• önce göçebe nüfusları yerleştirmek
    sonra yerleştirdikleri isyan etmesin diye yerlerini değiştirmek
    sonra -ve o sıralarda- onları saymak dökmek
    sonra yine yer değiştirtmek*
    bu esnada da kah hamiyet kah şiddet yoluyla sayılarını kontrol etmek
    bunun ötesine de çocuk yapmalarını teşvik ederek * ve yasaklayarak* geçmek...
    devletini yaratan toplumu sollayarak toplumunu yaratan devlete dönüşmenin bir sonraki aşamasında moleküllere sirayet etmek...
  • biyopolitika kavramı siyaset ontolojisi tartışmalarında vazgeçilmez hale gelmiş bir kavramdır.

    biyopolitika kavramını anlamak insan bedenlerinin yönetimi olgusunu anlamaktan geçer. bu yönüyle siyasete olan bakış açımız bu kavramı incelerken "hayat" ların yönetimidir.

    michel foucault, disiplin ve kontrol toplumu ayrımı çerçevesinde kavramı çoğunlukla modern devletin başlangıcı ve sonrası için kullanırken , agamben homo sacer' de biosiyasetin iktidarın doğasında olduğunu antik yunan'dan verdiği örneklerle çok daha gerilere götürür. hatta siyasetin kendisinin bizzat yalın hayatın şekillendirilmesi olduğunu ifade eder. tahminimce, foucault'un modern döneme yaptığı vurgu, disiplinin aklı için uygun mantıkları topluma yayan disiplin kurumlarının ( hapishane, fabrika, üniversite,okul, tımarhane vb.) etkilerinin artmasında yatmaktadır.

    iktidar , muktedirliğini nüfusu oluşturan bireylerin beyinleri ve bedenleri üzerinden tüm topluma yayarak ortaya koyabilmektedir. bu şekliyle tıpkı foucault'un dediği gibi : "hayat artık [...] iktidarın bir nesnesi haline gelmiştir." ve tahmin edileceği üzere, iktidarın en önemli işlevi hayatı sadece kuşatmak, grand enfermement*'i sağlamak ve yönetmek değil aynı zamanda söz konusu iktidarın bireyler üzerinden yeniden üretimini gerçekleştirmektir.

    yani siyasal olan bedenin kontrolüne ve bu yolla iktidarın yeniden üretimine ilişkin olandır. tam da bu noktada, biyopolitika kavramının içinde kendisini barındıran bir diğer kavram vardır ki , o da governmentality'dir.

    (bkz: governmentality/@boyleseyolmaz)
  • yaşamsal olanla siyasal olanın sınırlarının ortadan kalkmaya başladığı süreç. foucault için kontrol toplumunun bir aracı iken antonio negri için yeniden kurulacak bir yapının* temel etmeni, kurucu gücüdür.
  • -biyosiyaset ve yönetim teknikleri açısından neoliberal “sağlık ve sosyal güvenlik” politikaları- çalışmasıyla cahide sarı'nın pek güzel deştiği meseledir.

    "biyosiyaset nüfusun ölüm ve doğumuna dair bütün bilgi ve düzenlemeleri kapsar. biyoiktidar sayesinde kapitalizmde bedenlerin üretime sokulması mümkün olduğundan, kapitalist sistemin devamlılığı için biyoiktidarın varlığı zorunludur. kapitalizmin yüz yüze kaldığı sorunlar karşısında (krizler gibi) sistemin devamlılığı açısından biyosiyasal düzenlemelerde ihtiyaçların giderilmesine yönelik gerekli değişiklikler yapılmaktadır."

    ilgili yazının tamamı: http://www.sosyalhaklar.org/…yal-guvenlik-politikal
  • bir yönetim biçimi olarak, bedenleri ve davranışları yöneten ve bunlar üzerindeki pratik süreçler bütünü olarak anlaşılması gereken, foucault'nun kavramı. asıl öznesi de gündelik/yalın yaşam, özellikle de çıplak biyolojik yaşam... foucault’nun bio-iktidar nosyonu, ‘doğası’ gereği şiddet içermeyen ancak işleyiş mantığı nedeniyle şiddete neden olabilen bir iktidar biçimi olarak tanımlanıyor. foucault, cinselliğin tarihi’nde, bir toplum için “modernliğe girme eşiği”ni, insan türünün bahis konusu olarak siyasal stratejiler içinde yer almaya başlamasıyla olduğunu savunuyor,. foucault işte buna “biyo-iktidar” diyor. yani biyopolitika/biopolitics modern zaman iktidarını tanımlamak ve işleyiş mantığını açıklamak için sosyal bilimlerde kullanılmakta.
  • temelde nüfusun ekonomik bir kaynak olarak düşünülmeye başlanması, bu anlamda da verimliliğinin çalışma alanının konusu haline gelmesini sorgulayan foucault’nun kuramsallaştırdığı kavram.

    foucault bu kavrama yeni bir güç teknolojisi diyor. teknoloji vurgusu önemli çünkü yaşadığımız postmodern diye tanımladığımız bugüne atıfta bulunuyor. geçmişte beden politik bir nesne olarak değerlendirilmiyor muydu diye soracak olursak; vardı elbette tarih boyunca dini tahakküm, kralın emirleri, kültürel unsurlarla beden her dönemde güç sahipleri tarafından kontrol altına alınmaya çalışıldı. beden hiçbir zaman kişinin kendisine bırakılmaması gereken bir araç olarak görüldü.

    bugün ne değişti peki? teknoloji hayatımızın her alanına girdi. 18. yüzyıldan sonra sanayileşme hareketleri, tıbbi alanda yaşanan gelişmeler, artan nüfus, sağlık-hastalık kavramlarına atfedilen anlamlar, insan ömrünün uzaması, tüketimin anlamının değişmesi hatta bedenin kendisinin bir tüketim nesnesi haline gelmesi gibi nedenlerle biyopolitik söylemler günlük hayatın her anına sızan bir mesele haline geldi.

    foucault biyoiktidarı "bedenlerin denetimli bir biçimde üretim aygıtına sokulması ve nüfus olaylarının ekonomik süreçlere göre ayarlanması” olarak açıklar.bu ifadede de üretim aygıtı kavramı önemli. bundan iki anlam çıkarabiliriz: birincisi; bedenin terbiye edilmesi, potansiyelinin ortaya çıkarılarak en iyi şekilde kullanılması, aynı bir üretim malı gibi çarkı devam ettirecek şekilde diğer ekonomik sistemlerle entegre olması ise ikincisi bedenin biyolojik niteliklerinin denetlendiği gerçeğidir.

    ülkeler biyopolitik söylemlerini kendi özgül durumlarına göre inşa ediyor. örneğin çin artan nüfusla baş edebilmek tek çocuk politikasını uzun yıllardır sürdürürken kendi ülkemizde giderek derinleşen yoksulluğa ve artan nüfusa rağmen nüfusun artırılması yönünde politikalar mevcut. kontrolsüzce ülkemize gelen mülteci problemi, "en az üç çocuk çocuk söylemi" bunun uzantıları.

    biyopolitik sadece gücü elinde bulunduran kodaman tiplerin bilgisayar oyunuyla diğerlerini kontrol etmesi olarak anlaşılmamalı. biyopolitik söylem her an hemen herkes tarafından söylemleriyle yapıp ettikleriyle günlük hayatta yeniden üretiliyor. son yıllarda spor salonlarının hınca hınç dolu olması, kozmetik sektörünün hiç olmadığı kadar patlaması, organik gıda arayışları, moda sektörünün güçlenmesi, sunulan güzellik anlayışı karşısında kendiyle barışamayıp sürekli anksiyete yaşayanla örnek verilebilir.

    biyopolitik kavramı verimliliği artırmak, doğru ellere verilirse ülkenin ve bireyin yaşam standartlarını güçlendirmek, kontrol ve gözetim sağlamak adına önemli. başka türlü sayısı her geçen gün artan nüfusla baş etmek mümkün olmazdı. o yüzden bu kavram tek başına olumsuz bir anlam ifade etmiyor. ama diğer yandan bir şekilde sistem sizden verim alamayacağına ve ekonomik sistemde bir yeriniz olmadığına kanaat getirirse (kronik hastalığı olanlar, normların dışında fiziksel özelliği olanlar,yaşlılar, engelliler, mahkumlar) bu durumda "tecrit mekanları"nda rızanız dışında izole (sosyali, ekonomik, kültürel, fiziki uzaklık vs. hepsi olabilir) bir hayat yaşamaya bırakılıyorsunuz.
  • öğrencilerinin aktarmasıyla michel foucault'nun biyopolitik anlatısı:

    xix. yüzyılın en temel olaylarından biri, yaşamın iktidar tarafından göz önüne alınması diyebileceğimiz şeydir: bir anlamda, canlı varlık olarak insan üzerinde bir iktidar kurma, biyolojik olanın bir devletleştirilmesi ya da en azından biyolojik olanın devletleştirilmesi diyebileceğimiz bir şeye götüren belirli bir eğilim oldu.

    hükümranlığın klasik teorisinde, biliyorsunuz yaşam ve ölüm hakkı onun temel ayrıcalıklarından bir tanesiydi. hükümdarın yaşam ya da ölüm hakkına sahip olduğunu söylemek, aslında, öldürebilir ve yaşatabilir demektir; her ne olursa olsun, yaşam ya da ölüm, siyasal iktidarın alanının dışına çıkacak, doğal, dolaysız, bir anlamda temel ve radikal olan o görüngülerden değildir anlamına gelir. biraz daha ileri gidersek, bir anlamda, paradoksa dek zorlarsak, aslında bu, iktidarın karşısında, uyruğun ne canlıyken ne de ölüyken kendi üzerinde bir hakkı olmadığı anlamına gelir. o, yaşam ve ölüm açısından nötrdür ve yalnızca hükümdarın keyfi kararıyla yaşıyor olma hakkına ya da ölme hakkına sahiptir. hükümran iktidarın yaşam üzerindeki etkisi yalnızca hükümdar öldürebildiği andan itibaren kullanılır. sonuç olarak gerçekten de, bu yaşam ve ölüm hakkının özünü kendi içinde barındıran öldürme hakkıdır: hükümdar öldürebildiği anda yaşam üzerindeki hakkını kullanır. bu esas olarak bir ölüm yargısı verme hakkıdır.

    xix. yüzyılda siyasal hukukun en büyük değişikliklerinden bir tanesi, o eski hükümranlık hukukunu -öldürme ya da hayatta bırakma hakkını- yeni bir hukukla, değiştirmek demiyorum açıkça, ama onu tamamlamaktan ibarettir; ki bu, ilkini silip atmayacak ama ona nüfuz edecek, içine işleyecek, değiştirecek ve tam anlamıyla tersi bir hukuk ya da daha çok tersi bir iktidar olacaktır: yaşa"t"ma ve ölüme "bırakma" iktidarı. hükümranlık hakkı, dolayısıyla öldürme ya da hayatta bırakma hakkı oluyor. şimdi ise yerleşen o yeni hak da yaşatma ya da ölüme bırakma hakkı olur.

    xvii. ve xviii. yüzyılda, esas olarak beden üzerine, bireyin bedeni üzerine odaklanmış iktidar tekniklerinin ortaya çıktığı görüldü. bunlar, bireysel bedenlerin uzamsal dağılımının (ayrıştırılmaları, sıraya sokulmaları, diziye ve gözetime sokulmalarının) ve bu bireysel bedenler dolayında bütün bir görünürlük alanının düzenlenişinin gerçekleştirildiği bütün o usullerdi. bunlar aynı zamanda, bu bedenlerin bakımının üstlenilmesine, işe yarar güçlerinin alıştırma, terbiye vesaireyle yükseltilmesi çabasına yarayan tekniklerdi. bütün bir gözetleme, hiyerarşi, teftiş, yazı, tutanak sistemiyle: disiplinci iş teknolojisi olarak adlandırılabilecek bütün o teknolojiyle, olabilecek en masrafsız biçimde uygulanması zorunlu bir iktidarın katı ekonomi ve ussallaştırma teknikleriydi aynı zamanda.

    disiplin, insanların çokluğunu yönetmeye çalışır öyle ki bu çokluk gözetlenecek, eğitilecek, kullanılacak, belki de cezalandırılacak bireysel bedenlere dönüşebilmeli ve dönüşmelidir. ilk olarak, bireyselleştirme yöntemiyle, beden üzerinde iktidar kurulmasının ardından, bireyselleştirici olmayan ama beden-insan yönünde değil, tür-insan yönünde gerçekleşen, bir anlamda yığınlaştırıcı olan ikinci bir iktidar kuruluşu var. xviii. yüzyılda temeli atılan, insan bedeninin anatomo politiğinden sonra, bu yüzyılın sonunda, artık insan bedeninin anatomo -politiği olmayan, ama insan türünün "biyo-politiği" olarak adlandıracağım bir şeyin belirdiği görülür.

    doğumların ve ölümlerin orantısı, üreme oranı, bir nüfusun doğurganlığı vb. gibi bir süreçler bütünü söz konusu. xviii. yüzyılın ikinci yarısında, bir yığın ekonomik ve siyasal sorunla bağlantılı olarak, öyle sanıyorum, bu biyopolitiğin ilk bilme nesnelerini ve ilk denetim hedeflerini oluşturmuş olan, tam da doğum, ölüm, uzun yaşama oranlarına ilişkin bu süreçlerdir. xix. yüzyılın hemen başından itibaren (sanayileşme döneminde), o çok önem taşıyan yaşlılık sorunu, buna göre yetersiz, çalışamaz duruma gelen birey sorunu söz konusu olacaktır.

    disiplinler de, aşağı yukarı birey ve onun bedeniyle ilgiliydi. bu yeni iktidar teknolojisinde ise mesele tam olarak toplum değildir. beden-birey de değildir. biyopolitiğin işi nüfusladır ve siyasal sorun olarak, hem bilimsel hem siyasal sorun olarak, biyolojik sorun ve iktidar sorunu olarak nüfus, sanırım bu noktada ortaya çıkıyor. ölüm aynı zamanda ölen kişinin iktidarının, hayatta kalanlara geçen iktidarın bir aktarımıydı: son sözler, son istekler, vasiyetler vb. böylece ayinleştirilmiş olan, bütün bu iktidar görüngüleriydi. oysa şimdi, iktidar giderek daha az öldürme hakkı olmakta ve giderek daha çok, yaşatmak için müdahale etme ve yaşama biçimine, yaşamın "nasılı"na müdahale etme hakkına dönüşmektedir. dolayısıyla, iktidar yaşamı yükseltmek için, yaşamı kazalarını, iyi ya da kötü olasılıklarını, zayıflıklarını denetim altına almak için özellikle bu düzeyde devreye girdiği andan itibaren, yaşamın sonu olarak ölüm, tabi ki iktidarın da bitimi, sınırı, sonudur.

    iktidarın üzerinde etkide bulunduğu şey ölüm değil ölüm oranıdır. hükümranlık hakkında, ölüm, hükümdarın mutlak iktidarının en açık biçimde ortaya çıktığı noktayken, şimdi ölüm tersine bireyin her türlü iktidardan sıyrıldığı, kendi kendisine döndüğü ve bir anlamda el etek çekip kendisinin en özel yanına çekildiği andır. iktidar artık ölümü tanımaz. sözcüğün tam anlamıyla iktidar ölüme boş verir.

    elimizde, xviii. yüzyıldan bu yana belirli bir kronolojik farkla yerleştirilmiş ve üst üste binmiş olan iki iktidar teknolojisi var. yani bir yanda disiplinci bir teknik vardır: beden üzerinde yoğunlaşır, bireyselleştirici etkiler yaratır, hem yararlı hem de uysal kılınması gereken güçlerin kaynağı olarak bedeni manipüle eder. öbür yanda ise, bedene değil yaşama odaklanan bir teknoloji var; bir nüfusa özgü kitle etmenlerini bir araya getiren, canlı bir kitlede meydana gelebilen tehlikeli olaylar dizisini denetlemeye çalışan bir teknoloji; bunların olabilirliğini denetlemeye her koşulda etkilerini gidermeye çalışan bir teknoloji. dolayısıyla, bir güvenlik teknolojisinin karşıtı ya da bundan farklı olan bir terbiye etme teknolojisi; bir de güvence sağlayıcı ya da düzenleştirici bir teknolojiden ayrılan disiplinci bir teknoloji vardır; her iki durumda da beden teknolojisi olan bir teknolojidir bu; ama birinde, bedenin yeteneklere sahip bir organizma olarak bireyselleştirildiği bir teknoloji söz konusudur; öteki durumda ise bedenlerin, bütünün biyolojik süreçleri içerisine yeniden yerleştirildiği bir teknoloji.

    elimizde iki dizi var: beden-organizma-disiplin kurumlar dizisi ve nüfus-biyolojik süreçler düzenleştirici mekanizmalar- devlet dizisi. çoğu durumda, disiplinci iktidar mekanizmaları ve düzenleştirici iktidar mekanizmaları, bedene yönelik disiplinci mekanizmalar ve nüfusa yönelik düzenleştirici mekanizmalar birbiri üzerine eklemlidir bile diyebiliriz. hastalık sigortası ya da yaşlılık sigortası sistemleri; nüfustaki ortalama yaşam süresinin en yüksek düzeye çıkarılmasını sağlayan sağlık kuralları; bizzat kent örgütlenmesinin cinsellik üzerindeki baskıları, yani döllenme; ailelerin sağlığı üzerinde kurulan baskılar; çocuklara gösterilen bakımlar; öğrenim oranı vb. demek ki disiplinci mekanizmalar ve düzenleştirici mekanizmalar söz konusu.

    xix. yüzyılda cinselliğin tıbbi açıdan aşırı oranda değerlenmesi, sanırım kaynağını, cinselliğin, organizma ve nüfus arasındaki, beden ve global görüngüler arasındaki ayrıcalıklı konumundan alır. tıp, hem bedeni ve nüfusu, hem organizmayı ve biyolojik süreçleri konu alan ve böylece disiplinci etmenlere ve düzenleştirici etmenlere sahip olacak bir bilme iktidardır.

    xix. yüzyılda iktidar yaşamı ele geçirdi demek, en azından xix. yüzyılda iktidar, yaşamın sorumluluğunu üstlendi, yani bir yanda disiplin teknolojilerinin, öte yanda düzenleme teknolojilerinin çifte işleyişi yoluyla organik olandan biyolojik olana, bedenden nüfusa varan bütün yüzeyi kaplamayı başardı demeye geliyor.

    ırkçılığı devletin mekanizmalarına sokan, biyo-iktidarın birden belirimidir. ırkçılık, iktidarın temel mekanizması olarak, modern devletlerde kendini gösterdiği biçimiyle, bu anda yerleşir, ki bu da, belirli bir zamanda, belirli bir ölçüde ve belirli koşullarda, ırkçılıktan geçmemiş hiçbir modern devlet işleyişi olmadığını gösteriyor. nedir ırkçılık? öncelikle, iktidarın sorumluluğunu yüklendiği o yaşam alanı içerisinde bir kopukluk yaratmanın yoludur: yaşaması gerekenle ölmesi gereken arasındaki kesinti.

    ırkçılığın ilk işlevi budur, parçalara ayırmak, biyo-iktidarın ilgilendiği o biyolojik süreklilik içerisine duraklar koymaktır. ırkçılık ikinci işlevini üstlenecektir: "ne kadar öldürürsen, o kadarını ölüme bırakırsın" ya da "ne kadar çok ölüme terk edersen, sen de bu yolla o kadar yaşarsın". ötekinin ölümü benim kişisel güvenliğim olması ölçüsünde, yalnızca benim yaşamım değildir; ötekinin ölümü, kötü ırkın, aşağı ırkın (ya da soysuzlaşmış olanın ya da anormal olanın) ölümü, yaşamı genel olarak daha sağlıklı kılacak olan budur; daha sağlıklı ve daha arı. demek ki askeri, savaşçıl ya da siyasal bir ilişki değil, biyolojik bir ilişki var.

    ırk, ırkçılık, bir normlaştırma toplumunda ölüme mahkum etmenin kabul edilebilirlik koşuludur. devlet, biyo-iktidar modu üzerinden işlediği andan itibaren, devletin öldürücü işlevi ancak ırkçılıkla yerine getirilebilir. normalleştirme iktidarı eski hükümran öldürme hakkını kullanmak istiyorsa, ırkçılıktan geçmesi gerekir. ve bunun tersine, bir hükümranlık iktidarı, yani öldürme ve yaşatma hakkına sahip bir iktidar, normalleştirmenin araçları, mekanizmaları, teknolojisiyle işlemek istiyorsa, onun da ırkçılıktan geçmesi gerekir.

    ırkçılık ilk önce sömürgeleştirmeyle, yani sömürgeci soykırımla gelişecektir. xix. yüzyılın sonunda, yalnızca karşı ırkı (elenme ve yaşamak için mücadele izleklerine göre) saf dışı bırakarak kendi ırkını güçlendirmenin bir yolu olarak değil, aynı zamanda kendi ırkını yeniden canlandırmanın da bir yoludur. aramızdan ölenlerin sayısı ne kadar çok olursa, ait olduğumuz ırk da o kadar saf olacaktır. ırkçılık biyo-iktidarın ekonomisinde, başkalarının ölümü, bir ırkın ya da bir nüfusun üyesi, birlikçi ve canlı bir çokluğun bir öğesi olarak kişinin kendisinin biyolojik açıdan güçlendirilmesidir ilkesine göre, ölüm işlevini yerine getirir. ırkçılık, hükümdar iktidarını sürebilmek için, ırkı, ırkların saf dışı edilmesini ve ırkın saflaştırılmasını kullanmak zorunda olan bir devletin işleyişine bağlıdır. öldürme hakkına dayalı eski hükümran iktidarının biyo-iktidarla yan yana gelmesi ya da biyo-iktidar yoluyla işleyişi, ırkçılığın işleyişini, yerleştirilmesini ve canlandırılmasını gerektirir.

    nazi rejiminden daha disiplinci devlet olmamıştır, biyolojik düzenlemelerin daha sıkı ve daha ısrarlı biçimde yeniden göz önüne alındığı başka devlet olmadı. disiplinci iktidar, biyo-iktidar: bütün bunlar (biyolojik açıdan, döllenme, kalıtım açısından sorumluluğu üstlenilen, hastalık, kazalar konusunda da sorumluluğu üstlenilen) nazi toplumuna nüfuz etti, onu taşıdı. nazi toplumunun bütün yapısına işleyen bu öldürme iktidarı, önce öldürme gücünün, yaşatma ve öldürme gücünün yalnızca devlete değil, bir sürü bireye, dikkate değer sayıda insana (ister sa'lar, ister ss'ler vb. olsun) verilmesiyle kendini gösterir. hatta ve hatta, nazi devletinde herkesin komşusu üzerinde öldürme ve yaşatma iktidarı vardır, yanınızda oturanı gerçekten ortadan kaldırmayı ya da kaldırtmayı sağlayan ihbar yoluyla bile olsa. nazi rejiminin hedefi basitçe öteki ırkların imhası değildir. öteki ırkların imhası tasarının bir yüzüdür, öteki yüzü de kendi ırkını ölümün mutlak ve evrensel olan tehlikesine açık bırakmaktır. öyle bir noktaya gelinmelidir ki nüfusun tamamı ölümle karşı karşıya kalmalıdır. yalnızca bütün nüfusun ölümle tümel olarak bu karşı karşıya kalışı, gerçekten de onu üstün bir ırk kılabilecektir ve onu, bütünüyle kökü kazınacak ya da kesin olarak köleleştirilecek olan ırklar karşısında nihai olarak yeniden canlandırabilecektir. nazizm hükümran öldürme hakkıyla biyo-iktidarın mekanizmaları arasındaki etkiyi doruk noktasına ulaştırdı.

    *
  • türkçe literatürden güzel bir örnek için (bkz: gürbüz ve yavuz evlatlar)
  • foucault'nun göre biyo-iktidar dediği şey genel anlamda teknik değil ama gittikçe doğasını ve amacını kendine kullanan devletin, insanları gerçek nesneler haline koymasını belirtir. çünkü birey konuşan, çalışan, yaşayan bir varlık olarak artık bir güç üretir ve burada toplum meydana çıkar. bu toplum belli bir halk kitlesinden oluşur ve belli bir çevreye sahiptir. öyleyse devlet bu alanlara eğilerek birey her türlü faaliyetine burun sokmaya başlamıştır. böylece en özgün siyasi teknikler boyunca insan bir bakıma hayvanlaştırılmaktadır. böylece soykırıma izin veren ama aynı anda da yaşamı korumaya çalışan sosyal ve beşeri bilimlerin olanaklarının geliştirilmesi tarih içinde ortaya çıkmıştır. bu biyopolitikadır.
  • (bkz: türklerde mesai sonrası bar kültürünün olmaması)
    başlığa maddi imkansızlıktan bahisle getirilen aşağı yukarı her açıklama bu kavramın bir tezahürü. ya da “gece 10’da toplu ulaşımı biten başkent” benzeri şikayetlenmeler de aynı halin farklı bir parçası.
hesabın var mı? giriş yap