• hiçbir sözü doğru olmayan, ağzından çıkan her sözü yalan dolandan ibaret olan billy'i merkeze koyan john schlesinger filmi. hayallerde yaşayan, orada da kendisini komutan, lider, çok satan bir yazar olarak düşleyen billy'nin haylazlıkları ve dünyaya katlanma çabasını işliyor yönetmen. bence en iyi 2. filmi. marathon man birkaç tık daha iyi. billy liar biraz da walter mitty'i hatırlatıyor, 1950'lerde çekilen film birkaç yıl evvel ben stiller tarafından yeniden çevrilmişti hatırlanırsa. walter mitty de, billy de benzer karakterler bazı açılardan. gerçi walter içe kapanık, asosyal, kimseyle iletişime geçemeyen, tamamen hayallerine gömülmüş birisiyken billy aynı anda 2 kadını idare etmeye çalışan, istemese de milletle iletişime girebilen birisi. ama neticede iki karakter de katlanamadıkları dünyayı bırakıp hayalhanelerine sığınıyor, iki film de onların hayallerini işliyor. şüphesiz billy liar daha iyi bir film, zaten schlesinger de usta bir yönetmen, hatta biraz underrated kaldığını söyleyebiliriz.
    bu arada billy'i anlıyoruz, onunla özdeşlik kurmak kolay (sevmediği bir işte çalışması vs) ama yer yer iki üç tokat aşk etmek de istiyorsunuz babasının deyimiyle bu "hergele"ye. özellikle bir ipe inci dizer gibi sıra sıra yalanlar söylediği anlarda. biraz sinir bozucu bir karakter yaratıldığı da söylenebilir. bu sinir bozucu karakterin de hakkını vermiş aktör tom courtney.

    spoiler

    filmin en sinir bozucu anı da hayatı yalan dolan olan billy'nin finalde güzelim julie christie'yi (döneminin en güzel kadınlarından -halen yaşıyor-) trende bırakıp evine dönmesi (julie christie geride bırakılır mı len?). billy finalde londra'ya gidip julie'yle evlenip iş sahibi olmak yerine sürekli azar işittiği evine dönüyor, hayallerde yaşamaya devam ediyor, ki açıkçası sinemada en sinirimi bozan karakterler de gerçeğe katlanamayıp hayallerinde yaşayan karakterler. misal sırf bu yüzden olsa gerek françois ozon'un angel filmini başımı duvara vura vura, epey sinirli bir şekilde izlemiştim. gerçi empati kurmak da gerekiyor, gerçeğe katlanmak kolay değil aslında. ama gene de hayallerine böylesine gömülmüş karakterler sinir bozmuyor değil.

    spoiler
  • içinde yaşadığı ortamdan mutsuz olan ve zihninde yarattığı ambrosia adını verdiği ülkesine çekilmiş ve orada kendini kah savaş kahramanı kah best seller bir romanın yazarı olarak hayal etmekte olan bir gencin karşısına hoşuna giden bir kızla - ki bu reddedilemeyecek güzellikte ve genç bir julie christie dir- herşeye yeni bir şehirde yeniden başlama şansı çıkar. fakat okadar emek ve zaman harcayıp kurduğu ve başına geçtiği hayal dünyasını da terketmesi zordur. kaçırılmaması gereken gerçek bir klasik.
  • ikinci john schlesinger filmi. bu yalancıyı çok sevdim.
hesabın var mı? giriş yap