinizi gereksiz görüyorsa o işi sürdürebilmek adına gerektiği yerde bir maaşını vererek iş bitirmek! yoruldum dahasını yazamayacağım ve gerek bu kısmı gerek dahası ilginizi çekmez çünkü ne yaparsanız yapın bazı insanlar memnun olmaz, mutlu da olmaz, empati de kuramaz.
    e sen de yapma diyeceksiniz!
    yapma demek daha anlamlı çünkü kolay, oysa öğrenme zorluklarla, beynin mevcut bilgi ile çatışması sayesinde gerçekleşiyor! bu ara bazen o kadar yorgun hissediyorum ki! ama beden gücü ile çalışan kimseleri düşündükçe ya da uykusuz kalan/kalmak zorunda olan kimseleri, daha az uyumalıyım ve daha çok çalışmalıyım diyorum!

    tatil ve evet asıl dikkat çekilen nokta bu!
    mesai saatlerinin çocukların dikkat süreleri ile ilişkili olduğunu ve o zaman dilimini en verimli şekilde kullanmak için deli gibi hazırlık yapıldığını söylemek bile yetmeyecek ama olsun, bilin!
    mesai saatleri dışında herhangi bir ücret almadan home office çalışmaları da yürütenler var!

    bu arada, öğretmen maaşı eleştirilemez bir olgu değil! eleştirin elbette ama bu eleştiriler bir olguyu geliştirmeye ya da değiştirmeye yaramayacaksa sonsuz evrende ilginizi çekebilecek pek çok alternatif konu mevcut! maaşların artan enflasyon karşısında yeterince erimesine, alım gücünün düşmesine rağmen, daha az maaş alınsa daha fazla mı mutlu olacaksınız? bu noktada adınıza üzgünüm, mutlu olmanın parayla korelasyonunu merak ediyorsanız umarım bir gün bu merakınızı giderecek kadar kazanabilirsiniz. ancak mutlu olmanın ya da kaliteli bir yaşamın tek yolunun sadece mesai, para, vb. koşullara bağlı olduğu yanılgısına düşmeyin. işinizi (hatta yaşam amacınızı ve belki de bir başka kişiyi) sevmek gibi mucizevi bir duygunun varlığı, tüm zorlukları aşmanızda ve yaşamda yorulmadan yürümenizde önemli bir etken olabilir, bunu bir düşünün lütfen!

    her bireyin potansiyeli, her bireyin zeka seviyesi, her bireyin geçmişi, her bireyin ilgisi ve yapmak istedikleri kısaca her bireyin yaşamı farklıdır. bu farklı koşullara sahip bu denli şiddetle saldırmanın altında yatan sebep olarak kendi imkanlarını sevmeme, kendi maaşını beğenmeme, kendi konumunu kafasında hayal ettiği yaşamla bağdaştıramama olarak ilişkilendiriyorum. belki de ben de yanlış bakıyorum! hatta burada öğretmenleri eleştirenlerin çoğu da çocuk sahibi olmayan kimselerdir diye tahmin yürütüyorum. çünkü isteseniz de istemeseniz de çocuğunuz okula başladığında iyi çalışan, kendi görüşünüze yakın bir öğretmen arayışına girişecek ve öğretmen kininizi bir nebze empati ile değiştireceksiniz!

    daha iyi bir yaşam için elinizdeki tek sermaye olan yüreğinizi, yaşam enerjinizi, onurlu duruşunuzu koruyun. ben hep böyle bakıyorum ve size de tavsiye ederim!
    "ben sevdiğim işi yapıyorum, devlet bana maaş veriyor!" o yüzden kolay kolay yorulmuyorum...
    beni (aklı olan ve şu günleri yaşayan herkes gibi) mevcut durum, savunmasız çocuklara yapılanlar çok yoruyor, ne yazabiliyorum, ne okuyabiliyorum! inanmayacaksınız belki ama hiç tanımadığım insanlar için üzülebiliyorum...

    unutmayın sevgili gençler ve romalılar;
    her toplulukta olduğu gibi her iş kollarının içerisinde iyiler de vardır kötüler de..
    toplulukların büyük çoğunluğunu sadece oturup izleyenler oluşturur, ortalama kısmını sadece eleştirenler ve çok küçük bir kısmını da üretenler oluşturur. siz hangi tarafta olduğunuzu bilin de ona göre sunduğunuz argümanlara bakarak bizler de nitelikli eleştiren bireylerden boyumuzun ölçüsünü alalım. zira eleştirilerin pek çoğu tebessüm ile bilgi eksikliğinden kaynaklanan anlatım bozukluğu farkındalığı dışında bende başka bir his uyandırmıyor. (buna meslektaşlarımın argümanları da bazen kendi argümanlarım da dahil!) demem o ki; kustuğunuz öfkenin müsebbibi sizsiniz! bakış açınızı belki de mesleğinizi değiştirmeyi deneyebilirsiniz.

    --- hayyam der ki! ---

    arkadaş dünya için boş yere üzülme
    şu hurda dünya için gereksiz yere üzülme
    var olan zaten geçti yok da ortada yok
    şen ol da var için yok için üzülme

    --- hayyam der ki! ---

    asıl irdelemeniz gereken maaş değil bu arada!
    meb'de çalışan personel sayılarına ve hangi alanda kimlerin istihdam edildiğine bir bakın ve sağlıcakla kalın!
  • bir argümanla konuşacagım, tahmin edin bu argümanı kimler kullanıyor :)
    argüman şu: "begenmeyen ögretmenler, istifa edip bekçilik yapsın"

    tanım: serbest piyasa koşulları gereği normal olan durum
hesabın var mı? giriş yap