• ağır ceza mahkemesi önündeyiz başkanın sanığa son sorusu

    -niye kaçtın üç yıldır
    -(şiveyle) guran çarpsın aha bu gaç dedi ben de gaçtım (beni göstermekte)
    başkan bana döndü
    -sayın başkan sanık kendi yordamınca haklarını ve olup olacakları sordu ben de hukuki kanaate istinaden yakalarlarsa hiç kurtuluşun yok tutuklanırsın dedim ( üye hakim yüzüne dosyayı kaldırmış gülmekten krize girecek )
    başkan
    -avukatın doğru söylemiş, yaz kızım sanığın tutuklanmasına...
  • biraz önce takriben yirmi dakika kadar babamınkini dinlediğim günlük.

    önce biraz önbilgi verelim. mahkemenin verdiği kararı yargıtay'da temyiz ediyoruz ya, işte yargıtay o kararı bozarsa eğer, "al bu dosyanın şuralarını tekrar incele" deyip aynı mahkemeye geri gönderiyor. mahkeme bu sefer, ya yargıtay'ın bu dediğini yapıp dosyayı tekrar inceliyor, ya da "hayır, yazılanları okudum ve ben haklıyım" deyip önceki kararında direniyor.

    fakat bu direnme kararını almak zordur. mahkemeler genelde yargıtay'a direnmez. şimdi konuya dönelim.

    babamın herhalde 17 senedir filan uğraştığı bir davası var. uzun hikaye. özetle, babam kazanıyor karşı taraf başka bir yoldan yenisini yapıyor. böyle böyle derken işte yıllar oldu. hatta bu yılların birinde, mahkeme babamın aleyhine bir karar aldığında bizimki duruşmada elli saat laf anlatmış, hakimle şöyle bir diyalog geçmiş aralarında:

    - avukat bey, siz bu davanın üzerine çok düştünüz herhalde?
    - hakime hanım, iki çocuk okutuyorum ben!

    nihai karar yine babamın lehineydi, karşı taraf yine temyiz etti, dosya yine mahkemeye döndü. bugün duruşması vardı, ya bozmaya uyma ya da direnme kararı verilecek.

    direnme kararı verilmiş.

    babam o kadar mutlu ki, telefonda yirmi dakika boyunca bu davadan ve mesleki tecrübenin öneminden bahsetti. ki ben istanbul'da olmama rağmen, kendi davam kadar biliyorum artık meseleyi. beş yüz kere filan dinledim çünkü herhalde.

    ve şöyle dedi:

    - kızım, o kadar heyecanlandım ki, duruşmadan sonra kimseyle konuşamadım, müvekkile bilgi bile veremedim. gittim bir bankta oturdum, nefes aldım, ayakkabım da rahat değildi ama te oradan ofise kadar yürüdüm. ancak açıldım. ben bu heyecanı, ancak işte annen evlenme teklifimi kabul ettiğinde filan yaşamıştım.

    42 yıllık avukat bu adam.

    allah bana da yaşatsın.
  • mahkeme kaleminde bir avukat hakkında nasıl sevimsiz konuşuyorlar.

    bir şey de diyemedim, çünkü meslektaşımın savunulacak bir yanı da yoktu.

    kalemde dosyamı inceliyorum.

    50 yaşlarında bir avukat hanım geldi hışımla. duruşmasını kaçırmış. bekleyin diye aradığı halde beklememişler, memurlara kızıyor bu yüzden.

    memurlar da "bizim yapabileceğimiz bir şey yoktu. karşı taraf beklemek istemedi, hakim de aldı, biz ne yapabiliriz?" dedi.

    avukat hanım bu defa da dosyasında bir şeyin eksik ya da yanlış olduğunu söyledi. müdür hanım izah etti. müdür de gençten bir kadın. kalemdeki bütün memurlar genç.

    avukat hanım müdür hanıma sinirle "hanımefendi, o öyle olmaz, bakın hanımefendi diyorum...sizin gibi ergenleri doldurdular hep buraya."

    benim gözler faltaşı gibi açıldı. laflara bak, ayıp ki.

    müdür hanım da nasıl alttan alıyor. alttan alıyor, çünkü anladığım kadarıyla haklı olduğuna ve dosyada bir yanlışlık olmadığına emin.

    avukat hanım söylene söylene gitti.

    ve ardından başladı laflar:"hanımefendi diyorum diyor, ya ne diyecektin, sanki lütufta bulunuyor bana hanımefendi diyerek. o zaten bir sinirle geldi, kavga etmek için gelmiş belli. bunlara altmış yaşında müdür koyacaksın buraya, hiçbir işlerini yapmasın, onu istiyorlar.ergen diyor, 30 yaşındayım ama genç gösteriyorum demek ki, güzel haha..."

    hepiniz manyaksınız, gidiyorum ben.
  • internette denk geldiğim bir yazı var. pek çok avukatın başına gelen veya gelebilecek bir hikaye olması hasebiyle;

    genelde yetki belgeli, “tek kullanımlık” avukatlar, duruşmaya dosyadan bihaber girer bizim ülkemizde. hâkim de kendisiyle aynı durumda olduğundan pek sıkıntı çıkmaz. karşı tarafın zavallı avukatı dosyayı anlatmak için bir taraflarını yırtsa da, “sonra yazılı beyanda bulunursunuz avukat bey/hanım” duvarından öteye geçemez.

    geçen hafta bir avukat arkadaşın ricasını kıramayıp yetki belgesiyle yine bir duruşmaya girmek zorunda kaldım. dosyaya sunulan dilekçeleri, duruşma tutanaklarını falan istediysem de, yarım yamalak duruşma bilgileri ve yetki belgesini zar zor kendime göndertebildim. sanırsınız karşı tarafın avukatı, o yüzden bilgi saklıyor! sağ olsun arkadaşım gerekli belgeler yerine akıl vermeyi tercih etti: “abi, ‘önceki beyanlarımızı tekrar ederiz’ der geçersin. hâkim birkaç aya emekli olacakmış zaten, pek ilgilenmiyor dosyayla.”

    ben yine de temkinli bir avukat olduğumdan duruşmaya yarım saat erken gidip dosyayı okumaya karar verdim. ancak gittiğimde ne göreyim, bizim arkadaş duruşma saatini de yanlış vermiş. duruşmaya ancak mübaşir adımızı okurken yetişebildim. duruşma salonuna girerken dikkat ettim, karşı tarafın avukatının elinde de sadece yetki belgesi var, dosya yok. ben biraz rahatladım tabii. demek ki eşit güçlerin savaşı olacak. ya da güçsüzlüğün! o davalı tarafına geçer geçmez, ben de davacı koltuğuna kuruldum.

    hikâyenin bundan sonrası tam bir felaket. bizim, birkaç aya emekli olacak dediğimiz hâkim, meğer çoktan emekli olmuş. onun yerine icra mahkemesine bir ağır ceza hâkimini atamışlar. daha doğrusu atalamışlar! iktidara muhalif hâkimlerin alt mahkemelere sürüldüğünü duymuştum da, icra mahkemesi nedir yahu? bildiğiniz, tam oyunu bitiriyorum derken bilgisayar resetlenmiş.

    hâkim ağır cezadan olunca işler yavaş yavaş karışmaya başladı tabii. davacı taraf olmam sebebiyle, öncelikle sorularını bana yöneltti:

    - beyanınız avukat bey?
    + eski dilekçelerimizi tekrar ediyorum.
    - eski dilekçelerinizde ne demiştiniz?
    + davamızın kabulünü talep etmiştik.
    - sebep?
    + haklı olduğumuzdan.
    - haklı olduğunuz sonucuna nereden vardınız?
    + dosyadan.

    diyalog, dosya hakkındaki bilgisizliğimin etkisiyle “balta kesti, suya düştü, inek içti” şeklini alınca hâkim dayanamayıp sırıtmaya başladı. o sırıtınca, onun arkasından karşı tarafın avukatı. ancak sıranın sırıtık avukata geçmesi pek uzun sürmedi.

    - siz ne diyorsunuz avukat bey?
    + biz de eski dilekçelerimizi tekrar ediyoruz.
    - ama dosyaya hiç dilekçe sunmamışsınız ki.

    işte tam bu noktada, biz dosyadan ne kadar bihabersek, hâkimin de bir o kadar dosyaya hâkim olduğunu anladık. hâkimin sırıtışı gülmeye dönünce, ben de bir yandan gülerek yardırdım:

    “daha dosyada dilekçeleri yok, bir de onu tekrar ediyorlarmış.” hâkim tekrar avukata dönünce, ellerimle kibar bir şekilde “koyduk mu çocuğu” işareti yapmayı da ihmal etmedim. avukat bozulsa da devam etmek zorunda kaldı.

    + o zaman davanın reddini talep ediyoruz.
    - sebep?
    + haksız olduğu için.
    - neden haksız olduğunu düşünüyorsunuz?
    + haklı olmadığından.

    ben yine burada yırtık dondan çıkar gibi lafa girdim: “böyle açıklama mı olur hâkim bey, allasen.” sanki benim cevaplarımın farkı vardı. duruşma değil, bildiğiniz ilkokul üçüncü sınıf sene sonu müsameresi! ancak ben tam “kazandık davayı” diye düşünürken hiç olmayacak bir şey oldu. karşı tarafın avukatı, “şirketimiz fiti fiti a.ş...” ifadesiyle yeni bir cümle denemesi yapınca hâkim bir an irkildi. meğerse diğer avukat davacı, bizse davalı vekili değil miymişiz? bilgi eksikliğimiz, duruşmaya geç kalma stresiyle birleşince kendimize en yakın (ve de yanlış) olan koltuklara oturuvermişiz anlayacağınız. hâkim yer değiştirtip tekrar başladı sorguya. taze davacı, karşı taraf vekilinden başladı:

    - şimdi ne diyeceksiniz?
    + haklı davamızın kabulünü talep ediyoruz tabii ki hâkim bey.

    bu cevabı alınca hâkim bu kez kahkaha atmaya başladı. bildiğiniz gözünden yaş geliyor. sabah eğlencesi olduk adama iyi mi! çok üstelemeyip bana döndü sonra. anladım ki, asıl benim ne diyeceğimi merak ediyor. o esnada karşı taraf avukatının elleriyle yaptığı nezaketsiz hareketi dudaklarından dökülen fısıltı şeklindeki “haşırt the blackboard” lafı ile tamamladığını gördüm. terbiyesiz adam işte, meslektaşa yapılacak hareket mi bu! hâkim sordu:

    - siz ne diyorsunuz avukat bey?
    + önceki beyanla... (burada beyanımızın falan olmadığını hatırlayarak) davanın reddini talep ediyoruz.
    - sebep?
    + (buna ne cevap verilir ki?) dava haksız olduğundan.
    - biraz önce dava çok haklıydı ama?
    + (yüzsüzce dursun’un, aşağıda çalışan temel’i minareye çağırdığı esnada aşağı inip karısını “öptüğü”, sonra da vallahi buradan böyle gözükmüyormuş dedirttiği müstehcen fıkraya atıf yaparak) karşı masadan öyle görünmüyordu ama bu tarafa geçince hakikaten davanın haksız olduğu anlaşılıyor.

    hâkim bildiğiniz dinlene dinlene dövdü bizi. sorular biraz daha devam etse, iki avukat birbirimize sarılıp salya sümük ağlayacaktık da, acıyıp durdu. “velileriniz gelsin” der gibi, bir sonraki duruşmaya dosyanın asıl avukatlarını çağırmamızı tembihledi.

    hani temel’e darağacında son sözünü sormuşlar, “ha bu da bağa ders olsun” demiş ya; ben de duruşma çıkışı, iş işten geçip rezil olduktan sonra, bir daha yetki belgesi ile bilmediğim dosyanın duruşmasına girmeye tövbe ettim. ancak aradan iki dakika geçti geçmedi, bizim avukat arkadaşlardan bir diğeri aradı: “abi geçen gün senin duruşmaya girmiştim ya, bu sefer de benim sana işim düştü. haftaya salı günü kartal adliyesi’nde olacaksan bir duruşmaya girmeni rica edecektim.” arkadaş, nasıl bir batağa düşmüşüz biz! mafyadan beter anasını satayım; giriş var, çıkış yok! bir kere bulaştın mı bu işlere, imkân yok kendini kurtaramıyorsun. bugün günlerden salı. bilin bakalım neredeyim?

    av. ozan gülhan

    kaynak: http://yeniyaklasimlar.org/m.aspx?id=8824
  • ehe ehe ehe bugün ilk anayasa mahkemesi iptal kararımı aldım ehe ehe ehe

    danıştay'da açtığımız bir davada anayasaya aykırılık iddiasında bulunmuştuk. mahkeme de iddiamızı aym'ye götürmüştü.

    aym demiş ki yazılanları okudum ve evet, bu kanunun şurası anayasa'ya gerçekten de aykırıdır, iptaline, oybirliğiyle

    ^________^ ehe ehe ehe ^________^

    *
    edit:

    entry'yi dün o karman çorman ruh haliyle yanlış yazıp "yönetmelik iptali" demişim. bu sabah fark etmem çok iyi oldu ahah.

    yönetmelik filan değil, bayağı bildiğimiz kanundu iptal edilen. zaten aym yönetmelik değil kanun iptal eder. şöyle oldu, biz yönetmelik iptali talep ettik, "dayanak kanun maddesi anayasa'ya aykırıdır" dedik, aym de o dayanak kanun maddesini iptal etti. onu anlatayım derken yanlış yazdım, zaten başka yönetmelik davaları da var onlar da aklımın arasına girdi, olaylar böyle gelişti.

    uyaran meslektaşlara teşekkürler :)

    şu da karar: http://www.resmigazete.gov.tr/…2015/10/20151023.htm
  • bugün cmk'dan görevlendirilerek 15 yaşında bir çocuğun savcılık ifadesine katıldım.

    kardeşleriyle birlikte mahallede otururken, mahallenin çok delikanlı 56 yaşındaki adamı, "burada oturmayın" diyerek çocuklara tuğla ve bıçakla dalmış, kavga çıkmış.

    müvekkilim çocuk, kadın savcıya savunmasını yapmaya başladı. "abla şöyle oldu, abla böyle oldu" diyerek anlatmaya başladı.

    savcı, çocuğun sözünü keserek "abla değil savcı hanım diyeceksin" dedi sertçe. çocuğun gözleri doldu, anlatmaya devam ederken gayri ihtiyari her abla deyişini "savcı hanım" diyerek düzeltmeye çalıştı utanarak. sesi boğazına kaçtı, kafası da karıştı.

    o çocuk ilk defa bir adli olaya karışmıştı, ilk defa ifade veriyordu. adaletin soğuk yüzüyle 15 yaşında tanıştı ve hiçbir zaman tamamen kapanmayacak bir mesafe koydu adaletle arasına.
  • 11 mayıs 2009.

    büroya uğramadan önce sultanahmet adliyesi'ne gittim. dosyada adı geçen mahmutpaşa'dan bir esnafa hacze gitmek için gerekli imzaları attırıp, izinler alıp, ödemelerimi yaptım. yanıma bir de icra memuru alıp, hacze çıktım.

    esnafa, ''merhaba adliye'den geliyoruz biz. borçlu x nerede'' dediğim anda, etrafımda 20 kişilik bir grup belirdi. çok gevşek olmadan, çok da kasmadan bu işi halletmem öğretilmişti okulda. denilenleri aynen yapmaya kalktım. yükselen sesler içinden çenemin sol kısmına bir yumruk almamla, yere yığılmam bir oldu. araya giren ''kavga ayrıştırıcıları'' sayesinde bir duvar kenarına çekildim. polise haber verdim hemen...

    sevgili günlük, bugün fakültedeki icra hocasının ne kadar g.ötveren olduğunu bir kez daha anladım.

    hani dik yakalı kostümler, ellerde klasörlerle koridorlarda havalı havalı koşuşturmalar...
    bağdat caddesi'ndeki bir cafede kahve yudumlarken the times okumalar...
    nerede ulan nerede?..
    it gibi koşturuyoruz sokaklarda...
  • sene geçen sene
    aile mahkemesinin birinde duruşmadayız. dışardan çok gürültü gelince hakim kürsüden indi kapıya yöneldi katiple ben de gittik üçümüz kapı kasnağının altında ne olup bittiğine bakıyoruz.
    koridorda yaklaşık 20 kişilik kadrolu öyle bi kavga çıkmış ki tutuklu sanık havada uçuyor, asker silahını kaybetmiş yerde onu arıyor. ortalık toz duman. bu esnada hakimin burnunun önünden bir sandalye süratle geçince hakim kendini geriye attı ve nitekim yaşıda ileri olduğu için heyecanlandı kalbi sıkıştı.
    salona girdik kapıyı kapattık.
    katiple beraber hakime su kolonya desteği veriyoruz.
    biraz sakinleşti. katiple ben yerimize geçtik.
    hakim:
    -oğlum, avukat bey ne istiyorsa yaz, ne karar istiyorsa onu da ver kendi yazdırsın, ben emeklilik dilekçesini vereceğim zaten bugün, karşı taraf beğenmezse temyiz etsin bozulursa da benden sonraki hakim versin kararı...
  • dün, sözlük'ten bir arkadaş gösterdi, ekşi duyuru'da birinin iş hukuku bakımından yardıma ihtiyacı varmış.
    ben de yardımcı olabileceğimi düşünerek duyuru sahibine mesaj gönderdim.

    sorununu anlatmadan önce "ücrete tabiyse eğer, bilginizin karşılığını vermek isterim" diye yazmış, sağolsun. "hukuki bilginin bu kadarı insanlık görevimiz. eğer beraber çalışacak olursak, bu işleri o zaman konuşuruz" şeklinde cevap verdim. sonra başladım yazmaya...

    ben bir başlayınca hemen duramam. tamam yine genel bilgi verdim ama, uzun bir bilgi veriş oldu. "yazılı danışma" diye fatura kessem kesilir yani. ama tüm o bilgileri yazarken, gerçekten söylüyorum, herhangi bir maddi karşılık beklentisi içinde değildim. hatta dedim ki, "benden bu kadar bilgiyi alır, sonra işi gider başka avukata verir... müvekkil milleti..." diye düşündüm. ama bu ihtimal beni engellemedi, çünkü bunlar başımıza hep geliyor.

    aradan 24 saat geçti. cevap namına, tık yok.

    insan bi teşekkür eder. başka hiçbir şey beklemiyorum. git işini kime yaptırırsan yaptır.
    ama ben sana o kadar cevap yazdım. kendimce tavsiye verdim. sermayemi senin için kullandım.
    evet mecbur değildim, ama yardımcı olmak istedim.
    bir cevap ver ya.

    - para ödüyor muyuz?
    - hayır şimdilik gerek yok.
    - ha tamam o zaman saygısızlık edebiliriz. ancak para verince kıymet biliriz çünkü biz.
    ...
  • sevgili günlük,

    bugün meslektaşım ve yakın arkadaşım olan kimseler tarafından,

    -bu işi doğru dürüst yapmaya çalıştığım için para kazanamayacağım,
    -yarın öbür gün birileri bmw'ye binerken benim fiesta'da kalmaya devam edeceğim,
    -yarın öbür gün ailevi sorumluluklarım arttığında, evlenmem, çocuk sahibi olmam söz konusu olduğunda artık ideali bırakıp kendimi satmak zorunda kalacağım,
    -masrafı şişirip müvekkilden geçinmek gerektiği,
    -gelen davayı inanmasam bile almam gerektiği,
    -başarısız olacağımı bile bile müvekkile umut vermem gerektiği, hatta işimin müvekkili rahatlatmak olduğu, kazanırız-hallederiz kelimelerinin silahım olduğu,
    -başarısız olunca kabahati hakime atmam gerektiği,
    -bütün para kazanan avukatların bunu yaptığı,

    özdeyişleriyle verilip veriştirildim.

    üstüne bir de arkadaşlardan biri, yarın öbür gün çalışanların sigortasını da tam ücretten gösterirsin sen, diye benimle dalga geçti aklınca.

    şimdi günlük sen bana söyle, hatayı ben en başında mı yaptım?

    1-2 bin lira para kazanacağım, diye kimseyi üzmek istemiyorum. kimseyi mağdur etmek istemiyorum. bile bile kaybetmek istemiyorum. dilekçemde saçmalamak istemiyorum. arkamdan sövdürmek istemiyorum. gece rahat uyumak istiyorum. yastığa başımı koyduğumda düşünmek istemiyorum. kimsenin hakkını yemek istemiyorum. müvekkile masrafı şişirip, elin parasıyla bmw'nin mtv'sini ödemek istemiyorum.

    ben aslında bu işi yapmak hiç istemiyorum. yapacaksam da adam gibi yapmak istiyorum. annem bana karışık iş alma diyip duruyor gece gündüz. iyi de anne bizim işte, karışık olmayan bir şey mi var, diyorum. haklısın, diyor kadıncağız.

    annem de haklı aslında karışık işe girmemek lazım. aslında hiçbir işe girmemek lazım.

    ben galiba abartıyorum. ve muhtemelen de o bmw bizim kapıda hiç durmayacak. iyi ama zaten bizim sokakta bmw'nin ağzına sıçarlar, fiesta'ya bile sürttürmeyen kimse kalmadı, bir de bmw alsak ne yaparız. *

    arkadaşların da canı sağ olsun.

    not: çalışanın sigortasını düşük gösteren tüm işverenlerin alayının...........................................!!
hesabın var mı? giriş yap