• ne çok demiştirim kendi kendime, 'ah ulan istanbul, kafan kopsun!!' diye. güvenilmiyor azizim bu şehre hiç bir zaman. dünü bugününe, bugünü yarına kesinlikle uymuyor. sabah evden çıkışta beni kucaklayan yağmuru elime şemşiyeyi tutuşturan annem sayesinde bertaraf ediyorum ama psikolojisi bozuk olan bu şehrin bana hazırlayacaklarını sabahın kör topal saatlerinde nereden bilebilirim ki? sabah hava serin diye bir de üstelik kalın giyinince gün içerisinde duran yağmur ve sonrasında açan güneşin yüzüme sinsice gülümsemesi kanıma dokunuyor resmen. ahh bi büyüsem, yanıma sevdiceğimi alıp kaçacağım buradan. kesin bu, kafama koydum.

    yağmur dedik, yağmurun musallat olduğu istanbul dan hayır beklenmeyeceğini artık 6 yaşındaki çocuklar bile biliyor. işe geç kalıyorum bu yüzden sabahın ekşimtırak saatlerinde. yarım saatlik aksaklığı bildiriyorum üstlerime, 'haberiniz olsun bakın ben geciktim, üstelik dürüstüm sizi arayıp müşteriler ihbar etmeden söylüyorum' imasıyla. çok sürmüyor gecikmem, iş yerime giriyorum, burnuma doluşan simit ve poğaça kokuları aklımı çelemiyor. çünkü bir gece önce dışarıdan yemeyi azaltma konusunda kendime bi söz verdiğimi anımsıyorum. dışardan yemek bünyeyi hantallaştırıp yavaşlatıyor bak. inanıyorum artık ben buna. neyse deyip iş başı yapıyorum nihayetinde. insanlar, onları memnun etmek gerçekten çoooo..k zor.

    şansılıyım sanırım bi konuda, vardiyalı çalışmanın nimetlerinden biri de olabilir bu. sabah mesaisine geldiğimde çıkışım gündüz 15 oluyor. yani erkenden kaçıyorum iş yerinden. öyle bir gün bugün de. sevdicek müsait değil bugün hem okul hem işi var, görüşemeyeceğiz. bu sebeple eve yöneliyorum. günün bu saatinde gözlerimi kamaştıran güneşin terlettiği bünyemi trene zar zor atıyorum. kalabalık, basık. insanlar bir telaşın peşinde sürükleniyor. ben de onlardan bir suret olarak karışıyorum aralarına. gözlerimi gezdiriyorum yüzlerinde. güzel bi kız başını cama yaslamış uyuyor, bir adam elini sanırım bir iş kazasında sakatlamış, askılıkla boynuna tutturmuş onu. gözüme takılıyor. eşi yanında. üzülüyorum. uyku bastırıyor beni de ama ayaktayım, dışarı seyrediyorum.

    ...

    annem şaşırıyor beni erkenden evde görünce, uzun süredir bu saatte eve girmediğimi vuruyor yüzüme. haşarı bir çocuk gülüşü yayılıyor yüzüne öpüyorum yanaklarından onu. derhal yemek hazırlıyor yılların yük bindirdiği ağrıyan dizlerinin ağrısını gözardı ederek. 'çay koyayım mı can' diyor yanına, 'siz de içecekseniz koyun diyorum' çekyata uzanmış yatan babamı göstererek. 'biz içtik sen içersin tek başına' diyor. mutfağa yöneltiyor gölgesini.

    gözüne girebilmek için ne getirdiyse yiyorum. doyduğuma inanmıyor, ne kadar yersem yiyeyim 5 yaşımdan beri böyledir bu. anneler çocuklarının doyduğuna, babalar ise ayağına giydikleri çorabın kesinlikle ayaklarına oturduğuna inanmazlar. bi gözlemleyin anlayacaksınız dediğimi. babam böyle kaç çorabı yırttı ben bilirim.

    çayı getiriyor, mis gibi kokuyor çay. anne çayı bu, dışarda kafelerde pis bardaklarda içtiğin çaylara benzemiyor. ince belli billur bardağa döküyorum. kokusunu soluyarak yudumluyorum.

    8 bardak çay içiyorum. hiçbiri zorlama olmuyor, tüm yorgunluğu, stresi söküyor zihnimden beynimden.

    sonra gidip anneme sarılıyorum, koklayıp öpüyorum onu. anlamıyor pek bişey ama gülüşünden kıpkırmızı bi demet sunuyor bana. öpüyor beni, televizyona bakıyor sonra.
  • her akşam yaptığım şey. bir akşam yapmasam kendimde bir eksiklik hissediyorum o derece bir alışkanlık oldu.
  • annem kedi sevmez, balkonda sigara icerken kendi kahve fincanindan falina bakar, benzer sekilde ben de 4 yasimda, istemedigim yemekleri yedigimde neden kustugumu cizdigim resimlerden anlamaya calisan psikologa gittigimden beri kendi psikanalizimi kendim yapiyorum. turk filmlerindeki sezercik kadar temiz kalabilmeyi basarmis babami ne kadar sevsem de ilerde annemle yasamayi ciddi ciddi dusundugum; varligi, anlami, ickiyi, dunyayi, allahi falan biraktigim zamanlarda gerceklestirdigim, olmayana ergili asklari ayirt etmemde yardimci oldugunu dusundugum eylemdir.
  • tek başına olmaktır.
  • yalnız insanlar için normal bir eylem olup maksimum ilk üç fincandan keyif alınır, sonrası demledik artık içelim tadındadır...
  • geceleri uyku tutmadığında demlik çay demleyerek sabahı karşıladığım günlerim aklıma geldi. açardım mis gibi filmlerimi sabahı ederdim. gece gece herkes uyuyorken çay demleyip içmenin keyfi de bambaşka oluyordu bak. yurtlarda da yapılırdı bu. oradan hatıra sanırım. şunu da belirtmeli ki, çay tek başına içilmek zorunda da değil içilebilir tabi de masaya tartini turtalar, acıbadem kurabiyeleri, eti cinler ve makaronumsulardan oluşan tatlı sofrası da kurulabilir ve onların eşlik edeceği sımsıcacık bir kaç demlik çay demlenebilir. bir de değil bak bir kaç. gerçek içiciler tabi ki de her ne koşulda olsun bir ya da bir kaç demlik çayı tek başına bitirebilenlerdir.
  • çay içmenin mantığı mı olurmuş? seven içer sevmeyen içmez.
hesabın var mı? giriş yap