• bir parca umuttur, yasatan insani. ınsan hayati boyunca bir cok yara alir. psikolojik olarak id, süperego ve ego sürekli gelisir ve degisir. bu lara hükmetmek isterseniz;
    1. yasamak icin bir amac edinin.
    2. baska insa lari mutlu edin.
    3. dogaya cikin.

    bu yasama sevincini bulmak icinse su sözü hatirlayin;
    derdin sen öldügünde seninle mezara girecek mi?
    if dert="evet"
    {
    messagebox.show("aradiginiz cennete ulasilamiyor");
    }
    else
    {
    messagebox.show("welcome the new world");
    }
  • nöronlarımız arasındaki bağlantılar yol gibidir. düşünceler ne kadar o yolu kullanırsa yol da buna paralel olarak genişler ve en sonunda otoyola dönüşür. bu olay hem pozitif hem de negatif düşünceler için geçerlidir.

    ancak, her otoyol yıkılıp yerine yenisi yapılabilir. kimini yıkmak diğerine göre daha zordur ve efor ister.

    düzelemeyeceğini düşünüyorsanız haklısınız, düzelemeyeceksiniz.

    düzeleceğini düşünüyorsanız tebrikler, bir şansınız var.
  • bunu düşünmenizin en büyük nedeni kendinizi herşeyin merkezine koymak ve kendinizi gözünüzde çok fazla büyütmek. emin olun yaşadığınız ve hissettiğiniz şeyleri hisseden çok fazla insan var ve sandığınız kadar özel değilsiniz.benim önereceğim şey o küçük gördüğünüz, bunlardan bu salaklar nasıl mutlu oluyor dediğiniz şeyleri yapın.hayatla ilgili anlam aramayı,varoluşsal problemleri düşünmeye ara verin kardeşim, o salakça gelen ama insana küçük mutluluklar veren şeyleri yapın çünkü emin olun düşündükçe,okudukça bu sefer anlam vereceğim hayata dediğiniz şeyler bir boka yaramayacak sizi daha da meraklandırıp o boktan gerçekliğe hapsedecek. siz bir kere olsun mavi hapı seçin,neyin gerçek olduğunu asla anlayamayacağınız bu dünyada gerçeği bulacağım diye kısacık ömrünüzü tüketmeyin sahte de olsa mutlu bir dünya yaratın kendinize.saçma gelse bile 2. sınıf bir aksiyon-komedi izleyin mesela bırakın size birşeyleri sorgulatıp acı veren “gerçek” konulu kaliteli filmleri.tarihle ilgili ilginç şeyleri anlatan kitaplar,fantastik konulu kitaplar,doğayla ilgili ansiklopediler okuyun,eğer amacınız birşey bulmaksa,zevk almak değilse bırakın o felsefik kitapları elinizden çünkü onlar da bulmadı hayatın anlamını,amaçları aramaktı bulmak değil.kısacası eğer amacınız artık mutlu olmaksa,düşünmekten bıktıysanız küçümsediğiniz topluluğun,sosyal çevrenin yaptığını yapın küçük,saçma şeylerden mutlu olun.
  • alışmak en vahim hastalık ve tüm dünyanın bu hastalığa teslim olması
    düzelmez elbette çünkü alışkanlıklarımızı terk edemiyoruz
  • insanların bazı hastalıkkara kalıtsal yatkınlığı gibi ya da vücudun bağışıklık sisteminin zayıf olması gibi, kimi insan da; daha çok kırılgan olabiliyor. sorunları tetikleyen bazen kayıplar bazan hiçliğin yarattığı nedenler oluyor.
    ama bakıyorsun bir başkası onun/senin/benim yaşadığımız travmaların kat kat fazlasını yaşamış oluyor. ama yine de tutunuyor, direniyor.
    tabiri caizse yıkılsa da kalkıyor.
  • "niye lan, yedek parçasının üretimi mi durmuş?" diye sorgulanması gereken gerçeklik.

    hastasıyım böyle iki yazı okuyup her şeyi çözdüm ben diye dolanan insanların. millet bi tarafta self-medication'ın depresyon ve kaygı üzerindeki olumlu etkisine bakıp, diğer tarafta non-invasive yöntemlerle nörolojik hastalıkların tedavileriyle ilgili her yönden araştırma yapıp çıkan şaşırtıcı sonuçlarla yeni yeni yöntemlerin geniş kitlelere yayılması için uğraşıyor. burdakiler de bozuldu mu yapacak bişi yok, bi kere yedek parçası yok, hep böyle kalacak diye atıp tutuyor.
  • sevgili harry tuttle, yazdıklarınızı okuyor ve kendimden izler buluyorum çoğu zaman. çok değil, bundan 3-4 yıl önceye kadar söylediğiniz birçok şeye katılırdım. şu an yalnızca benzerlik buluyorum kendi yaşadıklarımla. bilmiyorum bu yazdıklarımı okur musunuz? daha önce açmış olduğunuz bir başlık için size mesaj atacaktım; ama mesaj alımını kapattığınız için başlığın altına yazdım. okudunuz mu bilmem. şimdi hiç denemeden başlığın altına yazacağım; çünkü herkesle paylaşmak istediğim bir şeyler var.

    ben psikoloji mezunuyum ve aynı alandan doktoraya devam ediyorum. alanım klinik psikoloji olmadığı için psikoterapi ve psikopatoloji alanında öylece atıp tutamam. bilmeyince çok kolay konuşuyor insan; ama klinik psikolojide uzmanlaşmamış bile olsam yıllardır psikoloji okuduğum için buraya gelip yazanlar kadar rahat konuşamıyorum ne yazık ki.

    öncelikle bozuk psikolojinin ne olduğuna ilişkin bir fikir birliğine varmamız gerekiyor. kişinin psikolojik iyilik halinin bozulmasından, yani kendinden ve yaşamından memnun olmama halinden söz ediyorsanız öyle her "ben memnun değilim" diyene tanı konmadığını, bunun için kişinin söz konusu bozuklukta tanı ölçütlerini karşılaması gerektiğini bilmeniz gerekir. elbette bu tanı koymayı uzmanlar yapar ve gerekirse ilaç ve psikoterapiye başlanır. kişinin sorununun kaynağı bulunur ve buna uygun bir psikoterapi süreci ilerler. gerçi bir kişinin psikoterapi alması için her zaman tanı konacak düzeyde bir bozukluk sergilemesi de gerekmez. kişinin yaşadığı kayıplarla, hastalıklarla ya da yaşam değişimleriyle başa çıkabilmesi için de psikolojik destek alması gerektiği durumlar olabilir ve bu gayet olağandır.

    buraya kadar her şeyi anlatabildiğimi umuyorum.

    şimdi kalkıp "sorun yaşayan bir sen mi varsın da söyleniyorsun?" diye dangalakça bir yorum yapmayacağım; çünkü bunun kadar işlevsiz ve sinir bozucu bir yaklaşım daha görmedim. bende işe yaramıyor en azından; ama bende işe yarayan bir şey var ki o da "inan bana yalnız değilsin. senin gibi hisseden ama söyleme cesaretini bulup da dile getiremeyen bir sürü insan var." cümlesi. bunu şu satırları okuyan herkese söylüyorum. yaşadıklarımızın gerçekten büyük ya da küçük olması bir noktada önemini yitiriyor; çünkü yaşadığımız her şeyi kendi bakış açımızdan değerlendiriyoruz; çünkü onu biz yaşıyoruz ve tüm deneyimlerimiz de öznel. bu nedenle de "bozulan psikolojinin asla düzelmeyeceği" algısı "bizim gerçeğimiz" oluyor (yani hepimizin sorun yaşaması sorunlarımızı önemsiz kılmaz. deneyimlerimiz bize aittir ve değerlidir).

    ama bu noktada bence çoğumuzun yaptığı bir yanlış var. aslında yanlış demek yanlış olur; çünkü psikolojik desteğin devreye girdiği nokta tam da burası oluyor. yaşadığımız her ne varsa, ister büyük bir olay olsun ister küçük, bizi etkiliyor ve bizi -bazen biz istemesek bile- değiştiriyor. "geçmişteki ben"in bir "gelecekte olmayı beklediği ben" vardı. bu "gelecekte olmayı beklediğimiz ben" ile "dönüştüğümüz ben" arasındaki fark çok büyükse ve özellikle de olumsuz deneyimler sonucunda ortaya çıkmışsa buna her zaman uyum sağlayamayabiliyoruz ve bocalıyoruz. sürekli olarak "geçmişteki ben"i düşünüyoruz ve öyle olamadığımız için acı çekiyoruz. dönüşümü beklentimizin ve dahası denetimimizin dışında yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız için kabullenemiyoruz. aslında uyum sağlayamıyoruz da diyebiliriz.

    değişim kaçınılmaz olsa bile bazı zamanlar istenir olmuyor; çünkü değişim hiçbir zaman kolay değil. böyle bir dönüşümü özellikle olumsuz yaşam olayları sonucunda, denetimimiz dışında yaşamışsak da insanın kendisini tanıyamadığı zamanlar bile oluyor; çünkü beklentilerimizin dışında bir ben ile kalakalınca yaşamımız alt üst oluyor. yaptığımız planlar bozuluyor. hayalkırıklığı yaşıyor ve öfke duyuyoruz. bende oldu. örnek vermeyeceğim; çünkü burada önemli olan, ne yaşadığım değil. herkes gibi -kiminizden fazla, bazılarınızdan az- bir şeyler yaşadım ve başa çıkmakta fazlasıyla zorlandım. "tüm bunlar neden benim başıma geldi?" diye sorgularken bir arkadaşım "rastlantı işte; benim başıma da gelebilirdi." demişti. zaman makinesi için yalvardığım, yaşadığım duygusal ve düşünsel değişimlere inanamadığım günler oldu. eskisi gibi olmak için ağladığım geceler oldu. yaşadığım değişimi kabullenemiyordum. temelde bendim ama, bir şeyler hiç geri gelmemek üzere gitmişti sanki. sonra yenileri geldi. sonra bir şeyler daha gitti. ardından başkaları geldi. bir şeyler biçim değiştirdi. ben dönüştüm. çok sancılı bir süreçti. değişime ayak uydurmak hiçbir zaman kolay değil; çünkü insan hiçbir zaman hazır olmuyor aslında. güçlü ve dirençli olabiliyor ama. dönüşümü kaldırabilecek kadar güçlü ve dirençli olunca yaşadığın gerçek de değişiyor. uyum sağlamaya başlıyorsun.

    düzelmek derken eskisi gibi olmayı kast ediyorsanız haklısınız. hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. hiçbir şey eskisi gibi olamaz ki. bir şeylerin eskisi gibi kalması demek, yaşadıklarımızdan hiçbir şey öğrenmememiz demek. doldurulmuş bir hayvandan ne farkımız kalır ki öyle olsak? her gün aynı; ama yaşamıyor. oysa o bile zamana direnemiyor aslında. değişiyor. ben böyle düşünüyorum ve hissediyorum. haddim olmasa bile paylaşmayı istedim. sağlıcakla.

    ekleme: anlatım bozukluğu giderildi.
  • zaman herseyin ilacidir. aci insani guclendirir ama sertlestirir ve ruhunu yaslandirir. yasli bir ruh yasli bir insan gibi ufak seylerle bir cocugun mutlu oldugu gibi mutlu olamaz
  • olmayan gerçeklik, düzelir gençler sıkıntı yaratmayın kendinize. *
  • birkaç kez hissettiğim durum. ama tahmini spoiler vereyim: tünelin ucu nereye istersen oraya çıkıyor.

    çalışıyorsun, çabalıyorsun, pozitif enerjiyle yüklenmeye çalışıyorsun, içine ekilmiş tüm acılarla zorlu mücadeleler veriyorsun, mutlu olmanın yollarını buluyorsun, huzurlu olmanın yöntemlerini keşfediyorsun, devasa kepçelerle üzerine atılmış tonlarca çirkeften kurtulmak için gün gün, adım adım, tırnaklarınla kazıyarak boğulmalardan dönmek için uğraşıyorsun, gözlerini yüzünü kalbini ışıklandırmak için elinden geleni yapıyorsun, unutmayı sağlamak için akla hayale gelmedik hesap kitaplardan geçiyorsun... sonra bir gün öyle şeyler oluyor ki tüm çabalarınla dalga geçilmişcesine yine çamurun içine atılıyorsun. yine pes etmiyorsun, aklını uyandırıp atağa kaldırıyorsun, hiç uyutmuyorsun, canlılıkla bataktan çıkmaya çalışıyorsun... sonra yine birileri/ bir şeyler geliyor oluyor bitiyor; sanki tekrar en başa dönüyorsun.

    “acaba iyileştim derken kendimi mi kandırıyorum?” diye sormaya başlıyorsun.

    “acaba hiçbir zaman gerçekten iyi olmayı, kendiliğinden iyi olmayı başaramayacak mıyım?” diyorsun.

    “yoksa ben hep çok savaşıp az mı kazanacağım; onları da hemen kaybedip hep zararda mı olacağım?” diyorsun.

    “hayat akıp giderken ben akmamaya, durmaya mahkum mu kalacağım yoksa?” diye merak etmeye başlıyorsun.

    ——

    halbuki herkesin savaşı var. ama herkesin savaşı farklı. güllük gülistanlık görünenlerin gülüşleri ile senin üzüntülerinin bir alakası yok. psikolojik olarak iyi olma konusu, sosyal bir yarış değil; kendinle bir yarış. panikle, stresle, sürekli baskıcı bir içgözlemle sağlanacak bir başarı da değil.

    etrafımdaki herkesin psikolojik sorunlarını fark edip teşhis edebilecek kadar iyiydim. iyi olanı zehirlemek isteyen hastaların saldırısından kendimi uzun süre kurtaramayıp komada “yaşadım”. birçok mutsuz gibi, kendini komadan kurtarma mucizesi gösterdim; bu konuda ara ara birkaç yardımcı/ yol gösterici eli de tuttum. bu ellerden çoğu verdiğini başa kakanlara dönüşüp tuttuğu eli uçurumda bırakanlar olsalar da, ben artık zirveye yaklaşmanın tadını aldığımdan, güç üretimimi arttırmaya devam edip tek başıma ilerledim.

    şimdi yine
    dün yine
    geçen ay yine
    geçen yaz yine
    yarın yine
    düzelmeyecek gibi görünen bozulmaya batırılıyorum. o bir black hole, bir kara delik. beni, seni, bizi çok seviyor. bizi “sevgi”siyle öldüren düşmanlarımızdan kaçarız. bu durumda yapılacak şey de ortada.

    doctor who‘nun, zamanın neresine giderse gitsin her defasında belanın içine düşmesi çok mu zorlama senaryolardı? kendi halimizi düşününce hiç de öyle görünmüyor. kendi zamanımızın lordluğunu oynamayı sürdürmedikçe gelecek seyahatleri ya da tatlarını kaçıracağımız açık olduğuna göre; ortada, “kurtulunamayan bozukluk” değil de “süreklilik kazanması gereken iyileşme/ yola devam etme enerjisi” söz konusu.
hesabın var mı? giriş yap