• fazla mesaj kaygılı ve zorlama bir yapım. fazla didaktik belki de.
    karakterler güzel, bizden ama hepsi bir araya gelince bir olmamışlık hâkim genele.
  • bu dizide dindarlari kötü gösteriyorlar diyenin ızledigi şeyden haberi yoktur. asıl haksızlık peri ye yapılmış. peri nin ailesinin ona anlattığı ülkemizin dört bir yanını sarmis dindar olup torpille ise girip hak yiyen, herkesin kapanmasını isteyen açık birine ters ters bakan bir karaktere yeterince yer verilmemesidir. gulan var bir tek ama onu da iyi kullanamamislar. peri ile bir sahnesi olsaydı da peri niye bu on yargıları edinmiş herkes izlemiş olurdu.. peri karakterini çok iyi anlıyorum. bazen etrafimda öyle kişilere denk geliyorum ki siz bu hallerle cennete gidecekseniz ben gelmeyelim diyelim geliyor.
  • son derece iyi iş çıkarmış.
    yazılanlara bakıyorum; ya çok övmüş ya da linç etmişsiniz.

    nostalji kokan final sekansları harika, istanbul'u, ve aslında memleketimizi fotoğraflamış yapımında.

    biraz daha düşünülseydi keşke dediğim iki nokta var;
    biri baş örtüsü takan karakterlerin şivesi. iki kardeş var; biri şiveli, diğeri doktor olduğu için mi trt türkçesine sahip?

    diğer bir nokta; tüm zenginler mutsuz ve yalnızdır klişesiydi.

    her işte olduğu gibi, bu yapımda az iyiler, daha iyiler var, üzerine çok çok düşünüldüğü, emek verildiği, yönetmenin zihninde defalarca bu filmi çektiği belli.

    ve evet bu bir film, netflix için bölümlere ayrılmış.
    benim için sanat filmi, tebrikler ve başarılar syn oya...
  • bunu mu demek istediniz;

    bir başkadır benim memleketim
  • yeni bitirdim,sıcağı sıcağına yazıyorum.

    netflix'teki en iyi türk işi, buna sanırım kimse itiraz etmeyecektir. "hakan muhafız daha iyiydi yeaa" diyecek kitleyi kenara alalım bir kere.

    muhteşem mi? izleyenin zevklerine, özdeşleşme düzeyine bağlı olarak değişir.

    saygıdeğer mi ?kesinlikle, büyük emek var, netflix gibi bir platformda, türk izleyicisine yönelik bir işte bunun onda biri ile bile ne izlenmeler başarılabiliyorken, o emeğe saygı kesinlikle şart.

    berkun oya'nın kesinlikle "tok" bir senarist olduğunu düşünüyorum. yani dizi tuttu, hadi bunu sündürelim de beşinci sezonunu yapalım dense bile itibar etmeyeceğini tahmin ediyorum. ama şunu da söylememe izin verin be * bu diziye ne olur ikinci sezon gelsin, tamam yoruma açık bitirilmiş bir final de olabilir bu haliyle, ama doyamadık, bir tabak daha, lütfenn *

    oyuncular, görsellik, senaryo hakkında o kadar çeşitli ve güzel yorumlar yapılmış ki, hiçbirine herhangi bir şey eklemek istemiyorum. ancak öykü karayel hakkında kuzey güney'de bile kendisine bayılmış, doğal oyunculuk gibi riskli bir yol seçmiş olduğunu o zaman da vurgulamış biri olarak beni yanıltmadığı ve bu kadar yaşayarak oynadığı için kendisini ayrıca tebrik etmek istiyorum.
  • mırıldamaları anlayamayınca türkçe altyazılı seyrettiğim dizi. ilginç olan yunanca altyazı seçeneği de olması. fransızca yok ama yunanca var. seslendirmede de türkçeden başka arapça var. bu pazarlama dünyasını ben hiç anlayamayacağım.
  • her şey hakkında hiçbir şeyin dizisi demişti yukarıdaki yazarlardan biri.
    ve bir başka yazar ise ülkenin gerçekliğini; yönetim biçimine, hukuka ve özgürlüklere dokunmadan anlatamazsın demiş. diziyi bitirdikten sonra daphne'ye "her şey hakkında ancak bu kadar hiçbir şey olabilirdi çünkü bu, tam olarak biziz." diyebildim. o kadar her şey ve bir o kadar hiçbir şey...
    çok etkilendim bu her şeyin hiçbir şeyinden, her ne kadar analiz edebilme yetkisini sadece seyircilik namıma dayandırıyor olsam da söyleyeceklerim var benim de;

    --- spoiler ---

    bu dizi ne muhafazakarlık güzellemesidir ne de modernizm güzellemesi. bu dizi, hem muhafazakarlık taşlamasıdır hem de modernizm taşlaması. bu taşlamayı görebilmek çok zor değil esasen, çok büyük kısmımız o muhafazakarlığın içinden çıkma modernistleriz ve bir o kadar tanıyoruz her iki tarafı. bir de samimiyetsiziz, tıpkı peri'nin öykünmesi gibi. 20. dakikada gülbin'e anlattığı her şey aslında beyaz yakamıza değmeyen toz ile yüksek ökçeli ayakkabılarımız üzerinde arz-ı endam ederken, her birimizin gerçek hisleri, bizim sese/notaya dökülmeyen kelimelerimiz. ve 8 bölüm boyunca tüm itirafları ya bize dair ya da bizden birilerine.

    meryem karakterinin iyimserliğinin altındaki "elime bir güç geçse dünyayı parmağımın ucunda oynatırım." ateşi klasik zeki ama eline fırsat geçmemiş türkiyeli kadının ta kendisi. bu karaktere ilişkin beni çok sarsan bir husus, ilk ilgi gördüğü erkeğe karşı kalbinin uçuşması. seçme şansı olmadığını mı varsaydı da, ona el uzatan ilk erkeğe koşturdu içi? ya da seçebilmeyi hakketmediğini mi düşündü? her ayrıntıyı unuttum meryem ile ilgili, ona dair bir tek bu ayrıntıda debelenip duruyorum. neden???

    yasin, gelenekleri ile çevrelenmiş ama vicdanı geleneklerinden daha kuvvetli bir yurdum erkeği. onu tehlikeli kategorisinden çıkaran yegane unsur vicdanı. bakınız, yasin gibi hoca tembihleri ile yetiştirilmiş bir adamdan, sözleneceği gün müstakbel eşinden bakire olmadığını öğrenmesi çok nadir yasin gibi sahiplenici sonuçlar doğurur. aynı zamanda, karısının yaşadığı acının bir nevi intikamını yanlış yollarla dahi kendince alıp, karısına en büyük acısının öldüğünü yani hesaplaşmasının son bulması imasını yapması da, ayrıca ele alınması gereken bir konu. yine de, yılları aşkın süredir aynı evin içinde ve iki çocuğu ile birlikte tehlike arz eden bir eşten vazgeçmemeye "çalışması" tüm klasik öküz adam imajının bir ötesine taşıyor bana göre onu.

    gülbin ve ailesine hiiiç dokunmadan, spor salonunda yaptığı ucuz şovu çok bayağı buldum. insan, hele de insan psikolojisinin eğitimi almış uzman bir insan, hayatına bir şekilde dahil olmuş bir adamı herhangi birine ya da birilerine bu şekilde bayağı anlatamaz. bu anlatı, o adam ile birlikte kendini de düşürür. ucuz... ama bir o kadar gerçek.

    sinan tam olarak (çoğunluk) güncel yurdum orta üst sınıf erkeği. şık bir daire, iyi bir vücut, görece güzel bir surat, harcayabilecek bir miktar para ile paylaşacak seksten başka hiçbir şeyi olmayan ve ilerlemeye yüz tutmuş yaşından panikle yola çıkarak hemen herkesi dölleyebilme kaygısı taşıyan bir kaybeden. gerçekler ile yüzleşmesi belki mümkün, belki değil ancak yüzleştiğinde bir temizlikçi kızın başörtüsü ile klozette mastürbasyon yapması, yeni tip erkek modelinin ne yazık ki gerçekliği. buradaki sorun sadakatten çok öte, artık sadakati konuşmayı bir kenarı bırakıyoruz zaten. buradaki sorun tamamen karakter gelişimi ile ilgili. belki ucuz, belki diyeni de kendi ile aşağı çeker ama gerçek bu: the mal...

    hocamızın kızı bastırılmış duygular, bastırılmış kimlik karmaşasını heybesine katıp avaz avaz haykırarak, kötü karaktere koşan tipik yurdum karakterlerinden. hani, kadınların efendi adam yerine piç erkeği tercih eden modellerinin, biseksüel ve/veya lezbiyen versiyonu. bu dizide tutarlı duruşu ile dimdik sezon finaline çıkan yegane karakterdir aynı zamanda.

    hoca, idealize edilmiş din alimi görevini çok güzel yerine getirmiş. perinin sanrılarının karşısında, peri'yi haksız çıkaracak her hümanist duruşu sergiledi dizi boyunca. böylece muhafazarlık, modernizm karşısında dimdik pozisyonunu korudu.

    ruhiye'nin yolculuğu son 2 bölümü tek başına alıp götürürmüş zaten. travmatik geçmişin, vücut bulmuş hali. öyle ki, kendi travması çocuklarına dair olmuş. yüzleşme akabinde, suskun oğlunun şakımaya başlaması her ne kadar uç bir yansıtma olsa da, hepimizin ebeveyn travmalarına nazire yapar. ruhiye için milyar şey yazılırdı aslında semiha olmasaydı. semiha bu dizinin en büyük açmazı, en büyük mağduru. rüyalarıma girdi, kabusum oldu. başım sızlıyor semiha'yı düşünmekten, midem bulanıyor! aynı acının diğer mağduru arkadaşı bir gün kapısını çalıyor ve diyor ki; "ben geldim. ölmüş, mezarını bulacağım. benimle gelir misin?" arkadaşının, mezarına tükürmeye davet ettiği adam ise kocası... kucağında bebeğini taşıdığı kocası... diğer evladını paramparça ettikleri "sapığın kızı" tamlamasındaki sapık olan kocası... mecbur mu kaldı semiha? mecbur mu hissetti kendini? seçme şansı oldu mu? neler mecbur etti onu hem kendi hem de arkadaşının tecavüzcüsüne bir ömür, iki de hayat vermeye? bu dizinin en acı gerçekliği semiha'dır kısaca. canımı acıtır durur!
    --- spoiler ---
  • çok kötü dizi, şöyle bir analizi yapılmış.

    “bir başkadır” adlı televizyon dizisinin, sosyal medyada rastladığım göndermelerden, hatta yorumlama -eleştirme çabalarından, oldukça ilgi çektiğini hatta beğenildiğini anlıyorum. bir televizyon dizisinin, bu kadar ilgi çekmesini, hatta entelijensiyanın, o kadar sorun arasında bu kadar vaktini almasını ilk anda yadırgamadım değil.

    ingiltere netflıx kanalında “ethos” adıyla sunulan dizinin birinci bölümünü zar zor izledikten sonra durumu biraz daha anlamaya başladım sanırım. diziyi birinci bölümden sonra terk etmemin nedenleri arasında sinematografiye, ya da oyunculara yönelik bir tepki yok. hatta meryem’i oynayan sanatçının dengeli inanılırlık düzeyi kabul edilebilir bir performans sergilediğini düşünüyorum. benim tepkim başka konulardan kaynaklandı.

    bu konulara geçmeden önce şunu anımsamak yararlı olabilir: televizyon dizileri büyük sermaye işlemleridir. bu anlamda kültür endüstrisinin önemli artık-değer üretme kaynaklarını (fabrikalarını) oluştururlar.

    kültür endüstrisi bulunduğu ülkedeki ekonomik ve siyasi, iktidarla yakından bağlantılıdır; daha açık koymak gerekirse, iktidarın yeniden üretim sürecinin çok önemli bir parçasıdır. bu durumda böyle büyük kültür endüstrisi projelerini tasarlayan ve hayata geçirenler, hele “süreç olarak faşizmi” yaşamakta olan bir sosyal formasyonda, iktidarın koyduğu siyasi ve kültürel kısıtlamaları, kültürel hegemonya gereksinimlerini gözetmek, hatta bunlara en azından taviz vermek zorunda olacaklardır.

    sokakta kendisine uzatılan mikrofona, rejime ilişkin olumsuz bir şeyler söyleyen sıradan vatandaşın kolaylıkla tutuklanarak taciz edilebildiği bir ülkede yapılacak tv dizilerinin rejime eleştirel mesafelerini koruyabileceklerini düşünmek büyük saflık, hatta entelijensiya söz konusu olduğunda “staretejik cahillik” olacaktır.

    “bir başkadır” dizini değerlendirirken, yukarda belirtilenleri gözden kaçırmamak gerekir.

    dizi ingiltere netflix’inde “etos” adıyla da sunuluyor. düşünmeye buradan başlayabiliriz.

    etos: estetik yapıtın, izleyicinin etik duyarlılıklarını hedef alan bileşenlerine ilişkin bir kavramdır. bu anlamda, kolaylıkta “poetikadan”, “retoriğe” oradan da “propaganda” alanına geçebilir.

    başarılı dizilerin ilk bölümü her zaman izleğin en temel unsurlarını, karakterlerini ve “etos”unu kurar. böylece izleyiciyi, onu hangi dünyaların içine çekeceğini baştan anlatarak ve göstererek, yakalamaya çalışır. ne de olsa tüm estetik yapıtlar (her estetik yapıt sanat kategorisine girmez), özellikle büyük sermaye birikim projesi olanlar, izleyicinin dikkati ve ilgisi üzerinde rekabet halindedir.

    izlek: “bir başkadır” bize ilk bölümde iki “yaşam dünyası” sunuyor. anladığım kadarıyla daha sonra bu yaşam dünyalarına “kürt sorunu” üzerinden bir üçüncüsü ekleniyormuş. ancak diğer bölümleri izlemediğim, aşağıdaki saptamalardan anlaşılabilecek nedenlerden dolayı da izlemeyeceğim için bu 3. “yaşam dünyası”na değinmeyeceğim.

    dünya-1: eğitimli, laik/seküler ve en azından yukarı orta sınıftan seçkinlerin ve entelijensiyanın dünyasıd

    dünya-2: yoksul, işçi sınıfı, eğitim düzeyi düşük ve dindar bir dünyadır.

    bu iki dünya bize üç kadın üzerinden sunuluyor.

    d1: psikiyatrist (entelektüel) bir kadınla temsil ediliyor. bu profesyonel kadın, d2’nin varlığını kabullenmekte büyük zorluk çekiyor. bu zorluğun basıncıyla patolojik düzeyde bir suçluluk duygusu içindedir ve bu durumundan da a kendisini çocukluğunda deta “programladığına” inandığı anne-babasını suçluyor; bunları konuşmak için bir başka psikiyatrist kadına gidiyor. bu noktada, akla iki soru geliyor: 1) d2’yi kabul etmekte zorlanan bu kadın kaç yaşındadır? 2) anne-babası kimlerdir?

    d2: bu da bir kadın tarafından temsil ediliyor. o da d1’nin varlığını kabullenemiyor. ancak bundan dolayı bir suçluluk duymuyor, çünkü onun gözünde bu ahlaksız, yoz ve olmaması gereken bir dünyadır. bu kadın gidip sorunlarını yumuşak sesli, bilge izlenim veren bir hocayla (yaşlı bir erkek ve bir müslüman entelektüel) konuşuyor ondan akıl ve yardım bekliyor.

    zaman: izlek hangi zamanı temsil ediyor: benim anladığım, izlek öncelikle güncel zamanı temsil ediyor. bir dizinin tasarlanma ve gerçekleşme süresi, pandemiye herhangi bir gönderme yapmıyor olması, “zamanı”, 2018-19 yıllarına koymamız gerektiğini düşündürüyor.

    pek bu zamanda ülkede neler olmaktadır: ülkede islamcı bir “yeni faşizm” süreci yaşanıyor. bu sürecin iktidarı ekonomik bir krizle yüzleşmeye başlamış, lideriyse kültürel iktidarlarını kuramadıklarından (total kontrol inşa edemediklerden, adeta d1’den kurtulamadıklarından) her fırsatta yakınıyor.

    peki laik psikiyatrist kadın kaç yaşındadır. ben 30’ların ortasında, en fazla 40’lerın başında olduğu izlenimini edindim. bu saptama bizi, anne-babası tarafından “programlanma” zamanı olarak 20-30 yıl geriye götürür; diğer bir deyişle siyasal islam’ı iktidara taşıyan hegemonya inşa sürecinin başladığı yıllara…

    bu formül ile izlek bize, patolojik suçluluk duygusunun kaynağı olan programlamadan sorumlu anne-baba’nın, siyasal islam’ı “radikal öteki” olarak gören, “laikçi” birileri olarak düşünmemiz ve mahkum etmemiz gerektiğini söylemiş oluyor. bu kaçınılmaz olarak bizi “kemalist”, aydınlanma geleneğinden, ya da solcu bir aileye, izleğin, ana karakterin ağzından mahkûm edilen tutumun ait olduğu ettiği 2. zamana götürüyor. izlek bu ikinci zamanı kullanarak siyasal islam’ı olumluyor, onun yükselişine direnen ve haşa direnmeye devam eden güçleri mahkum ediyor.

    dizinin izleğinin anlatısı, d1’in, d2’yi yargılamaya hakkı olmadığını, d1’in d2’yi anlaması ve kabul etmesi gerektiğini ima eden bir doğrultudadır. buna karşılık d2’nin, d-1’i yargılamaya ve mahkûm etmeye hakkı vardır.

    d1’in, siyasal islam’ın dünyasını “anlaması” ve “kabul etmesi”, “ötekileştirmemesi” gerektiği fikri yaklaşık 20 yıl önce, siyasal islam’ın yükselme ve hegemonya inşa sürecinin başladığı dönemde etkin bir “propaganda” ve “trasformismo” aracıydı (bkz: zaman gazetesi ve liberal entelijensiya): d1 “ötekini” dinlemelidir, anlamalıdır ve en önemlisi “değişimi” kabullenmelidir. d2’nin ise, d1 karşısında böyle bir sorumluluğu yoktur.

    bu tv dizisi üzerinde bu kadar laf etmeye bile değmeyecek, sıradan bir “kültür endüstrisi” malıdır. dizi, karmaşık ve “derinlikli olma” izlenimi yaratmaya çalışarak sanat taklidi yapıyor. ancak kaba bir “aesthetic management” düzeyini aşabildiğini sö”ylemek zor. kısacası bu diziyi, yapımcılarının iddialarından ve niyetlerinden bağımsız olarak, rejimin kültürel egemenlik projesinin değirmenine su taşıyan bir “propaganda”, besbelli ki “başarılı” bir propaganda olarak değerlendirmek gerekiyor.

    https://bosluklarergin.blogspot.com/….html?spref=tw
  • oy verme egilimleri söyle diye tahmin ediyorum:

    meryem - akp
    peri - chp
    yasin - mhp
    gülbin - hdp
    gülbin'in ablasi - akp
    sinan - chp ya da iyi parti
    hoca - saadet partisi
    meryem'e asik filozof genc - deva partisi
    hocanin kizinin arkadasi - tkp
    ruhiye - gecersiz*
  • bu türk dizilerinde dijitalde yapılan televizyona yapılanlar da değil genelde ben konuşulanları anlamıyorum. ağızlarında geveliyorlar lafları yutuyorlar ben tek kelime anlamıyorum
    başa sarıyorum sesini açıyorum gene anlamıyorum

    neyse altyazı açtım şimdi

    edit: başıma bir şey gelmeyecekse beğenmediğim dizidir. içime fenalık geldi. sıradanın sıradanlığını aşırı sıradan bir şekilde yansıtmak herhalde her baba yiğidin harcı değildir
hesabın var mı? giriş yap