• hayat bir akıştan ibarettir. bu akışın içindeki insanlar da kâh gönüllü olarak kâh gönülsüzce o akışın içinde ilerler.

    bu akışın içindeki insan, kafasında hayatına bir rota çizer. çocukluktan itibaren, gelecek diye bir şey olduğunu biliriz. ve gelecek varsa hayal de vardır. mevcut durumla uyumlu ya da uyumsuz hayaller kurar, gelecek fantezileri kurgularız. bu, insanı yataktan çıkaran, adımını attıran, harekete geçiren umudun bir tezahürüdür.

    bir ilişkiye başlarken ya da biriyle evlenirken zihninizde onunla ilgili bir gelecek kurgulamaya başlarsınız. hayaller kurar, bazen bir yıl bazen on yıl sonrasını tahayyül edersiniz. karşınızdaki insana duygusal yatırım yaparsınız. bu sırada geçen zaman içinde gelecek tahayyülü pekişirken, iyisiyle kötüsüyle yaşanan olaylarla bezeli ortak bir geçmiş de oluşur.

    çift, bu zihinsel kısmın yanısıra somut olarak da birbirine bağlanır. örneğin ebeveyn olmak, bir ev almak, ortak iş yapmak, geniş ailelerin kurduğu bağlar gibi komponentler ile çift birbirine somut düzlemde de bağlanır.

    bütün bunları evlilik/uzun süreli ilişki bağının ne kadar güçlü olduğunu anlatmak için sıraladım. ama hiçbir bağ kırılmaz değildir. buna evlilik bağı da dahil...

    bazen eşlerden birisi, ortak geçmişe bakınca kötü olayların yekûnunun fazla olduğunu hisseder, ve geleceğe yaptığı atıf konusunda kuşkuya düşer.

    bu nokta evliliğin hâlâ kurtarabileceği bir noktadır çünkü henüz kuşku, aradaki sevgiyi öldürmemiştir. eğer bu nokta geçilirse sevgi yavaş yavaş sönmeye, kaybolmaya başlar. ve sevgi gittiği zaman maalesef kolay kolay geri dönmez.

    bir hastam seansta, evliliğin bittiğini kabul edemeyen eşine şöyle demişti,

    'sana çok söyledim, bana bunları yapma lütfen dedim, defalarca tekrar ettim, sevgi biterse dönmez dedim ama umursamadın, şimdi artık çok geç'

    bütün bu bahsettiğim unsurları barındıran bağın kopuşunu kabullenmek elbette kolay bir şey değil. hele de ilişkiyi bitiren değil, bunun tebliğ edildiği kişi olmak. çünkü ilişkiyi bitiren kişi, evliliğin muhasebesini çok uzun süredir yapan kişidir. karşıdaki ise sinyalleri göz ardı etmiş olan ve kaderine boyun eğmek zorunda olan kişi.

    ilk başta bu kabullenememe doğal olsa bile bazı kişiler bu süreci bir türlü tamamlayamaz.

    "boşanmayacağım, sürünsün"
    "çocukları elinden alırım boşanma davası açarsa."
    "bence yeniden düzelebilir, uğraşacağım."

    gibi sözleri sık duyarım.

    burada, sevilmediğini, istenmediğini duyduğu halde boşanmaya direnen bir insan vardır.
    sevilmediği bir ilişkide kalmak için direnmek kişi hakkında ne söyler peki?

    elbette birçok detay var ama söylediği en temel şey şu, sevilmeyi hak etmediğine kendisi de inanıyordur. eşi onu sevmiyor olsa bile kendine yeni bir hayat kurup yaşamını farklı bir rotada sürdürebilecek, belki başka biri tarafından sevilebilecek ve onu sevebilecekken, o değersiz hissettiren pozisyona kendisini hapseder.

    hayatta ne rotanız, ne yarenlik edenleriniz, ne sevdikleriniz ne de sizi sevenler sabittir. hayattaki tek sabitiniz kendinizsiniz. bu sabitle yani kendinizle kurduğunuz ilişki ne kadar iyi, şefkatli, olumlu olursa hayattaki diğer bağlarınız da o kadar iyi kurulur. herkes sevildiği bir yerde olmayı hak eder. bunun için çaba göstermek elbette mühim ama bazen çaba anlamını yitirir, artık o limandan ayrılma vakti gelmiştir. işte o noktada kendinizin elinden tutup, bir dahaki limana kadar kendinizle alakadar olarak yolunuza devam etmeniz gerekir.

    hayat hem uçsuz bucaksız bir olasılıklar bütünü hem de göz açıp kapayana kadar geçecek kadar kısa. kendinizi güzel olanlardan mahrum etmeden yaşayın, ve sabitinize sahip çıkın.
  • bazen de çok büyülü, çok gizemli bi olaydır. en azından benim için...
    ben kesinlikle anlayamıyorum, aşırı istememe rağmen.

    böyle resmen akmayan evlilikler biliyorum. 10 kusur sene bitmiş.
    duygu namına bisey kalmamış. seks namına bisey zaten hiç olmamış! saygı sıfır. istek arzu tutku sifirin altında.
    ve sürüyor abi. hayret-i mucip. şaka gibi.
    hayır tarafların madden bi göbek bağı olsa anliycam, evliliği bir ticari anlaşma usulü sürdürüyorlar demek ki diycem ve konu kesinlikle gizemini kaybedecek benim icin.

    ama bazen o da yok. aslında iki taraf da madden bağımsız, özgür. buna rağmen hala birlikteler.
    babası çocukta anneyi görüyor ve anneye olan tüm negatifini çocuğa (saka kılıfında ya da ciddi) aktarıyor.
    annesi çocukta babayı görüyor ve babaya olan tüm negatifini çocuğa ciddi ciddi aktarıyor. o "salak"lar, "gerizekali"lar kurşun gibi piyu piyu sekiyor çocuğun başının üzerinden... bin türlü hakaret, aşağılama...
    ne yaptıklarının kesinlikle farkında değiller!

    ve hala bahane (belli ya da belirsiz) çocuk. hâlâ direniyorlar. ve o çocuk en büyük zararı bu şekilde görüyor.

    şaka gibi.

    direnmeyin abi boşanmaya. koyun birbirinize tekmeyi gitsin... 3 günlük dünyada bu çile 10 kusur sene çekilir mi lan?
    anladık kökler bağlar ortak geçmiş bilmem ne filan ama sıçarım öyle aşkın ızdırabına afedersin.
    hayat bi gündür, o da bugündür. bugün bas tekmeyi. bas bas bas...

    as sonra da bayrakları.
    şimdi sözü yıldız reise bırakıcam. bak o daha basit ifade etmiş, hastasıyım
    https://www.instagram.com/…pfi/?igshid=pnfug52wm4vo
  • bosanin gitsin. atla deve degil. bir omur mutsuz yasayacaginiza bosanin rahatlayin.
  • bahaneler bahaneler bahaneler...
    seviyosun iste, her bakisina aşık olmussun, gobekli hali, kafasini kasimasi,gulusu, herseyi senin.
    sevdigin icin, sevgisizlige ve saygisizliga bile dayaniyorsun.
    sevdigin icin mi dayaniyorsun yoksa yalnizliktan korkuyor musun...
    korku insana herseyi yaptirir.
  • direnme nedenlerini birkaç başlık altında toplayabiliriz;

    -yalnızlıktan korkmak

    -sevdiği için değil hayatın yükünü atacak birini bulduğu için evlenmiş olmak ve bu konfordan vazgeçememek

    -evliliği statü göstergesi olarak görmek

    ‘ben değil toplum böyle düşünüyor’ diyenlere inanmayın, doğru bulmadığımız bir fikri tüm dünya savunsa da umursamayız. otuz iki yaşında bekar bir kız arkadaşım var, evlenmek istemediğini ama herkes ona baskı yaptığı için kendini kötü hissettiğini söylüyor. ama ben biliyorum ki o da bir kadının otuzlarında ve bekar olmasını yanlış buluyor. bu yüzden etkileniyor insanların düşüncelerinden. ben her insanın evli olması gerektiği gibi bir şeye inanmıyorum, bu sayede 'yok mu sende yüzük müzük?' diyen tiplerden etkilenmiyorum. özellikle kadınlara bu baskı yapılıyor, çünkü kadınların genelinin kafasında da kadın çocuk yapmak için dünyaya geldi, anne değilse değersiz... bu konuyu bir süredir boş verdim, kibirle söylenmiş gibi görünse de şöyle bir gerçek var 'herkes hak ettiği gibi yaşar.' kadınlar kendilerini birey olarak göremedikçe ve bütün bu ikinci sınıf insan muamelelerine katlandıkça daha çok ezilecekler maalesef.

    -kendini fazla önemsemek ve dolayısıyla boşanıldığında karşı tarafın ölüp biteceğini sanmak

    böyle düşünenlerle biraz eğleniyorum açıkçası, kendini nasıl vazgeçilmez görüyorsa artık ayrılırsa diğer tarafın intihar edeceğini sanıyor. bu kişiler aslında vazgeçemeyen taraftır ama kuyruğu dik tutmak adına diğer tarafın zayıflığına atıf yaparlar. evli bir adam iki yıl boyunca başka bir kadınla ilişki yaşıyor, ikinci kadın boşanmasını bekliyor ama adam bahsini bile geçirmiyor. kadın adamı ikna etmek için ‘karına bunu yapmaya hakkın var mı? belki harika bir adamla birlikte olacak. neden engel oluyorsun? ayrıl, o da kendi hayatına baksın.’ diyor ve adamın yanıtı şu ‘onun hayatında benden daha harika bir adam olamaz.’ hahahahha. harika olduğun için mi her akşam gözünün içine baka baka yalan söylüyorsun? demiştim değil mi? megaloman insanları dinlemek çok eğlenceli.

    -‘boşanmış kadın/erkek’ etiketinin getirilerine maruz kalmaktan kaçınmak

    boşanmış ya da hiç evlenmemiş kişilerin üst düzey yönetici olma oranı çok düşük. özellikle hiç evlenmemiş olanların güvenilir olmadığı düşünülüyor. eşi/çocuğu yoksa daha özgür kararlar alabilir insan. patronlar sevmez bu tür çalışanları. ki bilirsiniz devletler de her zaman aile olmayı, çok çocuk yapmayı teşvik eder. evine para götürmek zorunda olan vatandaşın otoriteye karşı çıkma cesareti bulması daha düşük bir ihtimaldir.

    -yeni birini bulmanın zor olduğunu düşünmek

    zaten herkes mutsuz, ayrılsam dışarıda kendime göre birini bulabilecek miyim? hayır. o halde düzenimi bozmaya gerek yok.

    -mutsuz olduğu halde çocuk yapmış olmak

    dikkat! en bencil kesimle karşı karşıyayız. sorunlarını çözme yetenekleri yok, küçücük masum bir yavrudan medet umuyor ama ebeveynlik bilinci taşımadıkları için çocuğu da iyi yetiştiremiyorlar. bir sürü sorunlu birey karışıyor topluma ve sonuç ortada. ülkemizde psikolojik sağlığı ‘iyi’ birey kalmadı.

    akla ilk gelenleri sıraladım. zamanla eklerim belki.

    evliliklere de değineyim biraz;

    evlilik kurumunu, hiçbir zaman, aşk sevgiyle bir araya gelen insanlar oluşturmadı. bilinen aşk hikayeleri yüz yılda bir oluyormuş muhtemelen ki efsane olarak dilden dile yayılıyormuş. (bkz: aşkın en güzel tarihi)'ni okuyun, tarih boyunca bütün evlilikler sözleşme şeklindedir. sadece erkeklerin değil kadınların da eşlerinden başka bir sürü kişiyle ilişkisi olmuştur. kafatasçılar üzülecek ama gerçek bu dostum, muhtemelen dede bildiğimiz insanlar dedemiz değildi. şimdi bile toplumun yüzde kaçının kendi çocuğuna babalık ettiği muamma. bunlar bana göre önemli şeyler değil, doğmuş ama ortada kalmış bir çocuğu alır büyütürüm ama gen takıntısı olanlar için kötü haber. tabii kandırılmış olma fikri de epey rahatsız edici. önlem için bakirelik kutsanmışsa da işe yaramadığı malum. kadının evlenene kadar kimseyle sevişmemiş olması neyi garanti eder ki?

    üniversitede bir kız arkadaşım vardı, sevişmek için evlenmeyi bekliyordu ama o kadar karaktersizdi ki erkek arkadaşımızı onunla bir arada bırakmak istemezdik. istisnasız ama istisnasız bütün erkekleri potansiyel görür, hepsinin ilgisi kendi üzerinde olsun isterdi. arkadaşlığımız uzun sürmedi tabii. diğer tarafta sevgilisiyle beraber yaşayan başka bir kız arkadaşım vardı. kimseyle flörtleştiğini, herhangi bir sadakatsizliğini görmedim. beraber yaşadığı çocuğun ailesi sorun çıkardığı için ayrıldılar ve ikisi de başkalarıyla evlendi. diğer arkadaş ise aslında bin kere aldattığı ama ayrılmadığı sevgilisiyle evlendi.

    birçoğunuza göre sevgilisiyle birlikte yaşayan kız ahlaksızdır değil mi? devam edin arkadaşlar. vicdan, ahlak, merhamet vb. insani değerler umurunuzda olmasın. hayatınızın her alanında kadının cinsel geçmişini kriter alın. iyi koruyun bu zihniyeti. bu sayede soy devamlılığınızı garantileyeceksiniz. olasılık düşük ama neyse, benim problemim değil. tekrarlayayım ‘herkes hak ettiği gibi yaşar.’

    bunca şeyi neden anlattım? evlenmek zorunluluk olarak görüldükçe bu ikiyüzlülükler, sorunlu aileler ve boşanma davaları bitmeyecek.

    oysa evlilik sebep değil sonuç olmalı. yani bir insanı seversiniz, çok seversiniz, onsuz bir gün geçiremeyecek kadar özlersiniz ancak o zaman 'evlenelim biz yahu' denilir. aynı evi ve hayatın sorumluluğunu paylaşmak elbette çok zor, aşkla yapıldığında bile zor olan bir şeyi aşksız/sevgisiz yapmayı nasıl göze alıyorsunuz anlamıyorum. bu kadar mı etkili toplumsal baskı? bir şeye başlamadan önce 'ben bunu sahiden istiyor muyum?' diye düşünmüyor musunuz? anlaşılan kimse düşünmüyor...

    dündü sanırım, babaların anne gibi olduğundan yakınmıştı bir armut. hakaret etmemeyi başaramayacağım için bir şey yazmadım. çocuğunu parka götürmeyi, altını değiştirmeyi, gece ağladığında uyanmayı yük gören insanlar ebeveyn olmaya gönüllü! 'çocuk yapmayayım' demiyor armut ‘yapayım ama sorumluluğunu almayayım' istiyor. bu ailelerde anne de çocuk sevmeyince ortaya böyle evlatlar çıkıyor işte. gerizekalılığı yetmiyormuş gibi bir de karakter problemi var. yazık.

    insan türünün sonu gelmiş gibi herkes ama herkes 'çocuğum olmalı' endişesine kapılmış. nüfus hızla artıyor zaten, evlenmek ve çocuklar yapmak ve o çocukları huzursuz bir ortamda büyümeye mahkum etmek niye? mağarada yaşayan atalarımızın bile günümüz insanı kadar soy devam ettirme takıntısı yaşadığını sanmıyorum. tek arzu soy değil tabii, kimse itiraf etmez ama annelik/babalık duygusundan mahrum kalmamak için çocuk yapıldığı da başka bir gerçek.

    bu tezimi uygulamaya dökmek gibi bir şansım şimdilik yok ama insanların üzerinden evlilik baskısı kalksa, gerçekten emek vererek çocuk büyütecek kişiler anne baba olsa daha huzurlu bir topluma dönüşeceğimizden eminim. çiftlerin evlenmektense birlikte yaşaması ve birbirlerini iyice tanıyıp emin olduklarında çocuk yapması daha doğru. çevresi geleneksel olmayan insanlar artık böyle yaşıyor zaten. lakin sayıları epey az. toplumun genelinde süreç tersten işliyor; önce evlen, çocuk yap sonra bak anlaşıp anlaşamadığına... gelsin boşanmalar, kavgalar, hatta cinayetler, psikolojisi bozulduğu için gencecik yaşta kararan hayatlar, arada kalan masum çocuklar...
  • eninde sonunda kendiyle yüzleşmek zorunda kalacak insan hareketi. korkunun ecele faydası yok maalesef.
  • boşa kürek çekmektir. ne kadar direnirseniz direnin sadece ertelersiniz. direndikçe süreç uzar ve iki taraf da birbirini daha çok yıpratır.
    direnmek yerine kabullenmek en güzelidir.
hesabın var mı? giriş yap