• keşkeleşen geçmişin geleceğe bıraktığı notlar. berzah uğultusuna kulaklarını hazır et, gardını alsın göğüs çekirdeğin, filizlenecek çekirdek, bir söğüt ağacı olacak. söğütün altında devlet kurup devlet yıkanların aslan sütü kokusundan ırak ve bekletilmiş asırlık bir küpten içemeyeceksin şarap! en mukaddes hüzün adına hazır ola geç, yalpalayan, topallayan, dağılan, kırk günlük ağıtlar kokan bir hazır ol bu ve rahat dursan bile kalbin dört nala doğru koşarak rahat durmayacak!

    birikintilerden feragat et, bildiklerini unut, unuttuklarını zihninde büyüt, büyüttüğün ne varsa küçült, deveyi et pire, pireyi fil et, çaya düş, kahve ile yıkan, şurup iç. sesini dök, suretini aç, yönünü kaybet, kayıplarının hesabını tut, mezarlık ardiyesinin ikametçilerini say, atalarının seceresini ezber et. insan güt, uyku bozukluğu koyun kes, ters kalk, yüzüstü uyu. kalabalığa karış, kabalıktan nasip al, yüzünü traş et, cismini dök, sakal diplerini kazı!

    bilye parıltısında hayalleri dök nehire, uzan kıyısına, serini koy göğüne, boyan rengine, düşlerini dök denize. deniz iç, gökyüzü üfle, ses etme, ses bekleme, iltica et sendeki sen ile içindeki sen ile hiçliğine ve olmazmış gibi davranan benliğine. bablar oku, âyetler solu, insan kutsa, eğilme ve böbürlenme. şehadet et geçmişe, geçmiş olan her çileye, geçecek olana gülümse, gül dök, çiçekler besle, içinde büyüt, kabulleniş divanına eğ başını ve ruhun teselli etsin diri naaşını. yaşa. içinde, yanında, kıyında, gölgesinde, gözlerinde, bileklerinde, saç uçları ile diplerinde... gibi. bu bir siyah sahne. her şey sen, kulis sen, siyah ve renkler sen, işleyen ve eylemsizlik ile eylem olan sen, obje ve dekor sen, metin ve metanet sen. şimdi bir monoton hava içindesin, küçük küçük ses et monologunu. sesi çığlığa doğru büyüt, çığlıktan fısıltıya doğru küçült. sanat bu. kreşendo! sen her yangından almışsın hisse ve yaşarsın içinde bir korla!

    işit beni ben senim, sendeki benim. hamd et. çünkü kalbin ile ruhundan habersiz değilsin. istersen küfret, ki çıta çok yüksek çirkin sözlerde, verirsin küfrün hakkını bile. kime mi? seç, beğen, al. doğunun göğünde "kısmet" gudubet "kader" cazgır... seç, beğen, al. ikisi de doğurgan!

    tutuş! bu senin hakkın. bu senin "tufan"ın. bu senin helakın. boynundan öperim. alnında da.
  • hızır aleyhisselam gibi yeryüzünde dolanıp duran seyyahlar, gittikleri beldelerin rengine boyanırlar. yolların güllerle donatılmış olduğunu hayal eden acemi seyyahlar, yollarda karşılaştıkları dikenleri nimet-i kübra bilen ustalarına hürmeti nakıs etmezler. hak teala selamet versin: hindikuş dağlarından aşağı uzanan dağ köylerinde tanıştığım hariim isimli afgan seyyah, memleketi kabil'den başlamıştı seferine. bu onun ilk seferiydi ve yaşı ahir ömrünün son çeyreğindeydi. anlattığına göre, kabil vilayetinde işlenen din cinayetlerinde evlatlarını yitirmiş, kerimesi zafura sarıklı cinayet şebekesi tarafından kaçırılmış ve bunlar yetmezmiş gibi, muhterem zevcesi olanlara dayanamayıp kendi canına kıymış. hariim bu sebeplerden dolayı kendini yollara adamış, gittiği beldelerde karın tokluğuna çalışıp, hesapsız kitapsız yol almış. düşünceli yüzündeki kırışıklıklar, beldesindeki ve ömründeki karışıklıklara mütercim oluyordu. hikayesini, hindu bir köyün tapınağa giden yolunda anlattıktan sonra, ben ona "üzülme, bu koskoca cihan imtihan yeri. allah'a sığın." dedim de, cevaben "ben allah'ı kabil'de terk ettim" dedi. şeytan aleyhulane'nin şerrinden allah'a sığınarak, "hariim, şüphe yok, sen imanı tastamam bir adam değildin" dedim. bunun üzerine durdu. cehennem ateşi gözlerini bana dikerek, "benim imansızlığım şimdi tastamam" dedi ve sırtını bana dönerek aksi istikamete doğru yol aldı. hariim'le o sözler sonrası hiç karşılaşmadık. hindikuş dağlarına bir iki defa yolum düştü ve fakat ondan bir alamet bulamadım. kendi içimde, allah biliyor, ona güzel bir kader çizdim. imanını tezyin ettim, aslına rücu oldu. inşaallah çizdiğim istikamet üzeredir ve kaderi hayalimdeki ile hayaldaş olmuştur.
  • ...göklerdeki babamız; yerin günahını aziz kanı ile üstlenen yüce isa, kutsal bakire meryem... bu yüce isimler adına, mırıldandığım ve içimde saklı günahlarım için kendime acıyorum tanrım. mabedin ruhunu gölgeleyen içsel ve zihinsel günahlarımı affet, beni günahlardan koru, kalbime dirayet, bedenime huşu dolu göksel aşkı sirayet ettir. bedenini ve ruhunu sana adayan, isa ve meryem ışığı altında olan, aziz ve azizelerin yolunu yol bilen kulun ve mabedinin kölesi olan... beni affet ve beni benden muhafaza et tanrı'm.

    (her dua bir sebep ya da sebepler barındırır)

    kilisenin duvarları bedenime serinlik veriyordu. bu serinlik kutsanmış olmanın şevki ile mutluluğuma mutluluk katıyor, ettiğim dualar mabedin kubbesinde yankılanarak; mumların ateşi âdeta mistik yanım için alev alev dans ediyor gibi hissediyordum. bu hisleri birkaç aydır hissetmiyorum! içimde depreşen bazı hislerin buna engel teşkil ettiğinin ayırdındayım. uzun seneler aynı yolu kullanmama rağmen, geçtiğimiz ay, senelerce "garip" bir yerin önünde geçtiğimin farkına varmıştım. ilkin garip olarak tanımladım bu yeri ve gözlerimi sakındım buradan. hatta önündeki kaldırım yerine karşısında olan kaldırımı kullanmaya başladım. itiraf ediyorum; karşı kaldırımdan içerisi daha net görünüyor... ilk gördüğüm kare, küçük küçük evlerin arasından renkli dehlizlere doğru uzanan merdivenler, basamakların erkekler kalabalığındaki kaybı ve pencerelerden sarkan memeler! karenin en baskın tonları ve işareti memeler ve bıyıklardı. burası şehvet satın almaya gelmiş erkeklerin kadınlarla pazarlığa yatak paylaştığı genelevdi. kareden içimdeki korku ile karışık hislerle uzaklaştım. uzaklaşmak bir mesafe ölçüsüydü, oysa insanın içinden uzaklaşması olur şey değildi. ölçüsüzlük içimde edepsiz şeyler örüyor, bu örgü daha çok geceleri nüksediyor ve rüyalardan gerçeğe sabah aydınlığında arama sular bırakıyordu! kaç defa bu kare rüyama girdi hatırlamıyorum. bir keresinde memelerin en süt beyaz olanına dudağı örtük bir bıyık dokunuyor, süt beyaz içindeki mavi damarlar bir yol gibi genişliyor ve genişleyen yollardan basamaklar ortaya çıkarak, basamakları erkekler ve kadınlar dolduruyordu. sert ve simsiyah fırça gibi olan bıyıklarla gıdıklanan memenin sahibesi kıkırdıyor ve kadının yüzü yüzümle değişiyordu! sıçrayarak yataktan kalkmıştım ve bacaklarımın arasında deli bir deniz ben uykudayken uyanmış da bana sular seller gibi iz bırakmıştı. sularıma dokununca, göz göze geldiğim haç beni çok utandırmıştı. cansız bir eşyadan utanmak gibi gelir bilmeyene ama ben bilmeyenlerden değil bilenlerdenim. bir başkası olsa yataktan sıçrayarak uyanmaz, bıyıkların arasında olan kalın ve diri dudaklar arasında ezilmeyi... ne dediğim umrumda ve böyle şeyleri düşünmek bile kalbimi ürkütüyor. bir ses kare değişiminin kışkırtıcı bir fikir olduğunu söylerken, öteki ses iblisvari fikirlerden tanrıya yaklaşmayı öğütlüyordu. şehvet daveti ile öğüt icabeti arasında gidip geliyordum ve tam da bu ifâde; gidip gelme ifâdesi bile icâbet yerine davete göz kırpıyordu. bedenimin her zerresinde, kelimelerin içindeki giz apaçık olmuştu bana. davet içimdeki yangını kamçılarken, icâbet dürtüsü yangınlarım içine buzul bir soğukluk serpiyordu. bedenim melek ile iblis arasında git gel yaşıyor. erkekler ve kadınların şehvet muhabbetinden payıma arada kalmışlık düşmüştü.
  • bazı insanlar işitmek istediklerini işitmediği zaman çok kırıcı oluyorlar. buna mukabil bazı insanlar da içlerinde olan şeyi söylediği zaman her şeyin sabun köpüğüne dönüşeceğine inanır. insan karmaşıklığı üzerine olan kalın kalın felsefe kitapları, insanın o döngüden ibaret çekişmesini, hırsları ve kendi ile kavgasını, ruh beden kaosunu ve vicdan ile akıl medceziri karşısında eksik kalıyor.

    mürşit ile mürit arasında olan rabıta, dersin ki aklî melekelerinin arasındaki bileşik bağlar ve insan ne kadar "âkil" olduğunu iddia ederse etsin, kendi kendine yetmeye çalışan ama bunu da eline yüzüne bulaştıran bir varlıktır. iddia çalışması bir fiyasko. ilim ve bilim uçsuz bucaksız bir feza ve insanî öğretiler olan hissi alametler içinde debelenmektedir. gizli ilimler, entrika ile dolu kalplerin, karmaşık zihin örgülerinin ve beşer şaşar sorununun iyileşmesine cevap olmuyor. şımarık ve iflah olmaz kolonilerin doğmasına neden olan bilim, insanın piriz ile olan güncelliğini tazeliyor. ilmin sancağı ve bilimin bezirgân önderliği insana kâfi gelmiyor. icat ve keşfin hükümranlığı insan kalbinin derinlik ve yüzeysel açısına hükümran olamıyor. dahası kalbin sahibi bilmiyor içindeki cevheri veya çakıl taşını, zümrüt mü yoksa et parçası mı? insanın insana anlatıldığı medreselerin harcı ne zaman maya olacak lâl taşlara? aslında taşlar bile lâl değil ya.
  • en kötü evliliğin duvarlarla arkadaş olmaktan daha iyi olduğunu söyleyen iç sesim ile tatlı bir münazaraya oturduk. karım annesine gittiğinde en yakın arkadaşım olan iç sesim, sağolsun beni duvarlara meze etmiyor. münazara ilkin onun söylediği bu dervişi söz ile başladı. buna tam itiraz edip işaret parmağımı doğrultmuştum ki, o elini bir indir dedi ve sözüne devam etti.

    'iyi tarafından bakmasını sana öğreteceğim. gerekirse kafanı duvarlara vura vura öğretecek, bakış açının seyrini düzene koyacak ve açını genişleteceğim. bir kere sen alttan almasını bilmiyorsun ve paşanın nazlı eşeği gibi hep üstte durmaya çalışıyorsun. bu adil değil selim efendi, hayır bu hiç adil değil. hatırlatayım, karın üçüncü çocuğuna hamile iken yine o eşek gibi davrandın da, kadıncağız yine annesinin evine buyur oldu. ne yaptın pekii hatırlıyor musun? hiç kafanı yorma, bırak saksı gibi kalsın yerinde, ben söyleyeyim; salondan kendine bir mektup yazdın ve mutfağın balkonundan kendine cevap yazdın! hatırladın mı selim efendi? o zamanlar tanışmıyorduk tabii, tanış olsaydık okkalı bir küfür ederdim sana!'

    ünlemli cümle sonrası rüzgârın dokunduğu kapıdan yine o bilindik - ben buna 'konçertonun kapılar bölümü' diyorum- notalarının sesi duyuldu. evet, yalnızlığın bir konçertosu var ve repertuar içindeki kapının gıcırtısı senfonisi çok meşhur. sokak köpeklerinin, bekçi düdüklerinin, uzaktan gelen otoban sesleri de konçerto zenginliği içinde. iç sesime eğilerek, kendisinin laflar dizdiğini ve hayat denilen bu garabeti bilmediğini, döşeklere kurulup kelâm etmenin basit bir şey olduğunu söyledim. rüzgâr durmuş, kapı ardında açık ışığın ziyâsı kalmış ve karartılar içinde yalnız kalmıştım. ki iç sesim mahmur bir şekilde uyumaya gözünü yummuş, gönül gözüme uyku sürülmüştü. kendimi karanlıktan taşıyarak holden yatak odasına geçtim. düzenli bir yatak odası, jilet gibi yatak örtüsü ve dokunulmamış yastıklar. yatağı bu şekilde görünce, aklıma şehvetin dağınıklığı geldi. şehvetin yatak odası kaosu, düzenden epey iyiydi. yüz üstü yatağa uzandım, pantolon ve çorabımla birlikte, ellerimi iki yana açarak uzandım. çift kişilik yatakta tek uyumak kadar keyifli bir şey yoktu ve dahi yatağın kış aylarında soğuk bir tarafı olur. yılan öpücüğü diyorum o soğuğa. kış aylarında karımın baldırlarına sarılarak uyumak varken, bir çiyan zemherisi içinde uyumak akıl kârı değil. iç sesime, rüyalar kuyusuna düşerayak hak vermedim değil. hak verdim ve onunla birlikte bir rüyanın orta yerinden kendimize rüyanın renginden süründük.
  • hüzünlerimi astım zümrüt yeşili yapraklara ve kahverengi diri dallara, salkım salkım topladım önce cehennem alevinden rengini almış gül kurusu habbeleri, ezdim, öğüttüm, suyunu sağdım; güneş yanığından sonra.

    onbinlerce yıllık bir mayaya yatırdım, sabrettim telaşlı bir bekleyişle, gözlerimde ışıltı ile... demlendi beklenen, demlenmeye hazır ben, kadehime aktı asırlık katreler, tütün yaktım, kulağımdan dibime tınılar yağdırdım. girdim sanat musikisinden, çıktım ahmet ağabey'in, nereden bileceksiniz'inden, feyruz ile li beyrut oldum, oum khalsoum ile enta omri'ye boyandım, mohsen namjoo ile kervancıya ey sareban dedim, ardından toranj dedim... yudum yudum içtim, pembe bir içim, eridi dersin bedenim zihnim, yağmur gibi yağdı çileler, içime doluştu milyon kareler, doldu her bir yanım şarap kokulu iblisler, sırtını döndü nur yüzlü melekler.

    bitti kırmızı arzu kâsidesi, kadehlerce sarhoşluk şişesi, sonra dedim kendime: bu gece bağ bozumu mevsimi.

    ismi beyaz, kendi altın sarısı bir umman. düştü içine kırmızı dudaklarım, katrelere aç dilim damağım. tütün yaktım, tınıları nefes nefes çektim içime, gazap katre katre doldu içime. şiir yazdım kağıda, vazgeçtim, düzyazıya geçtim, küfür ettim içimden, edebimi muhafaza ettim kendimden ve sözcüklerimden. yaktım tutuşturdum yazdıklarımı, sözcükler oldu faili meçhul maktul!

    ağır oldum bir dağ gibi, başım dumanlı dağ cudi, zihnimde bir umman vadisi. savruluyorum dalga dalga ummanda, hadi elini uzatsana. öpeyim seni bileğinden, el pençe dururum istesen. sen öp beni boynumdan dilersen, dudağın bıçak olsun boynum kurban, dudağınla kes boynumu ey canan. kulaklarımda şimdi onlarca enstrüman tınısı, gel ak kulaklarımdan, gerisi çocuk masalı. ol varlığınla bir acem kızı, yola çıkayım anca varırım, evin senin kaf dağı ardı.

    üç tutam kahve siler sarhoşluğun âlametini, ince bir toprak buğusudur senden gerisi. toprağım, esmer ve kavruk, tohum ol düş bağrıma, sularım göz yaşlarımın damlalarıyla; filizlenir koca bir çınar olursun, gölgende sırtımı okşar, açılan kollarıma yâren olursun. yâren dedim de yoldaşımsın sen, yolu istimlak etmesin gudubet zaman ve kısmet denilen angut!

    sarhoşun okunmaz mektubu; çakır olmak gibisi var mı?
  • geçmiş çağların insan ruhları beni ve çağdaşlarımı yargılayacak. çünkü kimse dostum ol(a)madı, ben kimsenin dostu ol(a)madım. dostluğun kapı gibi olduğu zamanlardan, kapının kolu olan arkadaşlık zamanlarını yaşıyoruz. nerede bir civan, mert, kadirşinas dost mensubu varsa: şimdileyin toprağın koynundadır. ya bizler dostluğu gereksiz ululadık, ya da arkadaşlık bağları sentetik iplerden örüldü. ve ben, yirmibirinci asrın bozuk neferi: bir düzine arkadaşın bir dost etmediği zamanın tanığı ve sanığı: dostsuz bir şekilde dünyadan ayrılacak, üç vakte kadar arkadaşlarım arasında unutulacağım. kim bilir, belki içki sofralarına meze olurum da, kıçı kırık iki cümlede yad edilirim. kapalı olan amel defterim şahit olur belki: şöyle bir cümle kurulur ardımdan; "çok şiirden gitti muhterem... toprağında birkaç gelincik açsın, kabri nur, mekanı cennet olsun."

    biri burun kıvırır, biri amin der; biri de hadi şerefe der, kadehler tokuşur. çınlama sesinden sonra esamesi okunmaz varlığımın ve geçilir memleket meselelerine.

    dost memleket meselesinden önce gelir. fakat arkadaş memleket bozgunları gibidir.
hesabın var mı? giriş yap