• 20.45'te bittiği için insanı sinire gark eden vapur seferidir.

    her tarafında iskele olan ve sahil şeridi bu kadar uzun bir şehirde nasıl bu kadar kara trafiğinden çıldırabiliriz ve nasıl denizleri böyle saçma sapan kullanırız anlamak mümkün değil.

    geçen bostancı sahilden sarıyer'e geçeyim dediydim; güya sefer varmış deniz otobüsü mü ne. günde sadece bir kez ve tek yöndü yamulmuyorsam. dalga geçiyorlar herhal. hadi sık kullanılan bir istikamet değil; ama hiç olmazsa iki saatte bir koy. o da olmadı 3-4 saatte bir koy; ama koy canım kardeşim !

    beşiktaş-üsküdar vapurunun ulaşım süresi kısa olduğundan ağızda güzel bir tat bırakır; kadıköy vapuru ise bir süre sonra kabak tadıdır. hele ki kötü havalarda. ayrıca ucundan bir kaçırdın mı yarım saat bekle. zaten yol da 25 dakika sürüyor. yanaşması, inmesi derken... yani 55 dakika gidiyor eğer bir dakikayla kaçırırsan. (en kötü versiyon) ben çok bilirim bir dakika ile vapur kaçırıp üsküdar'a geçtiğimi ki, bu da kadıköy'e gitmek için yine sizden bir 35 dakikayı falan alır minumum. ayrıca püften bir sebebi vardır illa; ama niye bu beşiktaş-kadıköy seferlerini en azından gece 12'ye kadar yapmıyorlar diye sormaktan kendimi alamıyorum. saat 9 gibi makul saatte kadıköy'deysen beşiktaş'a gitmek için karayolundan başka çaren yok. mahsur kalmak gibi. ayrıca daha ufak bir vapurla daha sık ve az yolcu aktarımı yapılamıyor mu? evet, biliyorum üsküdar beşiktaş mesafesi kısa. kadıköy daha uzun; ama yine de en azından yazları (dalga boyu sorunu yokken) kadıköy vapurlarına alternatif küçük vapurlar olabilir. yeter ki iş görsün.

    ben niye eminönü'nden karaköy'e, ordan beşiktaş'a, ordan sarıyer'e, ordan kadıköy'e, ordan bostancı'ya, ordan caddebostan'a, ordan yedikule'ye, ordan sarayburnu'na rahat rahat deniz yolu ile istediğim saatte ve sıklıkla gidemeyeyim? (tamam son ikisi biraz fantazi oldu; ama rahat gidilebiliyor olsa tarihi yarımada'da da negzel gezerdik daha fazla..) niye iki yakanın sahil şeridinde çat orda çat burda olamayayım? niye daha mobil ve çok seferli bir sistem kurulmasın? illa çok kallavi büyük araçlara yatırım mı gerekiyor? dilenci vapuru konsa bile en azından seri ve sık kullanılışı ile bir nebze ruhum huzur bulur. ama olur mu hiç? misal eminönü iskele'den vapura bindiysem beşiktaş'ta inmem gerekir. ortaköy'e gidemem. sarıyer'den beykoz'a geçeyim de... ya da kavak'a geçeyim de hele bir... geçersin de seferler bin saatte bir. hadi de ki çok talep yok, e bi defa arzı yaratmamışsın; ama ille de talep yok dersen, 2-3 saatte bir koy; ama gene koy güzel kardeşim. karayolunu da ona göre yap; iskelelere ulaşımı kolaylaştır. iskele sayısını arttır. kısa mesafe giden motorlar da koyabilirsin. (bkz: hayal dünyası)

    2-3 tane ring mantığıyla çalışan iki sahil şeridinde vapur olsa bir uçtan bir uca... anadolu ve avrupa yakasında tüm şerit boyu gidip gelseler... yaka değiştirmek için de daha mobil araçlar olsa... (üsküdar bjk motorları gibi.) hem sen gittin, tüm üsküdar dolmuşlarını ananın örekesine koydun kaç senedir. sonra da niye trafik var, herkes istanbul'u terk etsin, köprü trafiği çekilmiyor tabii. adam işine gücüne gidecek yetişme telaşında, geç vakit işten çıkacak yorgun argın evine gelecek senin bin türlü aktarmanla, kaprisinle mi uğraşsın? takım elbise gran tuvağlet işine gitti yağmurda sıçana mı dönsün? atlıyor arabasına tabii. sinirlendirmeyin adamı.

    tabii bunların bir kısmı teknik problemler dolayısıyla yapılamıyor olabilir. benimki sadece temenni. (bkz: bir teselli ver)

    sen gezme, otur evinde dediğinizi duyar gibi oluyor ve entarime son veriyorum.
  • bugün neden açık ara favori mekanlarımın bu iki ilçede birikmiş olduğunu bir kez daha anlamış olduğum güzide ilçelerimizdir. olay şöyle vuku buldu.

    akşam üzeri saat 16.15 vapuruna bindim. iç kısımda oturuyordum. vapur hareket etmeye başladıktan birkaç dakika sonra, adet olduğu üzere müzisyenler geldi ve çalmaya başladılar neşeli neşeli. gençlerdi, yani en fazla 20-21, keyfine yaptıkları da belliydi, üstelik kemancı, gitarist vokalist hepsi pek bir güzel çalıyorlardı. onlara uzak olduğumdan çok net göremiyordum onları ama sonra birden müzik sustu. bağırışmalar duydum. birisi mi şikayet etti, açıkçası bilmiyorum. görevliler gelmişler ve bu müzisyenlerden müziği kesip edepleriyle oturmaları istendi, bizim genç utangaç müzisyenlerimiz de hemen utanıp kızararak toparlanmaya başladılar.

    işte o zaman, beklenmedik bir birlik oluştu insanların arasında. görevliye müziği istediklerini, karışmamaları gerektiğini, ilahi çalsalar ses çıkarmayacaklarını ama neşeli mutlu şeyler çalan müzisyenlere neden izin verilmediğini sordular. olay tabii hemen akp taraflılığı-karşıtlığı meselesine dönüştü. bekleneceği üzere tabii ki bu vapurda anti akp oranı çok çok fazlaydı. bu tabii toplumun sabrının taştığı ve çok ta alakalı olmayan olayların bile böyle adeta bir alerji gibi akp'ye bağlandığının göstergesi olmakta, neyse bu noktaya belki sonra değinir ya da belki hiç değinmem. neyse işte, sonuç olarak müziğe devam edildi ve bir yolculuk boyu eğlenildi. hiç toplayamayacakları kadar da para topladılar :) olsun toplasınlar tabii, müziğimize destek olmak ister miydiniz sorusu ile yanımıza gelen müzisyen arkadaşım, müziğinize desteğiz.
  • bir öğlen vakti bu vapurla kadıköy'e geçmekteyken, hasta çocuğu için para toplayan bir kadına denk geldim. çocuğun çelik korseye ihtiyacı vardı ve paraları yoktu.
    diğer günün sabahı, kadıköy eminönü vapurunda yine hasta çocuğu için para toplayan bir kadına denk geldim. çocuğu lösemiydi ve paraya ihtiyaçları vardı.
    e bunun neresi mi ilginç? ikisinin de aynı kadın ve çocuk olması. ha bi de benim zaten yılda 3-4 kere vapura binmem. evren, beni şaşırtmaya devam ediyor.
  • huzurun 25 dakikalik hali; yalnizligi da mutlulugu da en sade hali ile yasatir. sevdikleri dusundurur, yanina bazen cep sisesi eslik eden sigaralar sardirir. muziktir, bogazdir, ucunda kadikoy vardir.
  • delikanlı 2 ilçenin vapurudur.
  • 15:15 seferi klasik müzik eşliğinde ve konser havasında gerçekleşen hat. şu anda da ederlezi çalıyorlar ve ağlamamak için kendimi zor tutuyorum.
  • ruhumun, aklımın metamorfozlara uğradığı bir pazar akşamı yolcusu oluverdim. karşıya geçeceğim lakin benliğimi avrupa yakası'nın vestiyerinde asılı bırakıyorum. gömlek yakası kirinin bıraktığı iz gibi bu şehirdeki kıısır döngülerim. çitiler de çitilerim, halbuki elimin teri izin vermez o temiz beyazı görmeye.

    daha nasıl edebi cümleler kasıyorum elim çenemde vapuru beklerken. halbuki bir "of" çekip her iki yakanın titrediğini en yalın haliyle görmekten başka isteğim yok. of ulan, of işte... içimin titreyişini duyamıyorlar madem, sesim muvaffak olsun en azından. hah, vapur yaklaşıyor. hemencecik tüm ruhum ve bedenimle normal insanlardan biri olmalıyım. aceleci adamların, kadınların tecrübeli adımlarına ayak uydurmalıyım derhal. yapıyorum da, yıllardır en iyi yaptığım şey değil mi zaten bu? sizin gibi değilim ama sizin gibi davranabilir ve gözünüze girebilirim. öylesine normalmiş gibi davranırım ki, sizin riyakar normalliğinizi bir güzel cilalarım. düşüncelerimden akan teri sesime ve sözüme taşımaktan kaçınarak rahatınızın bozulmamasını sağlarım. konuşmayı ve bağırmayı da yine size bırakırım ki, en olağan haliyle sürüp gidebilsin şu geçici ve uçucu hayat.

    bu vapur hakkında anlatmak istediklerimin yukarıda yazdıklarımla hiçbir alakası yoktu aslında. gelin görün ki, ben ve benim gibiler hep araya sıkıştırarak anlatma eğilimindeyizdir nedense. açık açık anlattığımızda, densizlik edip gözümüzden yaşlar akarak fikrimizi ve hislerimizi beyan ettiğimizde çok "romantik" bulurlar bizi zira. hak verseler bile o denli dikkate almazlar. belki de bu tür bir sebepten söylendi "söz uçar, yazı kalır" diye. söz uçtu, yazı kaldı belki evet. fakat yazıyı da çok az kişi okur oldu anasına satayım, araya sıkıştırıp derdimizi anlatmak da çare olamadı yani.

    tamam tamam, vapura dönüyorum abilerim ve ablalarım... mevzubahis his yoğunluğuyla beraber acele ederek oturacak bir yer bulabildim kalabalığın arasında. süzdüm gözlerimi, uyumak hevesindeydim sadece. derken bir gitar sesi duydum, önce anlamadım. notalar bir araya geldikten sonra bir ses "yiğidim aslanım, burda yatıyor" şarkısını söylemeye başladı. sevindim, hem de nasıl. başımı arkaya çevirdiğimde gitar çalan bir adam, karşısında cıvıl cıvıl bir kız çocuğu gördüm. kasvetli içimde bir kıpırdanış başladı ki, sormayın gitsin. ben hüzünlüyüm, şarkı da hüzünlü. olsun, tüm o normal kalabalığın arasında araya sıkışan ses çok güzel bir fark yaratıyor. yıllarca yapmadıklarımı, kendime sakladıklarımı usul usul yüzüme vuruyor. notalar değişiyor ardından, sözler değişiyor. cılız bir alkış yükseliyor normal vapur ahalisinden. görebildiğim her normalin yüz ifadesini incelemeye koyuluyorum, benimle aynı duyguları paylaşan birkaç tanesini ayırt edebiliyorum sadece. içten içe sitem etmekten kendimi alamıyorum: bu kadar mı normalsiniz? sen! daha dün maç izlerken kendinden geçerek coşuyordun, şimdi niye böyle aldırışsız ve kayıtsızsın? ya sen? savunduğun liderini alkışlayan ellerin ne diye böyle pantolonunun arasında suskun duruyor? durmaksızın kahkaha atan ablam, iki saniye olsun kulağını verip merak edemez miydin? ve sonra ben tabii ki... bütün bunları düşünürken yerimden kalkıp onlara eşlik etmeyişimdeki aptallığım nereden ileri geliyordu? hepsini sordum, hiçbirini bilemedim.

    diyeceğim, orada bir kez daha anladım normallik diye kanıksanan gerçeğin nasıl sakin bir yalanla, korkunç bir atıllıkla besleniyor olduğunu. tüm normallerden, normallere adımlarını uyduran ben gibilerden utanç duydum. kadıköy iskelesine yaklaşırken beşiktaş vapuru, o genç elemanın gitar çantası bahşiş beklentisiyle dolaştırıldı hızlı hızlı. tam tersi olmalıydı bence, biz o gitar çantasının önünde kuyruk oluşturmalıydık. paradan bahsetmiyorum ha, yanlış anlaşılmasın. hayatın sisini azıcık olsun aralayabildiği için şükranlarımızı sunabilmeliydik... heyhat! öyle olamazdı elbette, olmadı da. en normal halimizle hızlanarak uydurduk adımlarımızı uysal kalabalığa. yiğidim, aslanım burda yatıyordu ama ne yapalım, böyle olmak zorundaydı. içlerimizin, şarkılarımızın sesi fazla çıkmamalıydı takdir edersiniz ki.

    böyleyken böyle oldu ve son buldu vapur yolculuğu. tüm yiğitliği ve aslanlığı şarkıya, söyleyene ve vapurdaki yerime bıraktım. civardaki, içimdeki tüm normallere haykırabilseydim huzura erecektim. ama yapamadım, normallik her bir arama sıkıştırmıştı hükümranlığını ne acı ki. adımlarımı sıklaştırdım "normal"e dönebilmek için...
  • bütün bir gün içinde gidip gelebileceğim, çay içmekten gazete okumaktan zevk aldığım, en az motorlarla yapılan boğaz turları kadar şifalı vapurum. şu dayatma tv kanalı ve yiyecekleri olmasa yatıya bile kalırım!
  • şehir hatlarının en güzel hattında çalışan vapurdur. bu vapura bindiğiniz zaman istanbul'un bir çok güzel yerini ve tarihi binalarını izleye izleye yolculuk edersiniz.

    beşiktaş'tan hareket ettikten sonra önce dolmabahçe sarayını ve camisini görürsünüz sağ tarafınızda. biraz ilerledikçe sol tarafınızda salacak ve kız kulesi karşılar sizi. hemen sağ tarafınıza bakarsanız, önce galata kulesini, sonra da eminönü'nü, yeni camiyi ve süleymaniye camini görürsünüz. kız kulesi'nin yanına geldiğiniz zaman sağınıza bakarsanız da tarihi yarımadanın en nadide yapıları olan topkapı sarayını, aya sofya'yı ve sultan ahmet cami'sini izleyerek yolunuza devam edebilirsiniz. bu yapılara yeterince baktıktan sonra kafanızı sol tarafa çevirirseniz, tarihi binasıyla 1. ordu karargahı, marmara üniversitesi binası sizi yeşillikler içinde karşılar ve en sonunda haydarpaşa tren garı binasıyla yolculuğunuzu tamamlayarak kadıköy'e varmış olursunuz.
  • kadkoy besiktas vapuru ile birlikte turkiyenin en guzel yerlerinden biridir. bisuru kitap okuyan insan gorulur. cok guzel kizlar, yakisikli cocuklar vardir. genelde guzel cay vardir. az suriyeli vardir. kafa siken dilenci yerine zihin oksayan limon sikacagi saticisi vardir. guzeldir hostur. buna binen bagcilara gitmez.
hesabın var mı? giriş yap