• tek kelimeyle mükemmel
  • bugün tekrardan kesitlerini izlediğim film.

    tekrardan yazacağım, taner birsel o kadar iyi oynamış ki, dedim herhalde, keskin cumhuriyet başsavcılığı yaptıkları icraata dair tanıtım filmi çekmiş, şu an bu adam benim gözümde savcıdır. yarın gelse, karşıma çıksa, ooo hoşgeldiniz savcı bey, herhalde tatil için geldiniz memleketimize, derim. hani adli arada kafasını dağıtmaya gelmiştir diye düşünürüm.

    tabi bir yandan, ana metne odaklanmak lazım taner birsel'in oynadığı savcı rolünde. karısını aldatıyor, karısı hamile ve bunu öğrenip çocuğu doğurduktan sonra intihar ediyor kadıncağız. doktorla (muhammet uzuner) konuşmasında, daha evvelden de söylediğim gibi, meşhur bir arkadaşım ekolü'nü kullanıyor, "yav bizim arkadaşın karısı öldü, kadının hiçbir problemi yoktu, doğumdan hemen sonra gitti, sen anlarsın doktor neden öldü bu kadın?" diyor ama bununla kalmayıp kendini tutamıyor, film boyunca ağzından kaçırdıklarıyla "karım benim yüzümden öldü" demeye getiriyor. doktor da çakıyor durumu, o da edilgen edilgen, üçüncü şahısa yönelik konuşuyor, "arkadaşınızın karısı şundan şundan şöyle olmuştur" vesaire. otopsiye girmezden önceki son sahnede, savcı tamamen yıkılıyor. o kadar çaresiz, üzgün, perişan, pişman ve doktorla aralarında izleyenin bileceği intihar hakkında diyalog geçiyor. sonra bir anda toparlanıp, sanki hiçbir şey olmamış gibi "hadi aşağı inip işimize bakalım!" diyor. o net duygu değişimi o kadar güçlü ve insani (aynı zamanda insanüstü) ki hayranlıkla izletiyor kendini.
    fakat savcı, kapıdan çıktıktan iki saniye sonra tekrar içeri dönüp, "karım..." diyor, es çekiyor. zaten bu anda makyajı tebrik etmek lazım, o iç sıkıntısını, terlemeyi, vücudunda çıkan lekeleri süper vermişler, savcı sırılsıklam terli, yahu hani kaynamış sular döküldü deyimimiz vardır ya bizim, burada doğrudan kaynar suyu dökmüşler gibi, acıyı, pişmanlığı alıyorum buram buram.
    "karım..." dedikten sonra işi genele çevirip gene bir arkadaşım ekolüne dönecek ama bir kere itiraf etti artık. klasik "kadınlar çok zordur" cümlesini edip morga yollanıyor.

    anlattığım bu bir sahnede bile ne kadar büyük oyuncu olduğunu kanıtlamış, şapka değil şapka fabrikası çıkarsam başımdan yeridir.

    kimi zaman otoriterliği, kimi zaman iltifat duymaya duyduğu ihtiyaç ve maiyetine kendini pohpohlaması için yarattığı esprili ortam, (cesedi buldukları sahnedeki savcının clark gable benzerliği üzerine dönen konuşmalara bkz.) bu ortamı kendisinin kurması gerektiği anlaşılan yalnızlığı, bevlevi problemi, maiyetiyle ya da maiyeti olmayıp emri altındakilerle (mesela yanlarındaki jandarma başçavuşu) konuşması... , her biri son derece iyi işlenmiş, iyi oynanmış ve elbette iyi çekilmiş şeyler.

    meşhur muhtar sahnesi'ndeki (ercan kesal'ın oynadığı iki sahneden biri) muhtarı yarı dinleyip yarı kulak asmadan önündeki yemeğe odaklanması, dinlemezliğini sorduğu sorularla belli etmesi (muhtar, çocuklarının nerede olduklarını ve ne yaptıklarını anlatır, erkek çocuklardan büyük olan mke'de çalışır, küçük yenice'de polistir vs., fakat bir süre sonra savcı hiç bunlardan bahsedilmemiş gibi "senin oğlan var mı?" sorusunu sorar, muhtar gocunmaz ve tekrar anlatır, çünkü savcıya kendi sorununu anlatması gerekir) falan muhteşem, yarım kulak dinlemeyi bile o kadar iyi vermişler ki...

    nihayetinde, bu film türk sinemasının en iyi üç filminden biridir. hatta belki de birincisidir. taner birsel bu oyunculukla eşik atlamış, çıta koymuş, çığır açmıştır.

    şaheser. mükemmel. olağanüstü.
  • filmin ilk sahnesinde iki kişi rakı içerken bir kişi kola içiyordu.
    yemek yerken kola isteme olayı sonrası çay dağıtma sahnesinde o adam çay alacakken kadın ona kola veriyor. bir kola muhabbeti var ortada anlamadığım ama anladığım kadarıyla en ufak hareketlere bile yüklenen anlamlar var. kamera arkası görüntülerinde bu çok anlaşılmıyor ama nbc hakikaten bir şeyleri kurguluyor ve eminim bu kurguyu genellikle oynayan oyuncu bile anlamıyor.
  • hayatın ağır aksak ilerleyişini, anadolu insanının sıradan yaşantısını, taşra sıkıntılarını, içsel hesaplaşmaları yine aşina olduğu anadolu insanının gözünden resmediyor nuri bilge ceylan.
    izlerken bir müddet savcı oluyorsunuz, bir müddet doktor belki arap belki polis memuru.. her ne oluyorsanız olun içinizde hep o kasvetli hava. izlerken hemen her sahnede sizi rahat bırakmayan o iç çatışma, film boyunca yakanızı bırakmıyor.
    hatta iç çatışmayla birlikte birçok sahnede fark edemediğimiz eleştiriyi de ilmek ilmek işliyor nbc filmin her sahnesine.
    sanki çok sıradan anlatılanlar. sanki hayatımızdan bir parça.
    evet, belki herkese hitap edebilecek bir film değil. sürekli aksiyon, macera filmi izleyen biri açıp şu filmi izlese yarım saat izler kapatır belki çünkü gerçekten monoton. çünkü film müziklerle, uzun diyaloglarla, izleyiciyi doruğunda yaşatacak gerilimiyle adını duyurmamış. az ama derin diyaloglar, bolca içsellik ve kasvetli sahneleriyle adını duyurmuş. zaten nbc'yi nbc yapan da tam olarak bu. herkesin başaramadığını başarmak.
    ne desek boş. böyle derin anlamlı filmler zaten ilk izleyişte anlaşılmaz. tekrar tekrar izleyip farklı anlamlar çıkarmak gerek ve tekrar tekrar değinilecek diğer husussa anadolu insanını böyle gerçekçi çok az film portreleştirebilir.
  • ne yapıyım sizin dedikoducu köyünüzü
  • “neticede olan çocuklara oluyor doktor. herkes yaptığının cezasını çekiyor, çocuklarsa büyüklerin günahını.” sahnesinde burnumun sızısını hissettim. artık çocuk yapmayın ya, ne olur.

    tanım: ercan kesal’ın da senaristliğini yaptığı nuri bilge ceylan filmi.
  • üç araba ve arayış içerisinde akıp giden, oyuncuların ve resimlerin harika olduğu film.
  • dün izlediğim ve çok beğendiğim nbc filmi. fakat yine de bir numara ahlat ağacı benim gözümde
  • doktor cemal'in zanlı kenan'a sigara vermek istediği sahnede, komiser naci araya girerek ''sigara verme, ne yapacaksın sigarayı'' demişti.
    ''bak savcıya, adam hukuk tahsili yapmış, çalışmış; sigarasını da içer, fırçasını da atar, hak etmiş adam'' diye eklemişti. sahnenin sonunda, doktora: ''seni böyle saf gördü ya inceden inceye işliyor'' demişti.
    bu sahne bana halkın; savcı gibi yönetici, siyasi vasıftaki eğitimliye olan bakış açısıyla, doktor gibi yaptığı işi belirli ölçülerle sınırlı olan, yönetici vasfı olmayan eğitimliye olan bakış açısı arasındaki farkı gösterdi.
    aynı şekilde muhtarın konuştuğu sahnede, savcıya ''ölü olmasa köyümüze geleceğiniz yoktu savcı bey, gerçi doktor bey geldi geçenlerde sağolsun, bebeklerin aşısını yapmaya ama o başka sizinki başka tabi '' demişti.
    savcıyı yönetici vasfından ve etki alanı yönünden daha övülesi konuma koyarlarken, doktoru küçümser gibiydiler.
  • kendimce yakaladığım bir detayı ekleyeyim.
    --- spoiler ---

    muhtarın kızının çay verdiği sahnede kızın güzelliği yüzünden herkes ikinci kez baktı. çünkü her insanın tekrar bakacağı bir güzelliği vardı. ikinci kez bakmayan tek kişi yaşardı. o da zaten yaşayan bir insan değildi.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap