• lester young ve coleman hawkins'le birlikte tenor saksafonun üç büyüğünden biridir.
    27 mayıs 1909 gibi bir doğum tarihi vardır.
  • for lovers albümü mutlaka dinlenmesi gereken bir jazz insanıdır. aşıklar içindir bu albüm. değilseniz dinlemeyin, olmayı bekleyin.
  • uzun adı benjamin francis webster olan (1909-1973) yılları arasında yaşamış swing caz döneminin coleman hawkins ve lester young’la birlikte en önemli üç tenor saksofoncusundan birisidir.

    profesyonel müzik hayatının en büyük durağı olacak duke ellington’un orkestrasına 1940’ların başında katıldı. o’nun, swing cazın caz standardı haline gelen “cotton tail” ve “all too soon” adlı solo parçaları bu döneminde çeşitli adlarla kayda alınan albümlerini en çok sattıran, hala büyük bir beğeniyle dinlenen, ünlü parçaları olmuştur. bu iki parçanın en çok satan kaydı kendisi de bir döneminin ünlü caz gitaristi “cadillac slim (1950)” adını taşıyan albümüdür. daha sonra bu albümde yer alan parçalar, sanatçının ölümünden sonra da olmak üzere çeşitli yıllarda “cotton tail” adıyla çıkarılmıştır.

    hayatının son iki yılında tekrar beraber çalışacağı duke ellington’dan ayrıldıktan sonra kendi adıyla anılan dörtlü caz grubu içinde coleman hawkins, benny carter ve art tatum’la birlikte pek çok başarılı albüme imza atmıştır.

    swing caz kadar, daha sonra mainstream cazda da başarılı eserler veren webster, ustalık isteyen esnek olmayan yorumlarıyla kendisinden sonra gelen pek çok cazcıyı etkilemiştir.
  • lester young ve coleman hawkins arasında bir yerlerde olan ustaya hakkı, hakkınca verilmemiştir diye düşünürüm hep. ellington orkestrasına katkı koyduğu kısa bir dönem, pek tabii kontrbasçı jimmy blanton'u da unutmayalım, bugün orkestranın webster & blanton dönemi olarak adlandırılacaktır. bir piyano çevresinde gerçekleşen bir atışma, orkestranın aşırı parlak bir dönemine erkenden veda edilmesine neden olacaktır.
    ancak, benim açımdan webster'in en efsane kayıtları art tatum'la birlikte doldurmuş olduğu albümdür. ustalık dönemindeki iki caz efsanesi gösterişten uzak durmuş, cennetten bir esinti sunmuşlardır belki de.
  • huzur veren tenor saksafonculardan, gerçek blues ruhlulardan, 52nd street tayfasından, "the brute". bu adama "brute" diyorlar da o hep hüzünlü... zaten müziğini de o kadar etkili yapan tüm egosundan sıyrılarak en yalın haliyle çalabilmesi. hakkındaki bir yazıda geçtiği gibi müziği iki uçtadır. hızlı tempoda ham, haşin ve havalıyken, balladlarda hassas ve yumuşaktır. birçok caz müzisyeni gibi abartılı duyguları ve tepkileri de (kimi zaman "brute") boldur gözyaşları gibi... birden fazla kayıtta çalarken saksafonunun ardında göz yaşları döktüğü görülüyor. adamı mezarından çıkarıp, sarılıp, geri yatırasım var saksafonunu eline verip.

    malum, caz anekdotlarının sonu yok... şöyle bir şey geçiyordu hakkındaki bir belgeselde... soruyorlar "neden ağlıyorsun baladları çalarken" diye. o da "çünkü çok güzel çalıyorum" diyor. annelerin soğan yalanına mı benzer özünde bilmem ama gözyaşlarını o saksafondan akıttığı kesin.

    bir başka anekdot... bir müzisyen arkadaşı olan yusef lateef'in dediğine göre hayatta tek isteği ufak bir ev, bir eş ve köpeğinin olmasıymış. bunlara ulaşamadan gitmiş olması kalp acıtır.

    en akılda kalan performans kayıtlarından biri olan 1970 kopenhag stardust performansı (teddy wilson piyanoda, ole molin gitarda, hugo rasmussen kontrbasta, ole streenberg davulda. bu kayıt yakın arkadaşlarından alto saksafoncu johnny hodges'ün ölümünden birkaç gün sonradır) hakkındaki güzel bir yazı için şu taraflara adım atın ya da bir parçası aşağıda :

    "was ben webster weeping not only for the deaths of hawkins and hodges, sid catlett and jimmy blanton, but for an entire generation of his friends, artistic colleagues? for the inevitability of their deaths, all the old folks of jazz? was he even wondering how long he would live? perhaps.

    but his tears do not disable him. he does not, in yeats’s words, “break up his lines to weep.” it all had to be saved for the music — a professional musician, a grown man, he had his job to do, whether or not tears were spilling out of his eyes. and so he continues playing old folks, hesitantly, but with such feeling. it almost makes me weep, watching it: ben’s slow pace, his patient, sorrowful exploration of its lines.

    but it took me twenty years to realize that ben’s closing solo is a musical evocation of the weeping he would not surrender to. his eyes dry up; he gains control of himself. but he weeps through his horn. what are his brief, irregular phrases, separated by gulps of air, but sobs and gasps? his loss, his tenacity, his art — inseparable. watch closely: here is ben webster, a man, majestic and infirm at once, someone who would die in two years, racked by emotions, playing as beautifully as any musician ever did. without ever being didactic, this performance has so much to say to us, to teach us."

    ... ahh webster ...
  • hakkında çekilmiş, johan van der keuken'in yönettiği "big ben ben webster in europe" isimli 1967 yapımı, film bulunan duke ellington ile harikalar yaratmış saksafoncu.

    --- spoiler ---

    filmde ben webster'i yemek pişirirken, sıcak bir sohbete koyulmuşken, bilardo oynarken ve 8 mm kamerasını kullanırken görürüz. webster’ın kendi çektiği tahmin edilen görseller daha sonra keuken tarafından filme dahil edilince, caz ve sinemanın ne kadar iç içe geçmiş olduğunu görürüz.

    --- spoiler ---
  • ben webster ağabeyimiz, yorgunluktan bitkinlikten sanki zorla akıyormuş gibi görünen thames'e dik dik bakan big ben gibi taş gibi hala ayakta durmakta.

    yapabildikleri her şeyi sergileme telaşındaki hamervah arasında, cismen de dimdik durduğu o zamanların birinde charlie parker'a,

    - evladım, tenor sax böyle arkandan atlı koşturuyormuş gibi çalınmaz, demiştir.

    “that horn ain't s'posed to sound that fast”

    yani, çorum belediyesi encümeninden haitili çiftçilerin dinlenme tesislerine kadar her yerde big ben'e gerek var.
  • 1958 tarihli soulville albümü çay gibi akıp giden tenor saksafoncu.
hesabın var mı? giriş yap