• insan, başına bir bela gelirse... önce, kendi kendine kurtulmaya çalışır... muvaffak
    olamayınca, etraftan yardım istemeğe koyulur...

    güç sahiplerine gider; rütbe sahiplerine yalvarır. zenginlere koşar... hal sahiplerine
    gider; dua ister, himmet ister... eğer hasta ise doktora gider, şifa arar. bununla da
    kurtulamayacağını anlayınca, allah’a döner.

    eğer kendi tedbiriyle sıkıntısını giderebilseydi, hakka dönmeyecekti... işini halkta bitirebilseydi,
    hak’ka dönmezdi. burada da arzusu biraz geç kalmağa başlar; fakat gidecek başka
    yeri kalmamıştır... durur yalvarmağa başlar... dua eder; sena eder. ihtiyaçlarını
    teker teker sayar, yalvarır... bunları yaparken bir yandan da reddolunmaktan
    korkar; bir yandan da, isteği yerine geleceğini ümit ederek sevinir...

    son, bu halden de usanır; yaptığı dua ve niyazın işe yaramadığını zanneder... bu
    kere dua da dahil her şeyi bırakır... saf, temiz bir halde beklemeğe başlar... bu
    kez kader-i ilahi (allah’ın emri) ne ise o zuhura gelir... olacak olur...

    her şeyde allah’ın kudretini, kuvvetini sezer. hareket, sükun... her ne varsa, ondan olduğunu
    anlar. hayır, şer, iyilik, kötülük, vermek, almak, genişlik, darlık, ölmek, dirilmek,
    izzet, zillet, bunların hepsinin hak’tan geldiğini mana gözü ile görür...

    (fütuh-ul gayb'dan)
  • "bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl!
    zira feryat belâ-ender, hatâ-ender belâdır, bil!"

    ey bela ve musibetlerden dolayı feryat edip bağıran, çağıran çaresiz; allah’a tevekkül et, zira bağırıp çağırmak bir isyan, bir itiraz olmasından dolayı, beladan daha büyük bir bela ve musibettir bil.

    "belâ vereni buldunsa, atâ-ender, safâ-ender belâdır, bil!
    bırak feryadı, şükür kıl manend-i belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül."

    insan bela verenin allah olduğunu idrak ederse, o zaman o bela ve musibetler, yüksek idraklara açılan kapı olur. bülbüller gibi şükre başla ki güller yüzüne gülsün. şükredene bütün alem güler yüz gösterir

    "ger bulmazsan, bütün dünya cefâ-ender, fenâ ender hebâdır, bil!
    cihan dolusu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan, gel, tevekkül kıl."

    yok şayet bulamazsan belayı ve musibeti vereni, o zaman bütün dünyan cefa ve fenaya gider, hem de günah ve isyanlarını boynuna takarak. musibetten şikayet eden asinin hali; kırık eli ile dövüşen adamın hali gibidir, elini vurdukça canı acır; asi adam da bunun gibi şikayet ettikçe cehenneme ve azaba yuvarlanır. asıl bela olan isyan musibetten daha büyük bir beladır. zira insanı sonsuz ateşe yuvarlıyor.

    "tevekkülle belâ yüzünde gül, ta o da gülsün.
    o güldükçe küçülür, eder tebeddül."

    şayet tevekkül ve teslimiyet ile belanın yüzüne gülsen, yani sabretsen, o zaman o belanın şiddeti azalır, çok cüzi bir seviyeye iner.

    -alıntıdır-
  • ansızın hiç beklenmeyen kötü bir iş, bir belâ gelip çatınca aklını
    başına al da, yeise düşme, paniğe kapılma, cesur ol, iyi zanda bulun, iyiye yormaya
    çalış.

    başkalarının o belalı işin korkusundan benizleri sararsa bile, sen kâr
    zamanında da, zarar zamanında da gül gibi gül, tebessüm et. dikkatle bak, gör ki: gülün yapraklarını bir bir koparsan da, o yine gülmeyi bırakmaz, yapraklarının da rengi solmaz.

    gül sana der ki; “dikenle beraber bulunduğum için, neden gama düşeyim?
    kendimi kedere salayım? zaten gülmeyi, o kötü huylu dikenin arkadaşlığına
    katlandığım için kazandım, onun yüzünden elde ettim.”

    hz. mevlânâ bir rubaisinde şöyle buyurur: “arkadaşı ile hoş geçinen arkadaşsız kalmaz, müşterisi ile uzlaşan tâcir de iflas etmez. ay geceden ürkmediği, karanlıklardan kaçmadığı içindir ki nürlandı, ışık saçmaya başladı. gül de o güzel
    kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı.”

    allâh’ın takdiri gereğince, bir şey kaybedersen üzülme, şunu iyi bil ki
    o kaybettiğin şey senden bir belayı giderir. tasavvuf nedir? diye bir büyüğe sordular. “sıkıntı, gam ve keder zamanında gönlün ferah, huzûr içinde olmasıdır.” cevâbını verdi.

    cenâb-ı hakk: “kurt gelse ve koyununuzu telef etse bile kaybettiğiniz şeyler için
    mahzun olmayınız.” diye buyurdu. (hadîd sûresi’nin 22-23. âyetine işaret edilmektedir)

    çünkü başa gelen o belâ, büyük belaları giderir; o ziyan daha çok ziyanlara
    engel olur. aslında bir ziyana uğramak, bir çok ziyanları giderir. bizim
    bedenlerimiz de, mallarımız da, canlarımız da fedâ olsun. çünkü biz, can ile var
    olduk, can ile yaşıyoruz. biz candan ibâretiz. yâni canımıza gelecek belâ, bedenimize, malımıza gelir. nitekim, evlerde bardak, fincan gibi şeyler kırılınca; “ziyanı yok, gelecek belayı def eder.” derler ki, doğru bir sözdür. onun için insan bir musîbete, bir belaya uğrayınca, onun daha büyük bir felâketten eman olduğunu düşünmeli ve kazâya râzı olmalıdır. pâdişahların huzûrunda bir gazaba, öfkeye uğrayınca malını verir, canını kurtarırsın.

    (mesnevi'den)
  • dış alem iç alemin projeksiyonudur.

    dıştan gelen maddi belalar, uzun süre çözülemeden kalmış bilinçaltı ukdelerinin materyalize olmasından ibarettir.

    her şey senden yine sana.

    muhyiddin-i arabi hazretlerinin füsus-ul hikem'de anlattığı fütuhi hikmet veya kendinden zuhur bahsi...
  • allah rahman’dır, mahlukatına karşı rahmeti çoktur; müminlere karşı ise fazladan şefkati vardır; yani rahîmdir.

    başımıza gelen belalar, kendi nefsimizin bize ezasıdır; çünkü varoluşta etki-tepki kanunu vardır. varoluşa salıverdiğimiz manalar az müddet sonra bumerang gibi gelip bizi bulur. kaçınmak mümkün değildir.

    hayır ve şerri allah'a bağlamamız, düzen kurucunun ve düzeni ayakta tutanın* o olmasından dolayıdır; yoksa düzen otomatik olarak işliyor. ayrıca, başımıza gelen belalar hakettiğimizin cüzi bir kısmıdır; çünkü evrene bıraktığımız negatif manalar bize aynen dönmüyor, zayıflatılmış olarak geri dönüyor. pozitif manalar ise niyete göre değişen oranlarda kat kat güçlendirilmiş olarak geliyor. işte sisteme bu özelliğin eklenmesi, merhamet ve rahmet sebebiyledir. eğer allah bize tam adaleti üzere ceza kesseydi çok daha feci durumlara düşerdik; ama o öyle yapmıyor, cezayı asgari hadden kesiyor, mükafatı ise azami hadden veriyor; çünkü bize karşı fazlasıyla merhametli; müminlere de ayrıca şefkati var.

    o cüzi cezanın dahi kesilmesi gerekiyor. aksi takdirde nefsimiz terbiye olmaz ve daha çok azar. bu da o'nun rab(terbiyeci) oluşuna uygun düşmez. mesela okuldan kaçan bir çocuğun babası, çocuğuna bir ceza verdiğinde, gerçekte bu ceza değil gizli bir merhamettir. çocuğun ahlakını düzeltmek için alınmış bir tedbirdir. başımıza gelen tüm belaları bu misale kıyas edebiliriz.
  • bir yudum suya hasret bırakır,
    kurutur can damarlarını belâ.

    narına yakar ateşleri harlayıp,
    deryalardan geçit vermez belâ.

    eller muradında seni ondurmaz,
    sende mecal bırakmaz belâ.

    bir geldi mi yıkar köşkü sarayı,
    sırça köşkünü başa çalar belâ.

    tut ki gelmesin eyvah sana,
    yine de lazımdır kula belâ.

    sevenin sevdiğine cilvesi nazı,
    suların coşmasına hazırlar belâ.

    ab-ı hayattır senden gelen,
    bu garibe az bile gelir belâ.

    hoş gelmiş başım gözüm üstüne,
    ağlamaya kanmasın umut,
    ısdırab-ı ecel olmuş kime ne,
    sensiz ne ölebilirim ne hayattayım,
    lütfettiğin sevgili ne güzel belâ.

    umut
  • akkadça'daki "bitme/tükenme" anlamına gelen aynı kelimeden geliyormuş.
  • bela, evetlemektir. bir onay, bir cagridir. acilan kucuk bir yaradan hic dinmeksizin, hep artarak sizan kandir bela. bela bir tastir basimizi her calisimizda yeniden daha buyuguyle kendimizden gectigimiz, bela insanlik aleminin enmuzeci olan her bireyin yaraticisiyla arasindaki ozel bir konusma bicimidir.

    bela, daginik zulfudur sevgilinin... *
  • 10 dakikalık harika bir athena parçası.
  • "biz insanların başındaki belânın kökeninde bütünüyle şu vardır belki de: ölüm gerçeğini, ki tek gerçeğimiz odur, inkâr edelim diye hayatlarımızın bütün güzelliğini fedâ eder, kendimizi totemler, tabular, haçlar, kan dökmeler, kiliseler, camiler, havralar, ırklar, ordular, bayraklar, milletler içinde tutsak ederiz."

    james baldwin, 1962
hesabın var mı? giriş yap