• sevmemektir.

    ne koşulda, ne şartla ve ne şekilde olursa olsun; bir çocuğa yapabileceğiniz en kötü şey onu gerçekten sevmemektir.

    çocuk dediğiniz varlık, genel kanıya göre 7 yaşına kadar bir öğrenme ve algılama evresinden geçer. etrafında ne var, kim var, ne yapıyor bu kişiler, kendisi neler yapıyor, nesneler nedir, dünya nedir. bu tarz algılar ve sorular cevaplanır hep.

    siz, bu süre içinde ve sonrasında, çocuğu sevmezseniz o'na koşulsuz sevgiyi göstermez hissettirmezseniz bu, bir sürü farklı inanışa, travmaya ve probleme yol açar. mesela:

    çocuk, kendisinin sevgiye değer bir "şey" olmadığına inanabilir (şey diye yazdım zira birey olduğu tam olarak oturmamış olabilir). bu yüzden zihni, onun hiç bir zaman sevilmeye değer bir kişi olmayacağına inanabilir ve o andan sonraki bütün kararlarında/hareketlerinde buna yönelik bir amacı olur. sevgiye değer biri olduğunu kanıtlamak ister. karşı tarafa hep sevgi gösterirse bir karşılık alacağını, sevileceğini düşünebilir bu yüzden sevmediği kişilere bile çok iyi davranır. aslında bilinçli olarak o kişilerin sevgisini istemiyordur ancak bilinçaltında o sevgiyi isteyen büyük bir kısım vardır, gizliden yürütür işleri. elbette bu yürütme işi, kendisinden fedakarlık vermesini gerektirir çünkü teknik olarak hiç kimse herkes ile çok iyi anlaşamaz. taviz verir kendinden, sevdirmeye çalışır. o açığı kapatmaya çalışır. bilinç ve bilinçaltı her ne kadar uyumlu gibi görünseler de, bilinç bir şey isterken altı ise tam tersini arzuluyor ve bilinç fark etmeden alttan alttan kendi isteği doğrultusunda hareket ettiriyor olabilir. bu yüzden bazı durumlarda, kişi, kendini herkese sevdirmeye çalıştığını fark etmez.

    peki çocuk, sevgiye değer biri olduğuna inanmaz ise, kendini ne kadar sevebilir? başta dediğim gibi, bir bebek bir çocuk her şeyi ailesinden ve etrafından öğrenir. eğer sevmeyi öğrenmezse, kendisini de sevmeyebilir. bilmiyordur nasıl yapacağını çünkü. hayatının sevgi ile dolu olması gereken döneminde, bu duyguyu tatmak için sürekli başkalarını memnun etmek zorunda hisseder ve buna göre davranırsa, kendisini sevmeyi hiç öğrenmeyebilir ya da unutabilir bir süre sonra. o küçükken tatmadığı duygunun, küçük ruhunda oluşturduğu acıyı kapatmak için başkalarından medet umar.

    çocuk, bir süre sonra belki de sadece sevgiye değil komple "değersiz" bir şey olduğuna inanabilir. herkese kendini sevdirmeye çalışan, sürekli kendinden taviz veren bir kişiye karşı insanlar zamanla saygılarını da kaybederler. bunun olması için izlenen yol şu tarzdadır genelde: karşıdaki kişi küçük bir sınır ihlali yapar, bu ihlal çocuğun prensiplerine, kişiliğine ya da ruhuna ters bir şey içerir. çocuk buna itiraz edip terslemeyi her zaman yapamaz zira öyle bir şey yaparsa sevilmeyeceğini düşünür ve sevilmemek onun için belki de en kötü şeydir. sevilmemek demek, boşluğun dolmaması demektir. insan boşlukla yaşar mı hiç? yaşayabilir mi? karşıdaki kişi, yaptığı ihlale karşı bir yaptırım olmadığını görünce, tekrar dener. bir tepki olmayacağını bildiği için tekrar yapar, tekrar yapar ve tekrar yapar. tabiri caizse sınırları zorlar. bu süreçte de saygı yavaş yavaş ortadan kaybolur. bu sefer çocuk, aynı zamanda saygı gösterilmeye de değer biri olmadığını düşünebilir. bu düşünce de aynı sevgide olduğu gibi yerleşir yavaşça.

    iki düşünce bir olur, zorlamaya başlar bu sefer. sevgiye değer değilse bu çocuk, ve saygı gösterilmeye de değilse, neye değerdir? bunu sorgular.

    belki uzun bir süre belki de hayatı boyunca, kendisi değişmeye çalışsa bile bilinçaltı ona engel olabilir. insanlara duymaları gerekenleri değil de duymayı istediklerini söyler zira bu şekilde onların onu daha çok seveceğini düşünür. insanlara kin tutmayı değil de affetmeyi seçer istemsiz olarak, çünkü kin tutarsa kötü davranırsa sevilmeyeceğinden çekinir. insanlar ona zarar verdiğinde sınırlarını aştıklarında karşı çıkmak yerine şakaya vurur ya da başka şekilde geçiştirir ki o insanlarla uyumlu gibi gözüksün ve karşılığında içindeki o boşluk biraz da olsa dolsun.

    sonra bir süre geçer, o boşluğu başkasının dolduramayacağını fark eder bir noktada. evet, teknik olarak başkası açmıştır, oluşturmuştur ancak pratikte, doldurabilecek tek kişi kendisidir. çünkü zaman, geriye doğru işlememektedir, anılar tekrar yaşanamamaktadır ve zamanında yüzleşilmesi gereken durumlar, tekerrür etmemektedir.

    bir örümceğin ağını, en son noktadan başlayarak geriye doğru takip ederek çıkış noktasını bulabilir belki insan, ancak bilinçaltındaki düşünceler ve/veya travmalar için aynı şeyi her zaman yapamayabilir.

    bunu kabul etmek, o boşluğu doldurabilmenin belki de birinci adımıdır, başlangıç noktasıdır. işte o kabul ettiği anda insan, bir zil sesi duyar. koşunun başladığının zilidir o. bu noktadan itibaren, kendi ayaklarıyla koşacak, rüzgara karşı gelecek, adelelerindeki asit miktarını arttıracak ve bir şekilde; bitiş çizgisine varacaktır. bunların hepsi, sadece ve sadece, kendi isteğiyle ve yoluyla olacaktır.

    not: psikolog ya da psikiyatr değilim. yukarıdaki yazıların hepsi, bir takım deneyimlere ya da düşüncelere dayanan "tahmin" ya da "kişisel görüş"lerdir. her insan her şeyden aynı şekilde etkilenmeyeceği gibi, her insanın da çözümü/başa çıkma şekli birbirinden farklıdır.
  • yaşının ötesinde sorumluluk yüklemek, yaşının gereği ilgi ve sevgiyi esirgemek. sürekli taşınarak bir yere kök salmasına engel olmak, kendi sosyal dünyasını kurmasına izin vermemek ve sonunda onu asosyal bir apartman çocuğu olmaya zorlamak. aşırı korumacı veya ona karşı güvensiz olmak, hata yapmasına dolayısıyla da hatalarından öğrenmesine engel olmak, onu özgüvensizliğe itmek.
  • başkalarının yanında utandırmak. geçen arkadaşıma gittim hayatımda ilk kez gördüğüm bir kadın (arkadaşımın komşusu) çocuğuna tokat attı yanımda ve çocuk ilk kez o anda benim gözlerime baktı. ben çok üzüldüm ve kadını o gidene kadar balkonda oturarak protesto ettim.

    şimdi siz gerzekler çocukları doğurup doğurup onlardan bıkıp nefret edip (geçen yolda da bacak kadar bitanesine anası şerefsiz diyodu) onlara şefkat sevgi ve sabır göstermeyin. çünkü siz ezberden doğurdunuz o çocuğu.

    ama öbür tarafta kendini ve ailesini dünyanın merkezinde gören kibirli insanlar bir tanecik ne biliym iki tane filan doğurup sonra o çocuğa dünyanın en önemli bireyiymiş gibi davransın. o da kendini bi halt sanıp gereksiz ve senin benim başıma dert bir özgüvenle büyüsün.

    ama sora o ekranda gastede orda burda yırtık fırlama çıksın girsin çıksın her işe, senin aptal sinik çocuğun da utansın sıkılsın heyecanlansın.

    öbürününki ayşe arman olsun mesela, seninki ondan tek farkı özgüven olan da, o bina da temizlikçi olsun. ve bu olaylar böle zincirleme gitsin.

    sonra insanlar demokrasinin dört yılda bir gidip oy vermek olduğunu sansın, kastlar sürsün, kölelik sürsün, şiddet sürsün, "organize olmak değil yalvarmak" sürsün.
  • ne kadar çok sevdiğini yeterince hissettirememek. babalar özellikle ataerkil yapıdan kaynaklı otorite kaygısı yüzünden zaman zaman bunu yapabiliyorlar. sevgiyle büyüyen çocuktan kolay kolay kimseye zarar gelmez halbuki.

    kendi anne ve babasının yanında çocuğunu sevmenin ayıp olacağını düşünen anneler biliyorum. yazık oluyor sonra.
  • ismini "satılmış" koyup, evlatlık vermek.
  • onu çok fazla oyuncağın sahibi yapmaktır. çok oyuncağı olduğunda birbirine vurur, koyduğu isimleri hatırlamaz ve o adlar gibi anıları da yok olur, yıllar sonra.

    bir araba... bir araba vardı mesela çok havalı ama demir miydi, plastik mi ? peki, uzaktan kumandalı olan mıydı acaba, babamın gidişinin ardından, annemce sokak kapısına fırlatılan ? eğer sadece bir kaç oyuncağım olsaydı, onu düştüğü yerden kaldırır, kırılan parçalarını onarmaya çabalarken, kırılan parçalarımı da onarırdım belki… ama biz ne yaptık ? bir faraşa süpürdük yılların kızgınlığını omuzlarında taşımış ve tahta kapıda iz bırakmış o mücahit oyuncağı…

    bu yüzden oyuncaklarımı, faraşa süpürülmeyen hayallerle değiştirdim yıllar önce… kitaplara, masallara, hikayelere kahramanlara ayırdım, iyiler ve kötüler olarak iki gruba ayırdığım arabaları halı üzerinde çarpıştırarak geçen zamanı. kurduğum hayaller de, aynen salonu dolduran oyuncaklarım gibi fazlaydı. bazen zihnimde koca kazanlar yarattım, sonra içlerine bir kaç bardaklık su koyanlara kızdım... bazense koca şelaleler yarattım zihnimde ve kızdım bu kez de, elinde küçücük bardaklarla gelenlere..

    hayat beni çok şımarttı ve sonra, 23 nisan'larda cumhur başkanının koltuğuna oturtulan bir çocuk gibi, altımdan çekti sandalyemi. ben artık başbakan olmayı umursayan o şımarık çocuk değilim. hayatın layık gördüğü bir merdiven basamağında da oturabilirim.
  • değil düşmesine, tökezlemesine bile izin vermeksizin sürekli koruma altında tutup koruyup kollamaktır.

    çocuğun kendi başına yürüyüp koşabileceğini bir türlü anlamayarak herşeyi çocuk adına o daha talep bile etmeden yapmaya çalışmaktır.
  • vakitsiz ölmek.
  • sen anlamazsın, yapamazsın demek, başaramayacağını ona aşılamak, eziklik duygusu yaşatmak, kapasitesini kullanmasına izin vermemek, yetenekli olduğu alana değil de baskı kurarak sevmediği, yapamadığı alanlara yönlendirmek.
  • onu bu dünyaya getirmek.

    zaten yeterince üremişiz, bundan fazlasına gerek yok bence artık.
    ama olur mu? üremezlerse maazallah ileride hastalıkta, yaşlılıkta onlara kim bakacak?
    üremezlerse kim "ay maahmuut, düşünebiliyor musun senlen benden bir parça, onu şimdiden çok seviyorum" diye hayaller kuracak?
    ama olur mu üremezlerse, kim kendinden zayıf birine hükmetmenin zevkini tadacak?

    çocuk yapma mantığını anlayamıyorum, kusura bakmasınlar. onlar da benim düşüncelerimi anlamıyorlar, anlamayacaklar, anlamasınlar. çocuk yapma mantığını anlayamıyorum demeyeyim, yapma sebeplerini anlayamıyorum.

    şimdi ben hiçbir zaman çocuk sahibi olmayacağım. bunu çevremdeki insanlar kanıksadı artık. ama yeni duyanlarla başım dertte. en büyük merak konuları da şu;

    -aa olur mu hiç öyle şey? bunun yaşlılığı var, hastalığı var, kim bakacak sana o zaman?

    kim bakacak sana o zaman...
    vay be.
    çocuğu getirip de böyle pis dünyaya atacak kadar sahip olduğunuz bencilliğinizi sikeyim.
    çocuğu sevmediğiniz oradan belli.

    kim bakacak sana o zaman?
    ben sokaklarda ölmeyi düşünüyorum.
    doğmayan çocuğumu da sizden daha çok seviyorum.
hesabın var mı? giriş yap