• bilgi, bilgi, bilgi, bilgelik ve anlayis arasindaki farka daha on...pardon, ayarlarla oynamak gerekli: data, information, knowledge, wisdom ve insight arasindaki farka daha once deginilmis, bir arkadasa bakilip cikilmis ama tam ustune gidilmemis.

    bir ornekle izah edeyim.

    data: bir binanin kolonlarinin uzunlugu, stres testleri, statik hesaplari
    information: kolonlarin 6.5 siddetinde bir depreme dayanamacagi sonucu
    knowledge: binanin depreme karsi yeterince riskli oldugunu bilmek, davranislarin buna gore sekillenecek noktaya gelmeleri
    wisdom: daha onceki tecrubelerle harmanlayip, bu riski almama karari vermek ve o binada oturmamak
    insight: bir daha bina alirken fay hatti uzerinde olmamasina dikkat etmek

    bunlardan ilk ikisine, yani veriye (data) ve onun birinci dereceden yorumuna (information) ulasmak cok kolay. fakat sakatlik daha ilk seviyede basliyor: kimse datayla ugrasmiyor, zor geliyor. kendi konun olmadikca o kadar datayi yorumlamak imkansiz. o yuzden information seviyesinden girebiliyoruz ve bu halihazirda yorum iceriyor, ayni data kumesine bakarak degisik sonuclara ulasmak mumkun zira. yani ayni gerceklik zemini uzerinde hareket etmiyoruz. ama daha kotusu, cogunlugun bilgi (knowledge) edinmesi icin informationa bile gerek duymamasi. cunku information icin ingilizce bilmek ve coklu kaynaklara bakma disiplini gerekli. buna sahip olmayanlar, cok kisitli bir havuza mahkumlar, oraya da zaten bakmak yerine dogrudan onyargilarini knowledge olarak belliyorlar. ve benzer derecede guduk ve izole kalmis cevreden gelen geribesleme ile bu bilgi, bilgelige (wisdom) donusuyor, kollektif hafizanin ve kulturun onayindan gecerek. bu seviyelerde devreye girmesi gereken basit kritik dusunce, metin analizi zaten eksik vasiflar. gercekle alakasi olmayan, ondan gelen geribeslemeyle kendini duzeltmesine imkan verilmeyen bilgelik de asla anlayisa (insight) yolacamaz.

    yeterince depresif bir hale burunduk mu? yetmez ama evet mi, oyleyse devam.

    turkcede bu kavramlarin cogunun ayni kelimeyle ifade edilmesi, insanlarin da bunlari ayni sey sanmalarina yolaciyor -kelime haznen kadar kavram dusunebilirsin sonucta- bu yuzden de bu sakatlik tam anlasilmiyor.

    bunu olcmenin baska yollari da var ama ben kisisel bir acidan yaklasacagim: sozlukte aldigim ovguler/elestiriler genelde cok sey bildigime/cok malumatfurus olduguma vurgu yapiyor. bu uzun zamandir boyle. oysa data/information her yerde, ben bunlara sahip degilim, onlari cok kisa sureligine odunc aliyorum. kafamin ramin tutacagim 30 baytlik veriye (2011 oecd raporu) ulasmam 5 saniye suruyor, internetteki 30 petabaytlik veriyeyse (her konudaki tum raporlar) ulasmam 5 dakika. fark o kadar az ki. logaritma cetvelini ezberlemek ne kadar sacmaysa data'yi, oecd raporlarinin sonuc paragraflarini hatmetmek ne kadar gereksizse information'i kafada tutmak o kadar luzumsuz.

    isin komik tarafi ben hafizasi ozellikle kotu olan biriyim, o yuzden knowledge seviyesinde dahi kafada pek birsey kalmiyor. internetteki koca havuzdan birkac dakikaligina odunc alinan data ve information, kisa surede analiz ediliyor, orta cikan sonuc (knowledge) tekrar internete yaziliyor.

    kafada kalan tek sey analiz motoru ve bunu yapa yapa, cevreden benzer (ama daha iyi) analizleri duya duya olusan wisdom. wisdom'un surekli degisebilir olusu onemli. analiz motoru iyi calisirsa ve kisi kendini izole etmez, bilgi akisini yeterince cesitlendirirse buna imkan var, ama cok zor birsey.

    analiz motoru da iq ile ayni sey degil. iq goreceli olarak genetik bir ozellik; analizin hizini arttirabilir ama kalitesini degistirmiyor. isin guzel tarafi, o kisim ogrenilebilir bir kisim, genetigin kaderine mahkum degil kimse.

    ***

    bizler yavas yavas dumb terminallere donusuyoruz. veri gibi analizin kendisi dahi cloud'da, yani bir nevi "yapilmisi var". oradan alip, biraz isitip yeniden sunuyoruz buluta. aktivitenin buyuk kismi pattern recognition oluyor (soyle bir laf ederlerse, bu meme'i kullan. bunu soylerlerse, su kaliplarla cevap ver).

    eskiden cevremizde 50-60 kisi varken, yeni birseyler uretmek, cevreden girisin kisitli olusu yuzunden (izole olusumuz yuzunden) zordu. simdiyse "cevremizde" 50-60 milyon kisi var, ve cogu dunyada alanlarinda iyi olan kisiler. artik input kisitli degil ama o inputla yapilabilecek en iyi analizi de gorebiliyorsun, ordan cikarilabilecek en iyi dersleri (wisdom) de hap gibi alabiliyorsun, slogan haline getiriyorsun, tuketiyorsun. zamaninin yuzde 99'u da bu haplari kullanacagin zamani belirlemek, pattern recognition.. cok hizli bicimde ucgen legolari, ucgen seklindeki bosluklara yerlestirebilen maymunlariz.

    ama bunlar insight'a donusmuyor. buluttan alamayacagin sey bu. hap halinde tuketemeyecegin, kollektife outsource edemeyecegin sey bu. dumb terminallerin o kadar da dumb olmamasi lazim, biraz kasip kendi analizimizi, sentezimizi yapmamiz lazim. bilgiye, ceviriye, kopyaya, tuketime, belli cevrelere ait olabilmek icin ogrenilmis kaliplara, name droppinge, tembel pattern recognition'a degil, analize ve tekerlegi yeniden kesfetmeye ovgu.
  • derste neyi bilebiliriz, nasıl bilebiliriz, nereden biliyoruz, bilgi dediğimiz ne, sahiden bilgi diye bir şey var mı, yoksa hikayenin hikayesinin hikayesi içinde debelenip duruyor muyuz, haklılandırılmış doğru inanç, akılcılık, deneycilik, temelcilik, bağdaşımcılık, mutabakatçılık derken sınıfta arka sandalyelere doğru ilerlemişim. sınıfın bittiği yerde, duvarla yüz yüzeyken birden aklıma geldi. "biri bana 'seni seviyorum' dedi" dedim. yavaşça sınıfa doğru döndüğümde bütün başlar bana çevrilmişti. devam ettim: "bana bir iddiada bulunmuş oldu. seni seviyorum bir önermedir. sevildiğimi bilmek istiyorum, yani bu iddianın haklılandırılmış doğru bir iddia olmasının peşindeyim. nasıl bileceğim?" sonuçta sevildiğimi duymam sevildiğimi bilmem anlamına gelmiyor. kürsüye doğru yürümeye başladım.

    ön sıralardan biri "hocam deneyci misiniz, usçu musunuz, sezgici misiniz?" diye sordu. itiraf edeyim gözlerimden küçük bir gurur dalgalanması geçti. doğru soru. "bugün deneyciymişim, deneyci olmak istiyorum" dedim. "deneyci isem kanıt için neye yönelmem gerekiyor?" hep bir ağızdan: "duyu verilerinize!" "mesela bana kahvaltı hazırlamış olsun. sevildiğimin bilgisinin kanıtı olabilir mi?" çoğu hayır dedi. çünkü insan sevmediğine de kahvaltı hazırlarmış. sevmediğimiz insanlara sevmediğimiz kahvaltılar hazırladığımız elem dolu bir evrende yaşıyoruz. aklıma neden kahvaltı geldi bilmiyorum. aç olabilirim. fatih "mesela çok güzel baksın hocam" dedi. bir an kafam karıştı, güzel bakışı duyularımızla mı algılıyoruz? "tamam, güzel baksın. ama bir kere bakması yetmeyecek herhalde değil mi? bana bir kere güzel bakmasından beni sevmesinin bilgisini çıkaracak mıyım? metali bir kere ısıttığımda genleşiyorsa, metaller ısıtılınca genleşir bilgisini çıkarıyor muyum? " fatih gözlerimin içine bakarak "hocam bence 3 aydır hep çok güzel bakıyordur" dedi. "tüme mi varayım fatih?" dedim. "tümevarırısam bir deneyci olarak sevildiğimin bilgisinin asla mutlak olmadığını ama düzen ve benzerlikten yüksek bir olasılık bilgisi elde edeceğimi biliyorsun değil mi?" tam kavradı mı kavramadı mı emin değilim ama hemen atıldı " varmayın hocam varmayın, geri gidin!" epey güldük. ama ben gülerken içimde geriye de gittim. zihnime bir bakış saplanana kadar. hiçbir şeye bir gerekçelendirme olamayacak teklikte bir bakış. bilgimin bittiği yerde başlayan bir bakış. "bugünlük deneyciliğim buraya kadar" dedim. "tam buraya kadar."
  • bir insanın bir konuda bilgisi derinleştikçe, ne kadar çok şeyi bilmediğini fark eder.

    ufağım, en fazla 10-12 yaş. benden on yaş büyük bir kuzenim var, küçüklüğümden beri abi dediğim. bir konudan bahsediyoruz, ne olduğunu hatırlamıyorum. elimizin altındaki defterlerden birini çekti, kağıdın üstüne bir nokta koydu bir de o noktayı içine alan bir çember çizdi. noktayı gösterip "bak şimdi bu bildiklerin" dedi, sonra küçük çemberi gösterip "şimdi bu çember de bilmediğini bildiğin şeylerin sınırı" dedi. sonra onları içine alan daha büyük bir başka çember çizdi, "bak, diyelim ki şimdi bildiklerin önceki küçük çember kadar. oraya gelince, bu büyük çember kadar şeyi ise bilmediğini fark edersin" dedi. bir kaç çember daha çizdi içiçe, en son "hayat böyledir, bilgin arttıkça, ne kadar çok şeyi bilmediğini de öğrenirsin" dedi.

    o gün, bundan acayip etkilenmiştim. bugün geriye baktığımda, bunun hayatımı değiştiren anlardan biri olduğunu biliyorum.

    bilgiyi, saf bir açlıkla istiyorum. paraya dönüştürmek için değil, prestij için değil, caka satmak için değil, sadece bilmek için, bilmenin o manasız ama doyurucu mutluluğu için istiyorum.

    bildikçe mutlu oluyorum, ama öğrendikçe, daha öğrenmem gereken nice çok şey olduğunu fark ediyorum.

    olduğu yerde sayan, "ne kadar da çok şey biliyorum" diyen insanlar içinse üzülüyorum. kafalarını bir kaldırsalar, daha bilmedikleri milyarlarca şey olduğunu öğrenecekler çünkü...

    bir konunun gerçek uzmanı asla bilgisini yeterli görmez, çünkü daha öğrenmesi gereken binlerce şey olduğunu bilir. bilgisini aktarır, bildiğinin arkasında durur, ama asla "hepsini biliyorum" demez.
  • dilin bozulması zorunlu olarak insan aklının da bozulmasını ve zekanın da körelmesini beraberinde getirir. bu sebeple türkçe'yi sığ akıllıların şerrinden korumamız icap eder.

    seyr-i enfüsi, kişinin kendi içinde derinleşmesidir. bunun sonucunda ortaya çıkan insana veya topluma dair bilgiye "ilim" denilir. ehli de âlim, ulema, allamedir.

    seyr-i âfâkî, kainat ve madde üzerinde tefekkürdür. bu tefekkür neticesinde hasıl olan bilgiye "fen" denilir. ehli de mütefennin veya bilginlerdir.

    her iki seyri de cem edip, allah'a dair edinilen bilgi ise "marifettir". bu minvalde marifet, eserden müessire intikal edebilmektir.

    aynı zamanda burada anlatılan mevzu, “ve alleme âdeme’l-esmâe külleha- adem'e bütün isimleri öğretti” ayetinin açılımıdır. o isimlerin,

    adem'e bakan yüzü, ilimler

    kainata bakan yüzü, fenler

    allah'a bakan yüzü, marifettir.
  • "her kim ki bilgeliğini artırır, o kimsenin ıstırabı artacaktır."
    (kitab-ı mukaddes, vaiz suresi - 1:18)

    paralel okuma:

    "en iyiyi görüyorum, beğeniyorum; fakat en kötüyü yapıyorum. rahip (ya da din adamı) şöyle derken aynı düşünceye sahip görünüyor: bilgisini artıran, ıstırabını artırır."
    (spinoza, "etika")
  • bilginin keşfi büyük günaha (sonu tanrının cennetinden kovulmayla sonuçlanmıştı) içkindir:

    "bilmek baştan çıkmaktı. bilmediğiniz şey sizi baştan çıkaramaz, derdi lydia teyze eskiden. belki de neler olup bittiğini bilmeyi aslında istemiyorum. belki de bilmemeyi yeğliyorum. belki bilmeye dayanamazdım. insanoğlunun düşüşü, masumiyetten bilgiye düşüştü."
    (bkz: the handmaid's tale /@hanging rock)

    bilmeseydik daha mutlu olamasak (çünkü cehalet mutluluk değil, düz anlamıyla bir makine-insan olmayı istemektir) bile huzur denen muammaya biraz daha yakın olurduk. doğadan kopmamakla eşanlamlıdır bu. bilmek: masumiyetin yok edilişinin büyük anlatısı. doğa: masumiyetin en yalın formu.

    kundera ise bir romanının ismine belki de bu yönsemeyle bilmemek adını vermeyi yeğlemiştir. bilmek baştan çıkmaksa, bilmemek ise programlandırılmış bir androidden farksız olmayı peşinen kabullenmek demektir. elmayı ısıran adem'inki olsa olsa kendi ben'ini (kötü ikizini) keşfetmekle ilgilidir.
  • seni dinleyecek biri olduktan sonra değerli. yazdığında okuyacak, anlattığında dinleyecek bir nefes yoksa insanın içinde birikip birikip patlıyor.

    belki de ondan yazdım bunca zaman burada. kantin köşelerinde kızlara anlatmaktan bıktığım için. şimdi onu bile özlüyorum.
  • "bilgi, belirsizlikteki azalmadır."
  • aldığımız nefese, yekdiğerine bakışımıza, attığımız adıma, verdiğimiz cevaba, gösterdiğimiz tepkiye veya boyun eğip kabullenişimize etki etmiyorsa kendisini biriktirmek anlamlı değil..

    işte biraz da bu yüzden "cehalet mutluluktur" demişlerdir.. çünkü kullanmadığı ve asla kullanamayacağı bilgi kişiye ağırlık yapar, mutsuz eder, belini büker.. buna karşın basit ama efektif azıcık bilgiyle insan yücelip, gönenip, bayındırlanıp, yükselebilir..

    çok çok uzun yıllar önce rahmetli bruce lee üstadımın hayatının ayrıntılarını araştırıken bir sözü ile karşılaşmıştım.. şimdi bu satırları yazarken yeniden aklıma geldi ve yerine oturuverdi birden bire;

    --- küçük ejder'den alıntı başlangıcı ---

    "binlerce farklı tekme tekniğini birer kere çalışmış adamdan korkmam ama ömrü boyunca sadece bir tekniği binlerce kez çalışmış adamdan çekinirim..."

    --- küçük ejder'den alıntı sonu ---

    ---
    bu "bilgi" ilginç bir nesne hakikaten.. varlığı ve yokluğu arasında öyle ilginç bir denge var ki tarifi mümkün değil.. bu "denge" bilginin kendisi kadar o bilgiyi alan kişinin iç dinamikleriyle de bağlantılı gibi ve her ilacın her hastaya aynı şekilde iyi gelmediğini düşünürsek; bilginin dozunu ve muhteviyatını belirlemek ve herkes için farklı farklı reçeteler hazırlamak gerekliliğini ortaya çıkarıyor bu durum..

    kendimi ecza dolabını kurcalayan ve bulduğu her renkli hapı çiğneyip yutan çocuklar gibi hissediyorum..
  • "...geleneksel dünya görüşü iki tür kaynak olduğunu varsayar. hammadde ve enerji. aslına bakarsanız dünyada üç tür kaynak bulunur: hammadde, enerji ve bilgi.
    hammadde ve enerji tükenebilir, elinizdekiler kullanıldıkça azalacaktır. bilgiyse aksine büyüyen bir kaynaktır, ne kadar kullanırsanız elinizdeki o kadar artar..."*
hesabın var mı? giriş yap