• bu şehri seven şunları da sever:

    (bkz: cluj)
    (bkz: sighisoara)
    (bkz: sibiu)
  • romanya'nın güzel denebilecek birkaç yerinden biri. minik minik evleri, arnavut kaldırımlı yollarıyla kendine has bi karakteri var. aman dikkat ağırdan alıp kara kiliseyi akşamüstüne bırakmayın, zira 15:30 da kapanıyor.
  • eski adıyla steagul rosu yeni adıyla fc brasov adında bir futbol takımı olan romanya'da bir şehir.
  • brasovda trenden indiğinizde sağ tarafta bir avm var oranın en üs katındaki mekanı şiddetle tavsiye ederim. romanyanın en güzel hatunları bu mekanda çalışıyor zannımca.
  • bu sehirdeki rolling stone hostel backpackerlar icin cok uygun bir yerdir. isletmesi gayet amator, nakit param yok cekeyim de oyle vereyim dediginiz zaman "cekene kadar lazim olur" diye borc para verecek kadar insancil kisiler. kisiler dedim ama genelde bir kisi bakiyor buraya, non-stop 3 gunluk vardiyalarla calisiyorlar! hostel diger turistlerle kaynasmak icin de ideal zira yataklar odalara istif edilmis durumda, nerdeyse kucak kucaga yatiyorsunuz.

    teleferikle (cable car) cikabileginiz dagda "hollywood" ozentisi harflerle sehrin isminin yazildigi yerden sehri tepeden gorebilir(mis)siniz. manzara hos diyorlar, zira biz mal oldugumuzdan ve ortalikta hic bir isaret olmadigindan bu yeri bulamayip dogru durust bi bok goremeden aynen geri indik. manzara iste ne ozelligi olabilir ki? *

    sehir kucuk ama atmosferi hos, yazin acik havada oturulacak guzel yerler var. fiyatlar uygun genelde. yemekler de guzel.
  • romanya'da bir sehir. poiana adli kayak merkezi ile unludur.
  • karpat dağlarında, çevresinde bir çok kayak merkezi olan küçük dağ şehri. kara kilisesi görmeğe değerdir.
  • nispeten soğuk olmakla beraber uzak yakın ara romanya'da en güzel yemekleri yediğim şehir.
  • ilk bakışta fena gözükmese de bazı konularda çok büyük eksikliklerden dolayı garip anlar yaşatabilecek fantastik romen şehri.

    en başta buraya yolunuz düşerse yapabileceğiniz birkaç şey var:

    biserica neagra (kara kilise)'ye gitmek. hayatımda çektiğim en iyi fotoğraflardan biri olduğuna inandığım fotoğraf sightseeing sırasında salak gibi eldivensiz çıktığımdan dolayı hissetmediğim ellerimle çektiğim kara kilise fotoğrafıdır.

    • yine bir sightseeing otobüsü vasıtasıyla karpat dağlarına çıkmak, yamulmuyorsam hava -6 dereceyken bir yerde durmuştuk (hala eldivensizim) ve bu şekilde uzun bir süre şehri izlemiştim. çok fantastik bir deneyim, bir ara ellerimin üşüdüğünü hissetmiyordum. (gerçi soğuk yüzünden hiç bir şeyi hissetmiyordum)

    • herhangi bir ulaşım aracıyla (tren tercih edilir) bran kalesi'ne gitmek, dracula'nın şatosunu görmek. öncelikle söyleyelim, burası dracula'nın şatosu değil. iii.vlad'ın kaldığı gerçek şato dağların çok tepesinde olduğundan ulaşılamamakla birlikte bu kadar uzun zaman içerisinde lokasyonundan dolayı restore edilmemiştir ve bu yüzden antik kent tadındadır. göreceğiniz şato yamulmuyorsam kendisinin yazlık olarak kullandığı bir şato olup düzenli olarak restore edilmektedir. hediyelik eşya olarak oradan kafası açılan bir dracula kupası almıştım, gerçekten güzeller.

    mcdonald's da ilginç bir seçim tabii.

    bunlar dışında tabi ki yapacak fantastik şeyler vardır ama ya aklıma gelmiyordur, ya da sadece sizin zevk aldığınız bir şeydir çünkü 1 hafta kaldığım bu soğuk, ıssız şehirde yapacak başka pek bir şey yok.

    öncelikle, şehrimize ulaşımda şaka gibi olaylar gerçekleşebiliyor. bizi bükreş'te havaalanından alan arkadaşın arabasına bindiğimizde saat yamulmuyorsam 11di. oraya varmamız 6 gibi gerçekleşti (18.00) ve daha kötüsü bu yolda dağların etrafından geçtik ve bir süre toprak yolda bulunduk. evet, romanya'nın başkentinden romanya'nın büyük şehirlerinden birine, hem de en turistiğine toprak yol var. şöyledir böyledir derken yolda brasov'a gelmeden hemen önce bir carrefour gördük ve küçük çaplı bir sevinç yaşadık. * içeri girince bulduğumuz biskrem, lipton ice tea ve tabi ki bir ekşisözlük klasiği * * * nutella bulunca sevincimiz daha da arttı, grupça keyfimiz yerine geldi. şimdi, size bir soru. bir insan bu kadar keyiflenince onları bir anda sinir krizine girmeye ne itebilir? tabi ki kimsenin romanya'nın para biriminden haberi olmayışı! elimizde eurolar, kasiyerin bozuk ingilizcesiyle ağzından çıkan "no euro, just lei" kelimeleriyle yıkıldık. bize proje tarafından verilen bütçe ile *peynir ekmek alıp çıktık. * *

    gittiğimiz pansiyon tarzı yerin adı peninsuela gallery'di yamulmuyorsam, güzel bir yer, sevdik yani. bir lambalarını kırmış olmamıza rağmen o bizi hiç kırmadı, cornflakes falan yedik kahvaltılarda, ve kanal d izledik. evet, kanal d var elin romanyasında. türk dizileri rumence altyazıyla (asi ve yaprak dökümü izlemişliğim var) izleyerek, haberlerden (ştiri imiş rumencesi) tek tük rumence öğrenerek geçirdik işte.

    not: zamanı da nasıl belirtirim diye düşünüyordum, hatırladım. arda turan sahada kalpten bir şeyler geçirmişti, arkadaşlardan biri arda'nın kuzeniydi de oradan aklımda kalmış. hah o zaman.

    her neyse, benim asıl aklımda kalan gittiğimiz zamanki seçimlerdi. ilk aklımda kalan yolda gördüğüm (brasov'da değil) afişlerdeki sarı lacivert partinin belediye başkan adayı jay leno'ydu. tabi ki adamın adı jay leno değildi ama bülent ersoy-sfenks derecesinde benziyorlar birbirlerine. sonra 3 yaşında ailesine küsen çocuk pozu veren turuncu partili eleman ve dört kişi birleşip bir seçime giren garip koalisyon kaldı aklımda.

    son olarak yemeklere değinmek istiyorum, gittiğimiz restoran dışında yemek yiyecek pek bir yer bulamayan kerizler olarak 5 gün içerisinde 6 kere big mac ya da mcchicken yiyerek supersize me belgeselindeki denemeyi yine küçük çaplı bir şekilde denemiş bulunmaktayız. sonuç? bir yıl boyunca görülen her mcdonald's restoranının önünde boğazınıza midenizden garip bir maddenin gelmesi. onun dışında biz gittiğimizde açılmakta olan pizza roma diye bir yer var diye hatırlıyorum.

    kısacası, gitmeniz gerekiyorsa yapmanız gereken bunlar; fakat backpacking ya da havaalanından ilk kalkan uçağa binme fantezisi nedeniyle gelmeyi planlıyorsanız yapmayın etmeyin, hiç bir şey yok üstüne bir de soğuk.
  • adı türkçe kökenli, romanya'nın saksonyası. (bkz: barasu)(bkz: beyaz su)
    küçük almanya. (bkz: terra saxonum de barasu)
    nam-ı diğer kronstadt, prenslik şehri.

    bazı sabahlar, bazı şehirlerle uyanırım efendim. hasretlik çekerken istanbul, vuslatta beyrut diye uyandığım vakidir. işte bir sabah dudaklarımdan dökülüverdi, tutamadım üstadım. braşov. nicedir zihnime yer eden hikayeleri tatlı bir muamma teşkil ederdi kendisi. tası tarağı teptim çantaya, vira bismillah revan olduk yollara ne ala.

    sırtını karpatlara yaslanmış, yeşillikler arasında, tarihi, ve bilinenin aksine tam bir alman şehri braşov. 14-15. yüzyıldan kalma, dar sokaklarıyla ortaçağın kasvetine sürükleyebiliyor sizi ansızın. "hault" diye sizi durdurabilecek bir cermen muhafızından koşe bucak kaçar gibi geziliyor şehir. bolca yürümeli.

    şehri korumaları için 12. yüzyılda macar kralları tarafından yerleştirilen almanlar, çavuşesku zamanına değin kalmış buralarda. şehirde görebileceğiniz muhteşem sivil mimari örneklerinin hepsi bu insanların icraatı. biserica neagra dahil. öyle ki, tatlı ve bilmiş ev sahibeme göre, uzunca bir süre, surlarla çevrili şehrin iki kapısından içeri girmek isteyen rumenlerden geçiş ücreti alınmış. komünist dönemde de kovalanmış buradan alman azınlık.

    parantez açıp kara kiliseden de dem vurulmalı üstadım.
    dışarıdan belli belirsiz bir org sesi davet ediyor içeri. kapısından girince, insanın ruhunu aydınlatan, yüzünde gevşek bir tebessümün oluşmasına neden olan bir org sesi. gözleriniz sesin nereden geldiğini araya dursun, bir rehber ilişiyor yanıma. utanmadan soruyorum
    "nerede bu meşhur orgunuz?"
    gözleriyle bana kilisenin galerisini işaret ediyor. ikinci kat hep org. gözünüzde canlanmadı değil mi a dostlar. valla ben de betimleyemeyeceğim. gidiniz görünüz. mıhteşem.
hesabın var mı? giriş yap