• izmir bitti artık duygusu yaratan bir yola girer bazen insan. ege bilgisayar ve iktisat'ın bulunduğu bahçeyle konservatuarın arasındaki köşeden. sadece bazı ilçelerarası yollarda görülen ağaçların arasından tünel gibi uzanıp giden bir yol. dar, kıvrımlı. ağaçların arkasında bir anda ovalar peydahlanıverir. şehir yüz metre mesafede ama çoook geridedir artık. yolun sonunda cennet gösterir kendini, cennetin de bir karayolu olsa bu tarz birşey olurdu herhalde.

    ilk göze çarpan ağaçlardır. her tarafta, çam, selvi, tek tük çınar, turunç...mis kokar ağaçlar. bir kaldırım kenarına oturup ağaçlardan dökülenlere bakınca hatırlar insan boyunun 1.40 olduğu günleri. yerdeki ayrıntılar o yıllarda daha net olur çünkü.

    okul gibi değildir. biraz kampus görünümlüdür. her tarafta bir iki bina. ilk kez giden için kaybolmak o kadar mümkündür ki. kaybolmak güzeldir.

    büyümenin gözle görülür olduğu yerdir bal. büyüme dijitaldir. bir yaş büyüyünce bal'ın aidiyeti değişir. 11'de ağaçtan turunç koparıp 9 aylık oynamakken asilik, 12'de koruluğa gitmek. 13 ders ekmek, 14 bornova'ya kaçmak. 15 sigara...16 ve 17'de hayatın kendisini isyana dönüştürür bal, alamut kalesidir sanki. içinden çıkası gelmez insanın.

    yaşamın hiç bir zaman o kadar cömert olmayacağını nerden bilebilirdim ki? her on dakikalık arada binlerce insan içinden onunu seçmek, eğlenen binler içinde eğlenmek. coşmak, aşık olmak, dövüşmek.

    marx, özgürlük zorunluluğun bilince çıkarılmış halidir diyordu. her gün gitmek zorunda olunan bir yere, isteyerek gidilirse insan özgür olur herhalde. bir daha hiç geri gelmeyecek bir özgürlük.

    bal'ın kokusu vardır. çocuk kokar, gelecek kokar. ne zaman gidersen 16'sında hissettirir. aşk kolaydır orda.
  • universiteye baslayip, farkli bir sehirde, hic tanimadiginiz insanlarin arasina karistiginizda, sadece lise anilarinizi anlatarak bir tür meddahlik popularitesi kazanmanizi saglayan, lise denilemeyecek kadar olagandisi mekan.
    lise sondayiz ve sinifimizin pencereleri, tum diger son siniflarin aksine arka tarafa baktigi icin, demir korkuluklarla guvence altina alinmis. herkes zil caldiginda upuzun koridoru dolanmaksizin pencereden teneffuse cikarken, teneffus bittiginde pencereden girebilecek olmanin rahatligiyla cam ve turunc agaclarinin altinda salinirken, icabinda hocanin bos bir anini denk getirip, ders esnasinda tuvalet, çay, yemek, sigara, hava alma gibi en tabii insani ihtiyaclarini pencereyi kullanarak giderebilirken biz yasadigimiz buyuk haksizligin agirligi altinda eziliyoruz. bir gun, bos bir ders sirasinda korulukta haytalik ederken, kimin aklina geldi bilmiyorum, butun sinifin hemencecik benimsedigi bir fikir atildi ortaya ve hemen harekete gectik. koruluktaki, curudugu icin devrilmis dev bir cam agaciginin govdesini elbirligiyle tasidik ve her nasil olduysa kimseye gorunmeden sinifa kadar getirdik. agacin govdesi o kadar kocamandi ki sinifa ne enine ne boyuna sigabiliyordu. caprazlamasina uygun aciyi bulup, agaci bir kocbasi gibi kullanarak korkuluklara vurmaya basladik. herhalde onuncu darbede filan demirlerin duvarla ilk baglantisinin kopmasinin hemen ardindan, yan taraftaki odasindan gurultuyu duyup gelen ve bir suredir bizi izleyen mudur muavinimizin* bagirmasiyla kendimize geldik: "ne oluyor burada?" herhalde o anda hissettiklerimizi sadece yatakta baska biriyleyken esine basilan ve herseyi aciklamak isteyen biri anlayabilir. neyse ki mudur muavinimiz aldatilan bir es kadar anlayissiz degildi, yillardir bal'da olmanin verdigi tecrubeyle daha soruyu sormadan durumu cozmustu aslinda. biz daha saskinligimizi uzerimizden atmadan "sen, sen, sen" diyerek biri 7-8 kisiden, digeri 3-4 kisiden olusan iki grubu isaret etti ve "benimle gelin" dedi. sinifin geri kalani onun birsey demesine gerek kalmadan yerlerine oturmustu zaten. 3-4 kisilik grup ellerine tutusturlan supurge ve faraslarla agac govdesinin bina icine dokulen kabuklarini vs. temizlemeye koyulurken diger gruba insaat islerinin yurutuldugu binaya gitmeleri emredildi. o arada sinifta kalanlar da dev tomrugu koruluga goturup bulundugu yere birekmakla gorevlendirilmisti. insaat islerine bakan gorevlilerin bulundugu ve insaat malzemelerinin saklandigi kucuk binaya giden grup oraya vardiginda yarim torba cimento ve kumun icine yerlestirildigi bir el arabasi gorevlilerce hazirlanmisti bile. bir gorevlinin ve arasira mudur muavininin nezaretinde o grup pencerenin onunde harc kardi, bir mala yardimiyla az once soktukleri korkulugu tekrar yerine takti. o arada ders baslamis sinifin geri kalani icerideyken onlar gomleklerini de cikarmis atletleriyle keyif icinde calisiyorlardi. sonunda dersin ortalarina dogru is bitti, kalan beton yere sivanip uzerine isimler yazildi ve altina o gunun tarihi eklendi. bu hikayeye inanmayan, tabii basina bir is gelmediyse, g blokun arka tarafinda su deposuna bakan pencerelerin onune bakabilir. neyse aradan yillaaaaar gecti. o gun tomruk tasiyan, harc karan insanlar buyudu, ilim irfan gordu. o günkü kadar eglenceli ve ogretici bir deneyim yasamadi ama.
  • ilkokul 5'in bir zamanları. dersten müdürün odasına çağrıldım. soru: bornova anadolu lisesi sınavlarına girmek ister miymişim? ne biliyim lan? neyse ev arandı, anam babam olur verince sınava başvuruldu.

    ilkokul öğretmenlerinin en güzeli, en şahanesi gönül kostakoğlu bir grubu toplayıp ek ders vermeye başladı. bayram, tatil, akşam, sabah demeden bütün boş vakitlerimizde bizi bu okulun iki aşamalı sınavina hazırlamaya adadı kendini. bunun için bir çıkar beklemediğini söylememe gerek yok değil mi?

    eve ödev verilen test sınavları pek bir sıkıcıydı. soruları arkadaki yanıtlardan çözüp okula götürdüğümü anlayınca gönül hanım sepetledi beni kurstan. halbüsü biraz yanlış da yapıyordum. nasıl anladı bilemedim, lakin acaip üzüldüm. ilk sınava evde annemin destekleriyle hazırlandım. bu sınavı kazanınca affedildim ve ikinci aşama için tekrar kurslara alındım.

    1975 yılının bir sonbahar günü beni okula bırakıp gittiler. hayatımda ilk kez o kadar içli ağladım arkalarından. yalnız kalmıştım lan!!! bunun doğru olmadığını anlamak için çok beklemeyecektim.

    bavulumu yerde sürüklemeden taşımak için oldukça uğraşması gereken bacak kadar birşeydim. pazar akşamları otobüs bizi bornova istasyonu durağında bırakırdı. oradan içeriye (herhalde 1,5 kilometre kadar) yürüyerek giderdik. o yıllarda pek trafik de olmazdı oralarda. yani otostop felan hak getire.

    sonraları bu yolu sırf zevk için, bornova'ya birahaneye kaçmak için çok aştık. bir gece birahane dönüşü nöbetçi müdür muavini * * yatakhane kapısında bekçi halis'le beraber önümüzü kesti. kapının kanatlarına çarpmadan girenler gidip yatabilir ceza yok dedi. hayatımın en düzgün yürüyüşünü yaptım o gece ve gidip zıbardım. sanırım kapıya toslayan olmadı o gece hiç.

    şimdi aradan 26 sene geçmiş. bizim dönem dünyanın her yanına dağılmış durumda. yahoo sağolsun bağlarımızı tekrar kurduk. arasıra (istanbul tayfası daha sık olmak üzere) bir araya gelip kadeh tokuşturuyoruz, o koruluğun gölgesinde yere sırtüstü yatmış göğü seyrediyoruz beraber, yemekhanede o acaip soslu makarnayı ya da balık kokan tavukları (lan yoksa onlar martı mıydı??) yiyoruz, hocalarımızı anıyoruz, kulaklarını çınlatıyoruz. bir araya gelemediklerimizle gönüllerimiz bir, bunu da hissediyoruz.

    neyse demem o ki. kopmayın birbirinizden anam. bu kadar..
  • öğrenciyken duvarlarından atlayarak kaçarsınız, mezun olduktan sonra duvarlarından atlayarak içine girersiniz.
  • gecenin bu vaktinde kendimce bir çözümleme yapmam gerekirse, bal ruhu denen olay 2004 mezunlarından sonra yok olup gitmiştir arkadaş. benim gibi 2007 mezunları da o jenerasyonu görmüş bir geçiş dönemi olarak bir süre daha o ruhu hayatta tutmaya çalışmış, ama 2007 mezunlarının da okulu terketmesi itibariyle bal ruhu denen olay komple bitmiştir. sonrasında kim ne söylerse yalan söyler. o günler bizim için anılarda yaşayan güzel zamanlardan ibaret artık.

    neden mi böyle? bir kere 2004 mezunları, bal'da 7 yıl okuyan son nesildir, onlardan sonra 7 yıllık eğitime tabii kimse kalmamıştır. ayrıca o jenerasyon okulun efsane hocalarını da tam kadro gören son nesildir. ben bal'daki eğitim hayatıma başladığım ilk günlerde oradaki özgürlüğü, enerjiyi ve gerçekliği ilk gördüğümde, sudan çıkmış balığa dönmüştüm. o güne kadarki küçük dünyam, o çocuk gözlerle baktığım hayat görüşümü tamamiyle yerle bir etmiş ve kendi özümü bulmamda çok emeği geçmiştir. bu yüzden beni ben yapan en önemli yer bal'dır. orası ki, hayatın hiçbir döneminde unutulamayandır.

    not: karambolde 1000. entry'mi de böylece girmişim.
  • dünya çapında hatrı sayılır yabancı sermaye bir firmada iş görüşmesine gittim. ilk görüşmeyi yaptıktan sonra insan kaynakları müdürü'yle görüşmeme karar verdiler. adamın odasına girdim. ufak bir sohbetten sonra cv'mi kurcalamaya başladı. endüstri mühendisliği, programlar derken adam bir anda durup yüzüme baktı; "sen bal'dan mı mezunsun?" evet dedim. adamın tek söylediği şey, "tamam ya öyleyse konuşma bitmiştir."

    bal mezunu olmam yaptığım onca çalışma ve eğitimin bir anda önüne geçmişti belkide .hayatım boyunca yaptığım en doğru kararın bal'a girmek olduğundan o an bir kez daha emin oldum. sohbetin devamı ise "kaç mezunusun, benim yeğenim bal'dan mezun o dönem tanıyor musun? bal ruhu başka bir şey.." şeklinde devam etti.
    tanım: hayatın her döneminde özlenen, yıkılsa da yakılsa da mezunlarının hayatından asla silinemeyecek, gerçek olamayacak kadar farklı bir yer.
  • mezunları abuk subuk insanlarla sevişen okul. baksana seviştiğini duyurmak için hangi başlığa yazacağını, bir kişiden yola çıkarak tüm okulun eğitim sistemini bile genelleyen insanlar var.
  • komik,gerçekten komik,özel,benzersiz okul.
    -korulukta bira içmeye verilen ceza üç gün uzaklaştırma iken derste aşure yemeye verilen ceza 5 gün uzaklaştırmadır.evet,gerçektir.
    -bir takım öğretmenler okula arkadan,öğrencilerin kaçtığı yerden atlayarak girmektedir.evet gerçektir.nedeni ise muhtemelen lojmanların o tarafta olması,bütün okulun çevresini yürümek istememeleridir.ama bir hocanın demirlerden atlama görüntüsü komiktir.
    -kapıda kontrol babında her gün bir konsept belirlenir.evet gerçektir.1700 kişilik okulda herkesin her şeyine bakılamayacağından bir gün saça,bir gün sakala,bir gün pantolon rengine bakılır.öğrenci o günkü konsepte uymuyorsa biraz gezinip okula geç girer.böylece bu denetlemeden kaytarmış olur.
    -alipo gibi bir hocaya sahiptir.alios gibi bir müdür vekiline sahiptir.onlar tek başlarına yeterler zaten.
    -müzik odasında kuzu kuzu yatan çok güzel müzik aletlerine sahiptir.ama bunları öğrencilerine koklatmayan müzik hocalarına da sahiptir.evet,gerçektir.sadece ayran gününde çalacak olan gruplar kullanabilir müzik odasını ve onlar da sadece anfileri.
    -çok iyi hocalara sahiptir.çook kötü hocalara da sahiptir.vasat hocası azdır.
    -kocaman bir koruluğa sahiptir.bu koruluk günde 3-4 kez basılır.öğrenciler önden,müdür yardımcıları arkadan günde 3-4 kez sağlık koşusu yapılır.
    -zeki çocuklara sahiptir.fazla zekidir hatta bazıları ve her şeyin fazlası zarardır.bazı öğrenciler de zekalarını nereye yoracaklarını bilemez.her tenefüs test çözen lise son sınıfları olduğu gibi her tenefüs sınıfta top oynayan lise son sınıfları da vardır,tavandan balgam sarkan sınıfları da.
    -herşeyi 'bastırabileceğiniz' bir kantine sahiptir.
    -kamyonlarla öğrencilerin pek bi haşır neşir olmak zorunda kaldığı ağaçlı bir yola sahiptir.
    -bir ruha sahiptir.evet,gerçektir.bal nasıl oluyosa bi özeldir,bi başkadır.candır ciğerdir.bütün komiklikleriyle,anormallikleriyle ve normallikleriyle bağrınıza basarsınız.öyle o.onu da öyle kabul ettik.
  • hayatımın en çok güldüğüm anlarından birini bana yaşatan; konferans salonunda okulla ilgili bir konuşmada : " okulumuz artık felaket bir duruma gelmiştir. biliyor musunuz oklumuza artık dışarda [tükürükler saçarak] pornova anadolu lisesi diyorlar. " demecini veren müdürcüğü (ilbey) barındıran okul
  • sene:95
    sinif: g-211
    aylardan nisandi yanilmiyosam. ilk 2 ders bittikten sonra pek nevi sahsina munhasir, insan gonul adami cacan'a "abi gel 3-4'u ekelim ogle tenefusuyle birlestirelim gidelim takil'da icelim" dememle baslayan olaylar zinciri soyle gelimistir:
    bize uyan yaklasik 10-12 kisiyle daha ufak siniflardan bozukluk toplayarak takil'da solugu aldik. arkadan bi o kadar daha gelince sevgili edebiyat sinifimizin yarisina yakini kah ayrildiklari sevgililerine kah ailelere kah hocalara sove sove icmeye basladik. nasil ictigimiz bilen bilir.
    okula ogle tenefusunun sonunda dondugumuzde hepimiz zil zurna sarhostuk. buraya kadar olan cok da ilginc bi bal hikayesi olmasa da tenefusten sonra ki ilk derste din sinavi olmasi olayi farklilastirdi tabii. hoca iceri girdiginde havadaki alkol kokusundan anladi herseyi. bisey demedi kagitlari dagitti, sinifin yarisi kafasini siradan kaldirmaktan zorlanirken bi yandan. sinav basladiktan bi sure cislerini tutamayan arkadaslarin bira siselerine ismeye kalkmasi ve etrafin kokutmalari her ne kadar sorun yaratsa da denge bi sekilde yine saglandi, ama daha sonra cacan kardesimiz yaninda oturan ve onu bi sure once terkeden sevgilisine dayanamayip uleyynn nidalariyla sovmeye baslayinca sinav disiplini hepten elden gitti. tabii hepimizin olan biteni parca parca hatirliyoruz sarhosluktan ayiklardan dinliyoruz genelde.
    ertesi hafta hepimizin kaldigi sinavlari aciklayan hocamizin dedigi tek laf: sisede durdugu gibi durmuyo di mi cocuklar.
hesabın var mı? giriş yap