• gülen gözlerin en özendiğim sahnesi bu şarkının söylendiği sahne.

    odada oturmuş beş kızkardeş. sevdikleri var, babaları kavuşmalarına mani oluyor. ikisi küçük daha. onlar ablalarının derdine söylüyorlar şarkıyı aslında. üç tane ablanın üçü de ayrı dertli. ismet (müjde ar), fikret (ayşen gruda) ve nedret (ıtır esen).. nane likörü şişesi üçü arasında dolaşıyor. hem içli içli şarkıyı söylüyor, hem birer yudum alıyorlar. arada küçük kız kardeşlerine bakıyorlar. bakışlarından "bak ablacım, bizim ne dertlerimiz var ya ya" anlamları geçiyor. o sırada anneleri gidiyor içeri; adile naşit. babaları kızıyormuş kızlara, zıbarıp yatsalarmış ya, gece gece çığlık çığlığa ne şarkısıymış bu.. nane likörünü görüyor sonra. o da alıp dikiyor şişeyi. sonra oturuyor kızlarının yanına, başlıyor içli içli kızlarına eşlik etmeye. şarkı bitince tatlı kahkasını koyveriyor..

    nasıl özeniyorum, nasıl böyle. benim annemler de dört kızkardeşler. böyle bir dertlerinde, toplaşır dertleşirler hemen. onlar içki içmediklerinden ellerinde çay olur. o çaylar bittikçe ben doldururum. mevzu bitene kadar çay bitmez. bi biri anlatır, bi öteki, bi diğeri.. annanem gelir sonra. o da ahlanır vahlanır. kızlarına önce kızacak olur, sonra kızamaz, kıyamaz, oturur yanlarına.
    insan özeniyor be sözlük. çok kızkardeş olmak eğlenceli bir şey gibi geliyor bana hep. en olmadı böyle odada toplanıp şarkı söylüyorsun işte. ne güzel.

    ah, bir de filmde, şarkının sonunda odaya münir özkul dalıyor, "kesin gürültüyü!" diye bağırıyor. o sırada ayşen gruda da olayı özetliyor: "heh beterin beteri geldi!"
    sonra gel de sevme türk filmlerini.
  • son dönemde en sık duyduğum sözlerden biridir. derinde olmasa da aklımın yüzeylerinde doğruluğunu da teslim ettiğim bir sözdü düne kadar. denk geldiyseniz fark etmişsinizdir, temmuzdan beri yazdığım ağlak entrylerin konusu hep annem, annemin ölümü, ondan önce babamın ölümü, sonra boşanmam... beterin beteri olduğunu annemde gördüm. babamı da akciğer kanserinden kaybettim ama onun hiç ağrısı olmamıştı. annemse teşhisinden 2 ay önce başlayan ağrıları yüzünden hayatının son 5 ayında işkence çekti. ne avuçla verdiğimiz narkotikler ne de kırmızı reçeteli ağrı kesici bantlar dindirdi acısını. ölüm sadece... 5 aylık uykusuzluğunu dünyanın en derin uykusuna yatarak dindiriyor şimdi.

    babamın ardından annemi de son derece acılı bir sürecin ardından kaybetmiş, akabinde boşanmış, ankara'dan istanbul'a tayin olmuştum ve meteliğe kurşun atıyordum... kendimi dertlerin dipsiz kuyusunda kaybettiğimi sanmıştım.

    değilmiş... hiç değilmiş...

    dün akşam iş yerinde bir arkadaşım bir telefon görüşmesi yaptı. gözlerinin dolduğunu fark ettim. arkadaş erkek olduğu için durum daha da tuhaftı. dayanamadım ne olduğunu sordum. anlattı... anlatmaz olaydı...

    telefonda görüştüğü 10 küsur yıllık arkadaşıymış. ikisi de ziraat mühendisi. vaktiyle birlikte hani şu rainbow marka elektrikli süpürgeler vardı ya, onları pazarlıyorlarmış birlikte. sonra bizimki bankacı olmuş, arkadaşı devam etmiş pazarlamacılığa. sevimli, hoşsohbet, kafa bir kızmış. oradan ihlas'a geçmiş sonra. sonra da evlenmiş.

    derken bir gün - sebebini anlamadığım, arkadaşımın da tam anlatamadığı bir şekilde - omuriliğine baskı oluşmuş. bu baskı gözlerinden birini almış kızdan. diğer göz de gitmesin diye bir ilaç kullanmaya başlamış. bir süre sonra hamile olduğunu öğrenmiş. doktorlar ya ilacı bırakıp gözlerini kaybetmek pahasına çocuğunu doğuracağını ya da çocuğu almaları gerektiğini söylemişler. kız, çocuğu doğurmak istemiş ve ilacı kesmiş. diğer gözünü de kaybetmiş ama çocuğunu doğurmuş. sonrasında sol tarafına kısmi felç gelmiş. zavallı bebek de çeşitli organlarında hasarla dünyaya gelmiş zaten. kızcağız biraz toparlanıp ayağa kalkınca da kocası boşamış ve kızcağız adamın arkasından "yine de iyi dayandı" diyormuş... oğlu 3 yaşındaymış şimdi. gözleri görmüyor ve sol tarafında da kısmi felç var...

    ne diyeceğimi bilemedim. zaten arkadaşım da gerisini anlatamadı. 3 yıldır görüşmüyorlarmış. 3 yılda kızcağız bunların hepsini yaşamış ve şöyle demiş arkadaşıma: "ancak arayabildim, kusura bakma..."

    elbette kimsenin acısı kimseninkiyle kıyaslanamaz ve elbette herkesin dayanma seviyesi farklıdır. ama burnumun dibinde cereyan eden bunca olayı dinledikten sonra iki gündür sürekli halime şükrediyorum.

    sızlanmadan önce iki kez düşünmek lazımmış. beterin beteri var...
  • hafızam beni yanıltmıyorsa 364 gün önceydi, anneme o amansız hastalığın* teşhisini koyduklarında.**
    o günden bu güne, annem ilk ameliyatını oldu. tümörün hepsi temizlendi ama sağ tarafı felç kaldığı ve konuşma merkezi hasar gördüğü için bütün bakımını *** ben üstlendim.
    hastalığı boyunca gelişen komplikasyonlar ve fizik tedavi sürecinin bir getirisi olarak 4ü devlet, 2si özel 6 farklı hastanede refakatçi olarak annemle beraber yattım. 1i avrupa, 1i amerikan üniversitesinden 2 dünyaca tanınmış doktorla yazışarak, 4ü profesör, 5i doçent türkiye'nin alanında en iyi 9 doktoruna annemin muayene/ameliyat/tedavi olmasını sağlayarak, hastalık süresince yaşam kalitesini en yüksek seviyede tutmaya çalıştım.

    anneannem ve babamın psikolojik olarak çökmemesi için hastalığın ciddiyetini "tümör nüks etmediği sürece annem daha iyi olacak" gibi yuvarlak cümlelerle ve içimde kopan fırtınalara rağmen gülümseyerek onlara açıklayıp, moral vermeye çalıştım.

    bu arada, evleneceğim(i sandığım), hayatımı birleştirmeye hazır olduğum, uğruna kariyerimi riske attığım, kariyeri siktir et, yaptığım inatlar yüzunden anne ve babamı hayatımda hiç üzmediğim kadar üzdüğüm ve kalplerini kırdığım 1 adam ve "ben şu anda sana hiç bi'şey vaad edemem. hem duygusal olarak buna hazır değilim hem de annemin sağlığı en büyük önceliğim" dememe rağmen, "ben hayatımda ilk kez böyle aşık oldum. o kadın sensin biliyorum ve seni kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. sana destek olmak, bu zor günlerinde yanında olmak ve hayatımın geri kalan her anını seninle geçirmek için yapamayacağım hiç bi'şey yok" diyen 1 başka adam olmak üzere toplam 2 adam tarafından terk edildim .

    erkek kardeşimi asker e uğurladım. askere gitmeden önce kardeşimi terkeden yelloz utanmadan beni arayıp kardeşimi sorunca, ağzına sıçtım. sonra onun yemin törenini annemle beraber maaile izleyerek, orada onunla beraber 3 günlük bir tatil yapma fırsatı buldum.

    annemin bakımı konusunda gönül rahatlığı ile yardım isteyebildiğim, benim herhangi bir hastane işi veya doktor görüşmesi için dışarıda olduğum günlerde, annemi emanet edebildiğim tek kişi olan teyzem için, bayramı fırsat bilerek eniştem ve anneannemi barıştırmak gibi bir çaba sarfettim. o 40yıllık anası ve 10yıllık kocası arasında ortak bir dil bulmayi beceremediği ve sinirden delirip ikisine de bi'şey söyleyemediği bir anda, bütün hıncını bana kustu ve bunu yaparken babamın eski davranışlarına ithafen çok sağlam hakaretler savurdu. "madem sen kocanı savunuyorsun ben de babama laf söyletmem. bu konuda daha fazla konuşmana izin vermeyeceğim. sen böyle düşünüyorsan, eyvallah o zaman" deyip telefonu kapattım ve o günden sonra hiç bi'konuda hickimseden yardım istemedim.

    bu olaydan kısa bir süre sonra babam, benim bir babanın evladına asla konduramaz sandığım bir sıfatla, beni suçladı. ben söylediklerine inanmaz bir halde, ona açıklama yapmaya çalıştıkça daha da sinirlendi. kontrolümü kaybedip, onun sinirine küstahça karşılık verince hayatımda ilk kez bana el kaldırdı.
    aynı konu için anneannemin de benim hakkımda "olabilir belki" dediğini duyduğum gece, ilk kez anneme sarılarak ağladım.
    annem konuyu öğrenince benim suçlu olmadığımı söyledi ama olayın çözülmesi için gerekli olanları tam anlamıyla ifade edemediği için kardeşimi askere uğurlarken bile ağlamadiği halde "ben konuşamıyorum, ben anlatamıyorum" diye diye oturup ağladı. ben o üzülmesin diye, "her şeyi hallettik annem, sorun çözüldü. bak babamla aramız da güzel, diğ mi babişko" gibi şebeklikler yaparken, babamın ve anneannemin çeşitli zamanlarda annemi konuşturmaya çalıştıklarına şahit oldum.

    bu olaydan da kısa bir süre sonra annemin tümörü nüks etti. hem tümörü çıkartmak, hem de kafa içi basıncın düşürülmesi amacıyla takılacak şant için 2 farklı ameliyat planlandı. ekipteki doktorların her birine ayrı ayrı, "bakın nerede durduğumuzu bana açık açık söyleyin. 2 ayrı ameliyat, 2 ayrı narkoz diyorsunuz, ben annemi bu hastanede bırakıp gitmek istemiyorum. ameliyati yapmazsak ne kadar zamanı kalacak, yaparsak ne kadar daha yaşayacak?" diye titreyen sesimi ve pınarlarında bekleyen göz yaşlarımı zapt ederek sormama rağmen, "bu ameliyati yapmamak gibi bir riski alamazsın. annenin genel durumu, aynı hastalığa sahip diğerlerine kıyasla çok çok iyi. ameliyatları da atlatacaktır" denilerek ikna edildim.

    annem ilkinden tam 10 ay 10gün sonra ikinci ameliyatına girdi. yoğun bakımda bile kalmadan, aynı gün uyandı. "her şeyi normal, hafta sonu hastanede olmasının bir esprisi yok, pazartesi tekrar gelin, salı tümör ameliyatını yaparız" denilerek taburcu edildi.

    o hafta sonu, cumartesi sabahı babamı sancılar içinde acile götürdüm. gerekli müdahale yapıldı ama "ameliyat olması şart, hafta içi mutlaka gelsin acil ameliyat listesine alalım" denilerek eve gönderildi.
    aynı akşam ağrıları tahammül edilemez hale gelen annemi de acile götürdüm. doktoru "hemen bu gece yatırın" buyurdu ve pazar brunchını yapıp geldikten sonra, annemi ameliyata aldı.

    kardeşim cumartesi gecesi bölük komutanından rica minnet izin alarak, pazar sabahı ameliyata girmeden anneme yetişti. gördü, konuştu, öptü kokladı.

    annem o ameliyattan sonra 2günü bilinci kapalı halde, 3 gün yoğun bakımda kaldı. 3. gün yoğun bakım odasına teyzemle birlikte girdiğimizde, "anne n'olur uyan artık" deyip ağlamaya başlayınca teyzem bana sarılıp "kızım, yapma böyle, üzme anneni bak" dedi. elini omzundan atıp "ben senin kızın değilim, benim annem burada. anne uyan bir an önce, bana sen kızım de" deyip anneme sarıldım.
    ama annem bana bir daha hiç "kızım" diyemedi. 3. günün sonunda...gitti...

    başlık neydi sahi. niye yazıyordum ben bunları.
    ha beterin beteri var, evet.
    yani hayır aslında. bundan beteri mi olur lan, annem gitti benim!
    varsa bundan beteri, evlat acısıdır herhalde. o da anneannemin sorunu zaten.

    364 gün önce bu vakitler, "allahım anneanneme yeniden evlat acısı yaşatacak bir hastalık olmasın lütfen" diye dua etmiştim. reddedildi.

    anneannem tam 11ay, 53 yaşındayken tekrar bebek gibi bakıma muhtaç hale gelen kızı için mücadele etti ve 35 gündür mücadelesini kaybetmiş bir anne olarak evlat acısını içinde taşıyor ve 8 saattir bir hastanenin göğüs hastalıkları servisinde "verem olmadığı kesinleşti ama akciğerdeki bu lekelerin ne olduğunu tespit etmemiz gerek. açıkçası kanserde olabilir, başka bi'şeyde. bunu bulmak için yatırıp bazı tetkikler yapmamız gerekiyor." teşhisiyle yatıyor.

    ben de pembe refakatçi eşofmanlarım ile yanındaki tek kişilik kanepede yerimi almış bulunuyorum.

    uyumam lazım aslında.

    çünkü yarın sabah buradaki doktorlarla görüştükten sonra öğleden sonra babama ameliyat öncesi kontrol amacıyla yapılan kolonoskopisinin ve kolonoskopi sırasında alınan patalojinin sonuçlarını almaya gideceğim.

    buradan anneannem için akciğer se a*, diğer taraftan da babam için bağırsak se a derlerse hiç üzülmem herhalde. hayır taş kalpli bir insan falan değilim. benim o ikisinden ve kardeşimden başka kimsem yok hayatta. ama benim üzülmeye vaktim yok ki hiç. bak önümüzdeki pazar günü annemin 40i olacak, 40 damla yaş ya döktüm ya dökmedim. ılk 7 günden sonra, önce babamın, sonra anneannemin tahlilleri için tam gaz koşturmaya başladım. şimdi de teşhisleri ne olursa olsun, üzülmek, ağlamak, hayıflanmak gibi duygulara kapılmadan aksiyon almam lazım. çünkü bunu benden başka yapacak kimse yok.

    çünkü beterin beteri var hayatta. güçlü durmam, hazırlıklı olmam, kendimi koyvermemem lazım. bana "sen nasılsın" diye soran yokken, ben bile aynada kendime bunu soramazken, bana bunu sormayan, (çünkü cevabını bildiğini sanan) herkesi şaşırtacak kadar iyi olmam lazım.

    çünkü beterin beteri var hayatta, hala ayakta durabiliyorken dimdik durmam lazım.
  • (bkz: beetlejuice)
  • neye isyan kime isyan dedirten şarkının sözleri de şöyledir;

    senin derdin dert midir benim derdim yanında
    hiç kimsede gördün mü böyle dert hayatında
    otur şöyle yanıma dinle bak dertlerimi
    anlatınca ağlama deşme benim derdimi

    beterin beteri var haline şükret dostum
    yıllardır mutluluğun her gün peşinden koştum
    daha bir çok derdimi ben sana anlatmadım
    genç yaşta saçlarımı boşuna ağartmadım

    tanrım bile unutmuş dertlerime dur demez
    bir insanın üstüne bu kadar dert yüklenmez
    kaderim beni böyle meyhanelere attı
    günahım neydi bilmem beni böyle yarattı

    beterin beteri var haline şükret dostum
    yıllardır mutluluğun her gün peşinden koştum
    daha bir çok derdimi ben sana anlatmadım
    genç yaşta saçlarımı boşuna ağartmadım
  • bazı küçük dertler var ki biz büyük zannediyoruz. bir de o büyük dertlerin başımıza geldiğini düşünsek ve sonra kendi küçük derdimize baksak kendi derdimizin aslında ne kadar hafif olduğunu anlayıp, kendimizi yok yere helak etmeyiz.

    alıntı:

    adamın biri nasrettin hoca’ya uğramış. sıkıntılı olduğu her halinden belli ya anlatmaya başlamış.

    -hocam ne olur derdime bir çare bul. evim çok dar. dört çocuk bir hatun, tek göz odaya sığamıyoruz. bunaldık vallahi...

    hoca dinledikten sonra “hallederiz, sen merak etme” demiş.

    sonra da ona şu tavsiyede bulunmuş:

    -sen bu akşam keçiyi de odaya al.

    adam şaşkın... lakin hoca’nın tavsiyesini tutmazsa olmaz.

    akşamleyin hanım ve çocukların şaşkın bakışları arasında keçiyi odaya almış.

    ertesi sabah olur mu?

    olmuş... adam telâşla hocanın kapısını çalmış

    ve:

    -hocam, biz altı kişi bir odaya sığamazken bir de keçiyi aldık. sabahı zor ettik.

    hoca pamuk sakalını sıvazladıktan sonra şöyle demiş:

    -bu akşam eşeği de odaya al!

    zavallı adam, söylenerek eve gitmiş. akşam olunca eşeği de odaya almış.

    ertesi sabah, alacakaranlıkta hocanın kapısına dayanmış...

    -hocam bittik biz. odada dönecek yer kalmadı.

    hoca yine sakin:

    -bu akşam da ineği odaya al ve iki gün sonra gel.

    adam çıldırmış... lakin hoca, “git hadi sözümü tut” diyerek göndermiş adamı...

    iki gün sonra adam bitkin bir halde hocaya koşmuş:

    -hocam perişan olduk! çoluk çocuk uykusuz kaldık.

    nasrettin hoca, “git şimdi, içeriye aldığın hayvanları dışarıya çıkar” demiş...

    adam sevinçle eve koşmuş.

    hayvanları dışarıya çıkarmış.

    ardından tekrar hocaya gelmiş:

    -hocam kusura bakma, benim oda saraymış da haberim yokmuş. sayende öğrendim. allah senden razı olsun!
  • esengulun unlu sarkılarından,aynı zamanda eski bir turk filminde (hani su filmdeki butun kızların adının ismet fikret vs vs oldugu sener senin vecihi karakterini canlandırdıgı) gecen sarkıdır.
  • 70'lerin arabesk kralicelerinden devlet gibi kadin esengul'un sesinden olumsuzlesmis, agir arabesk-sanat muzigi eseri. dertli meyhane havasi.

    beterin beteri var
    haline sukret dostum
    yillardir mutlulugun
    her gun pesinden kostum

    seklinde nakarati var.
  • - the emperor is not as forgiving as i am.
  • ne zaman bi yerde duysam aklıma hep adile naşit, müjde ar, ayşen gruda, sevda aktolga ,kıvırcık kız ve o süper sahneyi getiren vecihili filmin şarkısı. karavicdanlı münir özkul gelip susturmasa da söyleseler nane likörünü içe içe diye beklerim hep.
hesabın var mı? giriş yap