• klasik birahanenin
    - camları boyalıdır, içerisi görünmez,
    - ramazan’da kapalı olur,
    - patates ketçap mayonezli gelmez, tabağın bir köşesinde hayatınızda yiyebileceğiniz en acı hardal olur,
    - şişe bira olmaz, herkes efendi gibi fıçı içer, birayı 0,3 bardakta isteyenin itibarı o saniye düşer,
    - tv’de öncelik sırasına göre at yarışı, yerli futbol, yabancı futbol olur, bunların olmadığı durumda kadın voleybol veya kadın basketbol olur,
    - herhangi bir milli müsabaka yukarıda sayılan tüm seçeneklerin üstündedir, başka bir şey seyredilmesi teklif edilemez, düşünülemez,
    - karışık çerez olmaz tuzlu fıstık olur,
    - yemek olarak köfte, pirzola standart uygulama, böbrek, uykuluk, kokoreç, midye dolma ve tava opsiyoneldir,
    - rakı içene laf edilmez ama ortamın manzarasını bozduğu da bir realitedir,
    - sigara içilir, içmeyen nasıl olsa o duman bulutundan nasiplenir,
    - ganyan, spor toto, iddaa oynayanlar geyik yapmaz, belli bir iş ciddiyetiyle çalışırlar, kendilerinin konsantrasyonunu bozucu hareketler yapılmaz,
    - kılpayı kaybedilen bahis oyunlarından sonra fazla tatava yapılmaz, jokeye veya teknik direktöre kısaca küfür edilip kapının önüne sigara içmeye çıkılır,
    - sululuk yapılmaz, kadın voleybol bile efendi gibi seyredilir,
    - maç ertesinde karşı takımı tutanlara laf atmak serbest lakin konuyu fazla uzatmamak elzemdir,
    - politika soft düzeyde konuşulur, nedeni bilinmez ama her birahanenin müdavimleri nedense hep aynı partiyi tutar,
    - dedikodu sınırlı seviyededir, “ahmet’in kızı kocaya kaçmış” veya “ismet eczaneyi karılara yedirmiş şimdi kalfalık yapıyormuş” denir ve konu orada sonlandırılır, dedikodudan çok bir nevi “turkish daily news” tadındadır,
    - peçete ya saman kağıdı ya da su damlasını gördüğü anda eriyecek kalitedeki selülozdan ibarettir,
    - karabiberlik daima tıkalıdır,
    - tuzluk bir birahanenin en iyi çalışan unsurudur, patatese tuz atarken çok dikkatli olunmalıdır, tuzluğun delikleri her daim pırıl pırıldır,
    - garsonların, hele hele baş garsonun güldüğüne bugüne kadar tanık olunmamıştır,
    - patronun konuşup konuşmadığı, sesi olup olmadığı muammadır, daima kumaş pantolon ve gömlek giyer,
    - tuvaletlerin temiz olması sözkonusu değildir, gerçi o kadar biranın geçtiği yer olarak bu zaten ütopik bir beklentidir,
    - yerler ıslaksa talaş dökmek standart uygulamadır, birahane o talaşı nereden bulur, bunu kim akıl etmiştir bilinmez,
    - yerler çoğunlukla ıslaktır,
    - erkek ortamıdır, kırk yılın başı bir erkekle gelen bir kadın olursa, o kadın dünya güzeli olsa dahi oturduğu tarafa bile bakılmaz,
    - kadınla gelen erkek selam verene kadar selam verilmez, kadın görmezden gelinir,

    birahanelerin soyu tükenmektedir, istanbul’da az sayıda kalmışlardır, diğer şehirlerde zaten ya yok olmuş, ya da yok olmak üzeredir..

    edit: harf hatası
  • müdavimlerinin büyük çoğunluğunun gerçekten de bira içmek için geldikleri içkili mekan. koltuk meyhanelerinin tersine insanların sosyalleşmek için değil, yalnızlaşmak için geldikleri yerlerdir. istanbul meyhaneleri haricinde fazla muhabbet ve çok lezzetli meze olmaz. ortamdaki testosteron kokusuyla alkol kokusu kafa kafaya gider. ülkemiz genelinde çalınan müzik koyu arabesk olsa da trakya bölgesinde kral tv açıldığı görülmüştür. güney ve iç anadolu'da loş ışık tercih edilir. duvarlarda çıplak ya da vamp kadın fotoğrafları vardır. bandırmadaki işler birahanesinde, porno film seyredildiğini görmüş bir bira içip kaçmışlığım vardır. izmir ve civarında konsomatrisler çalışır. garsonlar özel kıyafet giymezler, kısa boylu ve şişmandırlar. büyük çoğunluğu alkol tokluğuna çalışıyormuş gibi izlenim verirler. an itibariyle en fazla 6-7 tl'ye bira içebileceğiniz, tek başınıza gidip bir tek bira bile sipariş etseniz bir tabak dolusu çerez getirilen ekonomik mekanlardır. bayram, ramazan, kandil gibi günlerde kapalı olurlar. birahaneler, kahvehanelerden sonra alt gelir grubunun ikinci kalesidir. koltuk meyhanelerinin alt yapı tesisidir. orta gelir grubuna geçen müdavimler mezun olup bu meyhanelere terfi ederler.
  • niyazi berkes'in 20 ekim 1958'de cevdet kudret'e yazdığı mektuptan bir bölüm; hindistan'dan yazılmış:

    "zürih'ten münih'e geçtim. hiç beğenmedim. tatsız, tuzsuz, zevksiz bir memleket. yegane alakamı çeken ve hakikaten harikulade bulduğum tarafı şehrin birahaneleri. ama birahane deyip de bizim beyoğlu birahaneleri gibi bir yer sanma. tarif ile anlatılacak gibi değil. her biri muazzam kervansaraylar gibi yerler. mübalağasız yüzbinlerce insan eşekler gibi bira içiyor. ömrümde bu kadar acaip ve harikulade bir yer olacağını tasavvur edemezdim. bu birahaneleri gördükten sonra hitler'in nasıl çıktığını daha iyi anladım."
  • gündüzleri at yarışı seyredilen, içmeye erken saatte başlayanların ve işsizlerin takıldığı ucuz bira mekanı.
  • dünyanın en güzel patates kızartmalarının yendiği mekanlardır buraları.
  • osmanlı toplumunun bira ile tanıştığı 19. yüzyılın ortalarından itibaren sürekli kimlik değiştirerek bugüne gelen meyhane türü. bira üretimi ve tüketiminin türkiye'deki tarihi çok yenidir. 1840'larda özellikle alman göçmenlerin getirdiği ve daha sonra gene alman ithalatçıların pazara sürdüğü bira, kısa sürede yayıldı, hatta bozahaneler yerlerini birahanelere bırakmaya başladı. bira modernleşmenin önemli göstergelerinden biri haline gelirken birahanelerin sayısını arttı. 1890'ların başında sadece istanbul'da otuzdan fazla birahane bulunuyordu.

    beyoğlu birahaneleri arasında, tipik meyhane özelliğini taşıyanlar olduğu gibi ailece gidilebilen yerler de vardı. örneğin tepebaşı'nda dandria pasajı girişindeki çardaş birahanesi, hacopulo pasajı yakınındaki lala birahanesi ve union française'in karşısındaki kohut birahanesi bunlardandı. buralara ailece gidenler esas itibariyle yabancılar, levantenler ve gayrimüslim azınlıklardı.

    lokanta ve meyhanelerde olduğu gibi, birahanelerde de müşterilerin çeşidi ve kişiliğine göre ünlenenler vardı. sözgelimi sinyor nikoli'nin isviçre birahanesi'ne anadolu demiryolları müdürü mösyö huguenin devam ederdi. yanni birahanesi çoğunlukla alman-avusturya-macaristanlıların gittiği bir yerdi. alman subaylar burayı asker niyetine bock denilen büyük bira bardaklarının dizildiği bir tür yüksek komuta merkezine dönüştürmüşlerdi. strazburg birahanesi'nde ise galatasaray lisesi'nin fransız öğretmenleriyle paris gazetelerinin muhabirlerini görmek olağandı. bir de londra birahanesi ile balabani vardı. bunlara daha çok rumlar giderdi. hepsinde de pilsen birası, strazburg birası ve münih'in her türlü birası, hofbrau, stepanbrau, lövenbrau gibi markalar bulunurdu. bunlar avusturya lloyd gemileriyle fıçı içinde serbestçe ithal edilirdi. ilk sinema gösterisi de 1897'de galatasaray'daki sponeck birahanesi'nde düzenlenmişti.

    bira tüketimini kamçılayan en önemli gelişmeler istanbul'da bomonti ve nektar bira fabrikaları ile izmir halkapınar'daki aydın bira fabrikası ve gene izmir'de bir alman girişimcinin kurduğu prokopp bira fabrikası'yla sağlandı. 1934'te ankara'da atatürk orman çiftliği'nde devletin kurduğu ankara bira fabrikası bu gelişmeye ivme kazandırdı.

    bira, sosyal yaşama iyiden iyiye yerleşmişti, ancak hâlâ bir kentli ve üst gelir grubu içkisiydi. bira üretimindeki tekelin kaldırılmasıyla 1960'lı yılların sonunda iki büyük bira fabrikası (tuborg ve efes) üretime başlayınca bira tüketimi de turistik beldeler önde olmak üzere hızla geniş kitlelere yayıldı; birahaneler birbirini izledi. özellikle 70'lerin sonunda efes pilsen'in uyguladığı pazarlama ve reklam etkinlikleri bira tüketimini doruğa taşıdı. avrupa ülkelerinde adım başı rastlanan pub'ların yerini türkiye'de, esas olarak alt gelir gruplarından erkeklerin gittiği birahaneler almaya başladı. ayakta durularak, çerez veya patates kızartması eşliğinde arjantin bardaklarda ucuz fıçı biraların yudumlandığı, birbirini tanımayan insanların birbiriyle sohbet ettiği, felsefe yaptığı, gündüzleri at yarışı, toto veya loto oynadığı, geceleri dev ekrandan maç seyrettiği, sürekli arabesk çalan bu kadınsız mekânlar giderek yaygınlaştı.

    birahanelerde diğer içkiler de servis ediliyordu. bunların başında rakı ve votka geliyordu. meyhaneye gidecek parası olmayan yoksul rakıcılar, duble rakının ve mezenin çok daha ucuz olduğu birahaneleri mesken tutmuştu. zaten birahanelerin ayaküstü içme ortamı rakıcılar için yeni bir şey değildi, koltuk meyhaneleri ve tektekçiler de bu tarz mekânlardı. ayrıca biranın rakının cilası olma özelliği ve başta akşamdan kalma mahmurluğunu atmak olmak üzere birçok gerekçeyle rakıcıların birayı gündüz içkisi olarak benimsenmesi, bu iki farklı kültür arasında güçlü bağlar kurulmasını sağlamıştır. öte yandan meyhane adının osmanlı'dan beri batakhane vurgusu içermesi, düşkünlükle özdeşleştirilmesi, cumhuriyet döneminde klasik meyhanelerin ticari unvan seçerken kendilerini lokanta, gazino, birahane gibi adlarla kamufle etmesine yol açmıştır. bira kültürüyle ilgisi olmayan koskoca cumhuriyet meyhanesi'nin uzun yıllar cumhuriyet birahanesi adını kullanması çarpıcı bir örnektir.

    2000'li yıllarda efes, biranın yoğun tüketildiği birahaneleri alt kültür grubunun tekelinden çıkarmak amacıyla özel bir proje başlattı. amaç, birahaneleri çağdaş ve şık mekânlara dönüştürmek, restoran konseptine yaklaştırmak ve bira kültürünü yerleştirerek bira tüketimi içinde kadının payını artırmaktı. bu dönüşüm halen sürüyor.

    (said naum duhani - beyoğlu'nun adı pera iken / willy sperco - yüzyılın başında istanbul / mustafa cezar - xıx. yüzyıl beyoğlusu)
    ---
    (alıntı: rakı ansiklopedisi)
  • zeki demirkubuz filmlerinin uzama evrilmiş hali.
  • ortada dolaşan bi sürü kadın yüzünden, en azından izmir de, tadı kalmadı buraların. eskiden de dolaşırdı ama hem bu kadar kalabalık değillerdi, hem de işleri masaya servis yapmaktı. şimdilerde emniyetten kağıt almak zorunda olmadıkları için hem çok kolay çalışmaya başlıyorlar ve hem de bütün işleri gecede birkaç kadeh içki içmek. o birkaç kadeh içki zaten iki üç masanın "kadınsız" hesabına eşit. bu hesabı kökleyip para kazanmak için de masanıza salça olmak zorundalar. biranelerin o erkek erkeğe muhabbetini öldürmek için masaya arada sırada uğrayan bir kadın yetiyor. adama laf anlatıyorsun, adam o sırada ağzında antep ezme kadına yazıyor. telefon almaya çalışmalar, ince ince bakışlar. dışarı çıkınca da kadına ağır yapmış pozlar takındılar mı parkta içtiğin son biranın şişesini kafada kırıp huzurlu bir uyku çekmek istiyorsun. sanırım artık kadın muhabbetinden kurtarılmış tek bölge kahveler kaldı.
  • yayları kesik şahin ile el freni şovları yapan hanzolara redbull-vodka gibi toxic karışımları kol gibi fiyatlara geçiren mekanların mantar gibi türeyip her yeri parsellediği şu ortamda altın değerindedir bunlar. bulursanız sakın bırakmayın, gerekirse gidip her gün meyve suyu için ama müdavimi olun.

    geçen sene uzun zamandır hasret kaldığım "old school" bir birahane keşfetmiştim. hani şu tezgahın arkasında omzuna havlu asmış kalender bir abinin durduğu, yakın gözlükleriyle at yarışı oynayıp her gün ülkeyi kurtaran, nevale'lerin ücretlerini de maaş gününün ertesi yatıran dayılar'ın olduğu türden eski birahane, müdavimli hatta pilavlı.

    neyse bu sevincimi sağlam bir arkadaşımla da paylaşıp kendisini mekanda içirmiştim hatta baykuştan bozma süper bir abi bulup hayranlıkla izlemiş o da yetmezmiş gibi ilk ve son selfie'mi kendisiyle çekmiştim. dün akşam peder bey ve dayımla bizim o baykuşlu mekana gittik. dayım tutturdu "birahane falan yok mu canım patates bira istiyo" diye ben de aldım bunları oraya götürdüm. aşağıdan bakınca kırmızı mavi ışıklar falan gördüm ama kıllanmadım "yurdum insanı aklınca süs yapmış" diye, neyse aklımda öyle kaldığı için asansörde kat 3'e bastık ama çıkmadı. 2'ye basınca doğru yere çıktık, baktım mekanın kapısı da kapalı. bir iki saniye sonra kapıyı sarışın bir varoş açtı, girdik içeri her yerde tuhaf tuhaf karılar kahkaha atıyolar falan, ortam leopar deseni kokuyo. ortada disko topu dönüyo her yer rengarenk, kenarda suntadan bir sahne yapılmış elektro-bağlama boynu bükük duruyo. dayanamadım elemana sordum 1 ay önce devralmışlar mekanı pavyon yapmış ibneler. neyse oturduk bari bir bira içelim diye, beş dakika sonra mağara trolü gibi bi herif gelip hepimizle tokalaştı "selamün aleyküm hoşgeldiniz ağalar" diye. dayım iyice kıllandı yerinde duramıyo falan hatta birasını yudumlarken boğazının neresinden geçtiğini bile görebiliyodum dışarıdan. 10 dakika bile oturmadık apar topar içip hesabı istedik 40 lira geldi. kapıdan çıktık baktım asansörde kuyruk olunca merdivenden inelim diye basamaklara yöneldim, merdivende demir kapı var o da kilitli. yukarı da çıkamıyosun oraya da bir sürü koli, süpürge falan dizmişler. bu arada elemanlar bizim kata gelince asansör açılıyo, ondan sonra çıkıyolar üst kata yani binanın girişinden en fazla ikiye çıkabiliyosun, devam edebilmen için ikide bekleyip yukarı basman lazım. bir on dakika falan asansör trafiğini izledik amına koyim, o arada ecel teri döküyoruz tabi. neyse boşluk bulunca kendimizi zor attık aşağı. bir kavga mavga çıksa kaçamazsın canlı çıkma olasılığın bile yok, sikip cesedi çöpe atar veya müşteri kılığındaki zombi'lere köfte yaparlar o denli bitik. üst kat artık ne olmuş bilmiyorum ama hey gidi baykuş başkan dedim hey, sen de duman oldun uçtun atmosfere nice hikayeler gibi.

    o yüzden bulduğunuzda bırakmayın hatta anadolu yakasında birahane falan bulursanız mesaj ışığımı yakıverin gençler.

    edit: hem mesaj ışığımı yakan kardeşler hem de kişisel çabalarımla anadolu yakasında bir iki yer daha buldum. aradığım aromayı doyasıya veren en konsantre mekan kadıköy reşit efendi sokak'taki (okurlar otel'in hemen yanı) "beyaz at". adından da anlaşılabileceği gibi ganyan bayinin bitişiği ve at kovalayan abilerle dolu süper retro mekan. önizleme de yapalım; http://imgur.com/yghpmrl
  • neredeyse 12 yıl evvel mersin'de tam da burada anlatılanlara uygun bir birahaneye gitmiştim. genciz, temiz yüzlüyüz diye dışlandığımızı sanmışım ama birahane raconuymuş her şey. muhtemelen çoktan kapanmıştır. birahaneler türkiye'nin sosyo-mekansal tarihinde bir kesit olarak kaldılar.
hesabın var mı? giriş yap