• 'bekleyiş teselli etmez. bekleyenlerin teselli edilecek hiçbir şeyleri yoktur.'
  • "eğer sizi unutursam, siz kendinizi hatırlayabilecek misiniz?"
  • "tüm konuştuklarım arasında sadece onunla konuştum, ve eğer diğerleriyle konuştuysam sadece onun yüzünden, onu unutuşum dâhilinde." nükhetseza'nın da cümlesidir aynı zamanda...
  • yapıtı okurken akıllara çakılacak, eserler ve (bkz: sinematografi) izlenimi uyandıran; son döneminden yaşarken iskeletleşen adam, kelimeleri ve sözde yazınsal dünyayı ezmek isteyen tinselci hikmeti barındıran edebiyat bekçisi mösyö blanchot.
    iskelet blanchot! -yaşarken kendini öldürememiş ve yazınsal imgede neyse, ondan kendini koparamamış blanchot.

    blanchot; ''bekleyişin çürümesi, sıkıntı. durgun bir bekleyiş, öncelikle kendisini bir nesne olarak kabul eden, kendinden hoşnut ve sonunda kendinden nefret eden bir bekleyiş. bekleyiş, bekleyişin dingin kaygısı; düşüncenin
    bekleyişte hazır bulunduğu dingin yayılma haline
    gelen bir bekleyiş.''

    kadın ve adamın odaya sinen imgelem artıklığı:
    - vampire, 1893 edvard munch

    kitabı okurken (bkz: georges bataille) 'ın dediği gibi;
    ''umutsuzlukta, delilikte, aşkta, yakarışta, suç ortaklığı duygusu. iletişimin dağılmış, insanlıkdışı sevinci çünkü umutsuzluk, delilik, aşk, boş mekanın hiçbir noktası yoktur ki umutsuzluk, delilik, aşk olmasın ve üstelik:
    gülüş, baş dönmesi, bulantı, ölüme kadar kendini kaybediş.''

    kendi evrelerinde ölüme-yönelik kopuşta bütünleşen soğukluğun sonlanması:

    blanchot ''bekleyiş, yolunu kaybetmeyen sapmanın, hatasız başıboşluğun mekanı.''

    - (bkz: edvard munch) death in the sickroom 1895

    - fool death, my playmate narre tod mein spielgestell
    (franz fiedler)

    sinema:
    (bkz: three colors red)
    (bkz: karhozat)
    (bkz: buffalo ’66)
    (bkz: naked)93
    (bkz: paris, texas) (1984)

    (bkz: lost highway) (blanchot; hiçbir şey saklı olmaksızın kaçıp giden.)

    (bkz: dekalog) series' (blanchot; ''herkesin gözünde sır.
    sanki acı, mekan olarak düşünceyi tutmuştu.'')
  • “kimi zaman adam onu unutuyordu, kimi zaman hatırlıyordu, kimi zaman unutuşu hatırlayarak ve bu hatırlayışta her şeyi unutarak.”

    maurice blanchot, bekleyiş unutuş s.64
  • enkaz altında kaldım. öyle bir enkazın altında kaldım ki kitabı bitireli kaç saat oldu, hala yıkıntılarından kafamı çıkaramadım.

    inceleme öncesi giriş notu: bu incelemeyi okumak yerine izlemeyi tercih ediyorum diyenler için: https://youtu.be/grlyebu1kdq

    ulysses, finnegans wake, 49 numaralı parçanın nidası, ses ve öfke, tristram shandy, locus solus... bütün bu kitaplar için hiçbir zaman yukarıdaki cümleyi kullanmadım. bir kitaptan hiçbir şekilde bir şey anlamayıp hala elinizden bırakamıyorsanız, buna ne denir? elimden bırakmayı geçtim, bu kitabı aynı gün içerisinde bitirmemek için kendimi zor tuttum. her okuduğum satırında, beynimde eğer hala teller varsa hepsini teker teker yaktı. okuduğum sıralar burnuma sürekli kesif bir yanık kokusu geliyordu.

    bekleyiş unutuş. bir otel odasında bir kadınla adam. oda, uzunca ve dar. tıpkı uzun bir koridormuş gibi kitapta tarifi yapılmış. sadece bu kadar. bunun dışında metnin içinde denk gelebileceğiniz başka doğru düzgün bir tarif söz konusu değil. elinizde bir bulmaca ama bilmediğiniz bir dilde, sanki bir uzaylı toplumun dilinde yazılmış gibi. sanki çağlar öncesinden bizlere hiç adını sanını duymadığımız bir dilde seslenir gibi.

    kadınla adamın adını bilmiyoruz. zaman belli değil. karı koca, sevgili, arkadaş ya da adını koyamadığımız başka türlü bir ilişki. hiçbirini bilmiyoruz. neden bir aradalar, onu da bilmiyoruz. odada başka birileri var mı ya da arada girip çıkıyorlar mı o da belli değil. bu yazılan hikaye, hangi ülkede ya da hangi şehirde geçiyor, onu da bilmiyoruz. bildiğimiz sadece bekleyiş ve unutuş, o kadar.

    kafanız karıştı değil mi, haklısınız benim de çok karışık. bir türlü cümleleri toparlayamıyorum. bu enteresan kitap, hiçbir şey anlamayıp okumaktan kendimi alamadığım bu ilginç metin, bana bugün dört saat içinde öykü yazdırdı. hem de bugüne kadar yazdığım öykülerin en ilginç, en gariplerinden birini. (içinde olmayan, olmayacak bir yemeğin tarifini içeren öykü mü olur? oluyormuş, teşekkürler blanchot amca.)

    ne diyorduk, bekleyiş ve unutuş. kitap iki bölüme ayrılıyor ama bu iki kısmı da birbirinden ayırt etmemizi sağlayan 1 ve 2 rakamı hariç metinde bir nokta yok. yani başlıkların da aslında tek başına bir anlamı yok. kitaba ismini veren bekleyiş ve unutuş birbirine sarmal şekilde iç içe geçmiş. tanrı yazarın tıpkı bir sahneyi anlatır gibi anlatım yaptığı, kadın ve erkek karakterlerin yer yer anlaşılmaz diyaloglarının yer aldığı ve yine anlatıcının bekleyiş, unutuş kavramlarıyla ilgili bol miktarda aforizmavari sözleri de aralara serpiştirdiği, hiçbir türe giremediğinden ancak anlatının içine girebilecek kurmaca gibimsi garip bir metin.

    cümleleri birbirine bağlamakta zorlandığınız, paragraflar arasında hiçbir bütünlüğün olmadığı, benim gibi yıllardır biçimci yazarların kitaplarını okumuş birini bile şaşkınlıktan şaşkınlığa sevk eden acayip, ilginç, enteresan, başka, bambaşka bir metin bekleyiş unutuş.

    eline aldıktan sonra okusan dert, okumasan yine dert, yukarıda hakkında bir sürü şey yazmama rağmen yine de aslında hiçbir şeyi anlatamadığım, ancak belki aşağıya bırakacağım alıntılarda az biraz olsa da anlaşılabilecek bir garip maurice blanchot anlatısı.

    fakat bütün olumsuz gibi görünebilecek sözlerime rağmen kitabı oldukça beğendiğimden dolayı 9 puan verdiğimi, hatta yazarın yine monokl'dan yeni çıkmış eseri "kafka'dan kafka'ya"yı sipariş verdiğimi de söylemem gerekli.

    son olarak benim gibi beyni yanıklara, beynini yeniden yaktırmak isteyenlere, acaba beynim nasıl yanar ucundan bir bakayım diyenlere hararetle tavsiye ederim.

    "bekleyiş, bekleyişte verilmemiş olan mevcudiyetin beklenişidir; bununla birlikte bu mevcudiyet, onda mevcuda dair ne varsa elinden alan bekleyiş tarafından basit mevcudiyet oyununa sürüklenmiştir." s. 91 - 2. bölüm

    "neden bana sözünü ettiğin bu mevcudiyetten uyanmak istiyorsun?" - "belki de bu uyanışta kendimi uykuya yatırmak için. üstelik bunu isteyip istemediğimi de bilmiyorum ve belki siz de bilmiyorsunuz." - "nasıl isteyebilirim ki? olduğum yerde isteyebileceğim hiçbir şey yok. bekliyorum, bekleyişin içerisindeki rolüm bu benim, bekleyişe doğru gitmek." - "bekleyiş, bekleyiş, ne garip kelime." s. 103 - 2. bölüm
  • bu ne yakıcı bir metin! tutuldum; bir duvara çarpmak üzere fırlatıldım.

    beklemek ve unutmak fiillerini eylem olmaktan çıkarıp isim yapmak. böylece eylemi pasifize etmek, soyutlaştırmak ve kavramsallaştırıp beynin her bir kıvrımına zerk etmek. blanchot, senin kaleminden tanrısallık akıyor!

    gerçeğe en yakın aşkı, hiç aşk demeden her bir satırda okudum, okudum, okudum. bu, birbirine dokunmadan sevişmeye başlayan iki insanın bir odaya bırakılmış hikayesi. madde ile mana arasındaki ilişkiyi koparmadan anlaşılması zor ve fakat anlamadığımıza meyilimiz, onu yüceltmemiz neden? hep kibirden.

    bu metin, zihnin kendi halinde işleyişine agresif bir saldırı. kalbe değil hayır, zihne saldırı. çünkü bu aşk, kalp analitik bir reformülasyona tabi tutulduktan sonra aidiyetini usun kendisine devretmiş. o yüzden beyinde bir zonklama bu. canlı bir organizmayı, aşkı (onu yarattığımızda ve adını koyduğumuzda artık ete, kemiğe bürünmüştür; yok gibi davranamayız ve ancak ölmesini bekleyebiliriz), baştan aşağı yarıp içini görmek istemek bu kitap. bir kere içini görünce artık merak edecek bir şey kalmaz. anlam? yitti bile.

    yasak aşk? intihar? ayrılık? hissin yasağı yok, düşüncenin eksiği var. ölümü beklemek mi unutmak mı daha acınası? ah, blanchot; senin karanlığın ne renk?
  • * "sizinle konuştuğumda sanki beni sarmalayan ve koruyan parçam beni terk ediyor ve dışarıya karşı beni korunmasız ve çok zayıf bırakıyor. benim bu parçam nereye gidiyor? bana karşı dönen sizin içinizde mi?

    adam, kadının kendisinden, onu, hatıranın onda hatırlanabileceği ve ifade edilebileceği kadar uzağa götürmesini beklediğini seziyor. işte her an hiç durmadan hatırlattıkları bu.

    herkesin gözünde sır.
    sanki acı, mekan olarak düşünceyi tutmuştu.

    * "öyle olsun," diyordu adam kendi kendine gözlerini kapatarak, "eğer istemiyorsan ben de vazgeçiyorum:" kadının belki de her şeyi unuttuğunun farkına vardı. bu unutuş kadının ona söylemek isteyebileceklerinin parçasıydı. başlangıçta, gençliğine has kuvveti ve parıldayan inancıyla o sıra kadının bildiği şeye son derece yakın, hatta belki de hatıranın kendisinden bile yakınmış gibi görünen bu unutuştan memnundu; ve bu unutuşla unutuşu zapt etmeye çalışmıştı. fakat unutuş... onun da unutuşa düşmesi gerekecekti.

    * öyle bir şey yap ki seninle konuşabileyim.

    maurice blanchot
    fransızcadan çeviren: ender keskin
  • "beni unuttuğunuzdan nasıl bu kadar emin olacaksınız?
    başka bir kadını hatırladığımda emin olacağım.
    fakat hatırlayacağınız yine ben olacağım; daha fazlasına ihtiyacım var."

    bekleyiş unutuşu tam olarak hangi tür içerisinde değerlendireceğimi kestiremiyorum. maurice blanchot, bildiğim kadarıyla filozof yönü daha güçlü bir isim. eleştirmen olarak da tanıyanlar var. fakat bu kitabı bence en çok kurgu sınıfına giriyor; karakterlerin olmadığı bir kurgu?? ya da kurgu içinde aforizmalar kitabı??? bilemedim.

    zor eser, deneysel bir tarafı var, oksimorondan ibaret ya aslında. herhangi bir bütünlük yok; kitap büyük oranda beklemeyi, unutmayı anlatıyor ama tam olarak ne anlatıyor pek anlaşılır gibi değil. çok ilginç, tanımlanması zor bir düşünce seli. kaptırıp gidebilirseniz bir anda bitirebilirsiniz ama ben keyif alamadım.

    "başkaları tarafından unutulmak hiç umrumda değil. ben sizin tarafınızdan, sadece sizin tarafınızdan unutulmak istiyorum."
hesabın var mı? giriş yap