• therion'un 9 şubat 2018'de çıkacak albümü.

    son albümü. ortamalara ne zamana düşer kim bilir.
  • daha dinlemeden öve öve bitiremediğim*, opera olarak iyi fakat metal olarak sınıfta kalmış 3 albümlük metal opera. bu satırları yazarken act 2 bitmek üzere, hala dinlemekteyim.
    öncelikle albüm için seçtikleri tema -kapaktaki galba büstü de dahil- jarry'nin caesar antichrist'ından esinlenilmiş. christofer, soloviev'in a short tale of the antichrist'ından esinlenildi diye resmi açıklamasını yapıyor. senelerdir dinleyiciyi cahil yerine koymaktan vazgeçemediğinden olsa gerek. bir defa soloviev'in hikayesindeki antichrist bir antagonist, yani ibrahimi dinlerin deccal tanımından farksız. caesar antichrist'ta ise* bir anti-hero. yani rolüne karşın yüceltilen bir karakter. kaldı ki bunları bilmeye de gerek yok, daha öncesinde -"aman millet ne der, kendimizi sansürleyelim de albüm çok satsın" kaygıları yokken- "hail deggial! sign of the black sun. we will light the flames of victory" diye sözleri olan bir parçayı başyapıt denebilecek vovin'de piyasaya sürmüş bir grup bu. her ne kadar bu sözlerin yazarını*her egzotik bulduğu şeyi kuzey avrupa kültürüyle harmanlayıp orijinal ve yeni bir felsefeymiş gibi pazarlayarak* iskandinav kültürünün içine sıçılmasına önayak olmakla suçluyor olsam da bu konuda gömemeyeceğim. her neyse, sanırım bu konuda herkes tarafını biliyor grubun. ne var ki christofer'ın buna cevabı da çağdaş sanatın eğlence için olduğu ve kişisel çıkarımların da bunun bir parçası olduğu yönünde. hatta direkt "niye açıklayayım ki?" diyor.
    velhasıl, bu üç albümden gerek konsept gereği, gerekse -daha önce belirttiğim üzre- türün çok büyük hayranı olmamakla birlikte therion'un yerinin benim için ayrı olmasından ötürü beklentilerim epey yüksekti.
    öncelikle ayreon'a bağlamadıkları için ne kadar minnettar olduğumu kelimelerle ifade edemem sanırım. birazdan getireceğim eleştirilere karşın tek olumlu yön bu olacak çünkü. tabii ki bir türün öncüsü olan bu gruptan kendilerini tekrar etmelerini beklemiyorum fakat dün gece eski albümlerden** bazılarını tekrar dinledim ve açıkçası, gidilen yön beni üzdü. halbuki adulruna records ve 60'ların fransızca pop coverlarından oluşan les fleurs du mal, nuclear blast'ın saçmalıklarına katlanmadıklarını kanıtlar nitelikteydi. ne oldu da böyle bir karar aldılar en ufak fikrim, hatta tahminim dahi yok. peki ne var? sirius b'den "ben bunu sonra kullanırım" diye ayrılmış olduğunu düşündüğüm kısımlar var. dahası da var hatta, mesela laudate dominum'un 1:20'lerinde the voyage of gurdjieff'i duyuyorum. ama voyage of gurdjieff metaldi, bu parça metal değil. metal olmamasını birazdan açacağım. albümden devam edeyim şimdilik, cursed by the fallen'da tanıdık bir şeyler kulağımıza çarpıyor, amorphis'in deyimiyle "kebab vibes" yani doğu etkileşimi. 90'lardan bildiğim, hatırladığım therion böyle bir şeydi diyorsunuz bir anlığına. sonra kayboluyor. çünkü albümün gittiği en doğu, doğru roma. lel. yalnız leş gibi ortadoğuda doğmuş biri olarak niçin kuzey avrupalılar gibi "kebab vibes"a bayılıyorum bilmiyorum, egzotik bulduğumdan olamaz. sanırım kingston wall hayranlığımdan ileri gelen bir şey bu. her neyse. konuyu dağıtmayayım. o kadar konsept dedik. albümün başka bir eksiğinden daha bahsedeyim. şahsen bir konsept albümden daha iyi şarkı geçişleri beklerdim. şimdi king diamond hayranı biri olarak her ne kadar "konsept albüm" diye başka grupları örneklemem abes kaçacak olsa da, aklıma ilk gelen bu oldu; tiamat'ın wildhoney'si şarkı geçişleriyle ilgili ders olarak okutulmalık albümdür. o tip bir şeyler umdum. 46 şarkıdan 1-2 tanesini enstrümantal ve öncekine outro, sonrakine intro niteliğinde şeyler yapamayacak değillerdi. bu albümü beklentilerin altında yapan iki detaydan biri bu. diğeri ise dediğim gibi yeterince "metal" olmaması. deneyselliği takdir eden bir dinleyiciyim ama "metal opera" diye sunulan bir dinletinin "metal" ya da "opera" barındırmaması kabul edilemezdi. opera olarak yeterli buldum ben, dediğim gibi. ama metal kısmı.. nasıl diyeyim. act 3'yi dinleyene kadar** mixing'le alakalı olduğunu düşündüğüm bir durumdu. eski albümlerde olduğu gibi gitarları veya yaylıları veya ikisini birden ön plana çıkarmış olsalardı daha "metal" olabilirdi. fakat sorun şu: gitarın ve yaylıların çok bir olayı yok, o sebeple ağırlık bakır nefesli çalgılar ve vokalde. farklılıkların göze(kulağa?) çarptığı yer bu kısım. hal böyleyken de -aman act iii hariç diyeyim, çarpılırım. yarıyı geçtim ve 3 harika gidiyor- iyi bir "metal" albümü olması tartışma götürür. burada da teselliyi iyiyi sona saklamalarında bulup kısmen takdir edebiliriz. gothic kabbalah'nın prog eğilimini de zamanında beğenmeyip sonradan sevdiğimi göz önünde bulundurunca hiç değilse bir 7/10'luk olmuş diyorum.
    eyyorlamam bu.
  • ortamlara düşmüştür, 3 cd toplam 3 saat 7 dakika. link

    yorumlara bakarsak eski therion'cuları rock opera pek açmamış gibi duruyor. rock opera biraz zevk meselesi. ben de şahsen jesus christ superstar'ı bile 10 dakikadan fazla dinleyemeyen bir insan olarak açar paşa paşa secret of the runes dinlerim. emeğe saygılıyım lakin beni de çok açmadı.
  • senfonik metalde zirvelere ulaşmış bir adamın bu 3 saatlik kepazeliği bizlere dinlememiz için sunmasına inanamıyorum. literally epic fail. christofer johnsson kafayı peynir ekmekle mi yedin sen? sanat tasarımından bestelere kadar rezalet resmen. ve üç saat boyunca! 3 saat!
  • dinlerken istemsiz olarak deggial ve secret of the runes cd'lerime sarılmama sebep olmuş, 3 saatlik boredom.
hesabın var mı? giriş yap