• istanbula asik olmak seklinde yaygin olarak gorulur.
  • kentimi seviyorum, plastik ve kağıt çöpleri ayrı atıyorum, cam kumbara kullanıyorum, varoşlara yardım ediyorum yani ben kentimi ıstanbulu seviyorum
    ama gel gör 4x4 araç kullanıp çevreyi pek güzel kirletiyor su gibi benzin kullanıyor kürk giyip sigortasız eleman çalıştırıyorum
  • bazen, o şehir olup kendini sevmeye varır bunun sonu..
  • nedendir bilinmez bir şehrin insanı bir başka şehri sevmez, orada yaşamaya gelemez, şehrini özler durur. istanbul – ankara; izmit – sakarya vs. çekişmeleri bir yana istanbul’da avrupa yakası asya yakasına bin basar diyenler; hadi canım sallama diye cevaplayanlar; benimki ama böyle şöyle güzel, aman da aman sevsinler seninki de şöyleymiş diyenler.... ve bu “döver” sürtüşmesi sürer gider. şehir midir sevilmeyen yoksa insanları mıdır ya da zihniyet midir yadırganan tartışılır. alışmadığımız her şey bize terstir, her şey kötüdür, yermeyi, eleştirmeyi severiz, zeminini algılamaktan öte.

    bir şehri seviyordum, bir başkasını da sevebilirim dedim. sevmeyi denedim en azından.

    bir gün önceden gidip gezecektim bir türlü sevemediğim o kenti, gezdim de nitekim. belki de bir başka şehirdeki yalnızlıktı sevilmeyen, anılara sahip olamamaktı. anı yaşamaya çalıştım. yürüdüm, saat geçti, karanlıktı... hareketsizliği belki de sevmemiştim. tek tük arabalar geçiyordu, sokaklar boştu. gündüz ise bu kadar çok bıyıklı erkeği bu kadar sık görmediğimi düşündüm; ya da ulu orta itişip kakışanları…

    o an anladım ki şehirleri değil, şehirlerin insanlarını değil, bizler bizlere uymayanı sevmiyorduk ve doğal yöntemlerle bize uymadığını düşündüğümüz kişileri ve şehirleri yaşamımızdan çıkartıyor, daha az iletişime giriyorduk. beni yaşamından çıkartanları düşündüm, üzülerek, kalbimde bir burkulmayla… ve bir çoğunun dilinde* “şuradan adam çıkmaz” şeklinde bir söylem kalıyordu. (ara: adam çıkmaz)

    sevdiğim şehre dönüşte huzurluydum. sevdiğim şehir miydi yoksa anılarım ve alışkanlıklarım ve de aşinalık mıydı bilemedim.
  • 1.5 yila yakin bu sehirdeydim, bana kotu davranmamis, buradaki turkleri bulmus, onlarla yakinlik kurmustum. guzeldi sehir, yasamasi kolaydi; evimin yani marketti, karsisi firin, metro iki adimimdaydi, sanatsal ve kulturel faaliyetler ise her zaman mevcuttu. bir dediler ki burasi bitti, sen artik baska bir sehir bulmalisin, bulurdum tabi, sonucta olumu secmedigim surece bu dunyada yasayacaktim, dar gelmeyecekti hic bir yer.

    sonra alistigimi hissettim, bu yeni sehri sehrim diye sever olmustum, firinci benim firinimdi, metro duragi benim duragim, sarhoslar arkadasim, issizler yoldasimdi. kosedeki kahvede ictigim kahveler vardi, sokaklarinda serseri mayin gibi dolasmisligim, issiz yerlerine futursuzca dalmisligim. reddetmemisti burasi beni, hic bir zaman yabancisin dememisti. sevmistim burayi ve hala seviyorum, ayriliklar zor geliyor, o kose benim, bu kose benim diyip dursa da kisi gitmek zorunda, icinde eksik kalanlarla, yasayamadiklariyla, yasamayi umduklariyla.

    hoscakal sevgili sehrim, evim..
  • sonunun, bir zaman ve mekan kesişiminde o şehri terketmeye varacağı sevgi..

    "seni özlemek istiyorum ey şehir" nidalarının akabinde "hoşçakal şehir"e dönüştürür kendini..

    "seni özledim şehir", çekilmesi umulup da zamanı geldiğinde şaşkınlıkla karşılanacak olan acının bedene bürünmüş hali olacaktır ve o şehir, hazır olduğunda, "hoşbulduk şehir" yanaşmalarınıza izin verecektir.

    ama bazı şeylerin yaş ve tecrübeyle çok da alakası olmaması sebebinden, zamanında neden terkedilmesi gerektiğini anlayacak mıdır, hiç bilemiyorum..
  • huzurlu ya da huzursuz zamanlarda şehirde yapılan gezintiler yüzündendir. hayattan memnun kalmak gibi.
  • (bkz: rimzi)
hesabın var mı? giriş yap