• belcika'da bir sehir.
    sehre bir bilgisayar oyununun intro'sundaymis hissiyle girdim.
    onumde bir kopru acildi, sisler dagildi ve brugges gozuktu.
    sokaklari pancake kokan sehrin kaldirimlari dar. sehrin icine islemis su kanallarinda sehrin yansimasiyle bir sehir daha yasiyor sehrin icinde. birbirlerini taklit eden iki sehrin hangisinin gercek burgges oldugunu anlamak zor.
    gece 9 ve issiz, insansiz sokaklar. pastadan yapilmis masal evlerinin kapilarini kapayan sovalyeler uyumak uzereler. brugges sokaklari simdi cok sessiz. sadece bir tren sesi. ve trene kosan son sovalyenin zirh gicirtisi.
  • oyle boyle degil, harbiden guzel bir sehirdir.
    18 yaslarinda interrail yaparken burada sokakta bir bankta butun ogleden sonra cantama sarilip uyudugum ve gecen bisikletli bir amcanin ziliyle uyandigim gun hayatimdaki en guzel gunlerden biriydi.
  • dorduncu kez gezmeme ragmen hala sikilmadigim sehir. burasi ile ilgili olarak yapılmış en aptalca dalgınlık sinifina girebilecek turden bir anim da vardir efendim.

    buraya ikinci gittigim zaman; yanimda kiz kardesim ve o zamanki sevgili de vardi. neyse sehir iyice gezildikten sonra karnimiz acikti; turistik falan demedik bu ana meydandaki "grand cafe belfort" denen; sahibi muhtemelen pustun teki olan cafenin bahcesine oturduk. fix menu fiyatlarinda 15 eur falan yaziyor olmasina ragmen ne hikmetse biz kisi basi 30 eur bayildik (kisi basi dediysem ben odedim lan tabii hepsini. kardese ve sevgiliye hesap odetecek degiliz).

    neyse aradan 1.5 sene falan gecti; bu sefer anne ve babayi brugge'e goturdum gezmeye. yine sehri guzelce gezdik; aksamustu olmaya basladi. dedim ki "peder bey; buradaki cafeler tam turist tuzagi; gelin su arka sokaga girelim bunlara oturmayalim. orada guzel bir yer buluruz". neyse daldik arka sokagin birine yuruduk biraz; ama tam hangi yonde yurudugumuze de dikkat etmiyorum. boyle menulere falan bakarken; "aa burasi guzelmis" diyip oturttum bir yere. cafenin bahcesine oturduk yine. neyse yemek siparisini falan verdik; sonra iceri tuvalete gideyim dedim ben. iceri girmem ile saglam bir deja vu yasadim. 1.5 sene once sove sove ciktigim cafenin icindeydim. megersem o cafenin hem ondeki ana meydana bakan masalari; hem de arkadaki dar sokaga bakan bahcesi varmis. brugge'deki o kadar cafe/restaunratin icinde, sen git tek sakindigin, uzak durmaya calistigin yere otur, iyi mi? neyse amca yine bize kisi basi 30ar eur gecirdi (tabii ana-babaya da hesap odetmedim lan; ben odedim. zaten saf benim salakligim; kime ne diyim). en azindan brugge'de enflasyon yokmus ama bunu ogrenmis oldum.

    neyse bu dorduncu brugge seferimde; artik oturmadim oraya. yanimdaki arkadasim yazsana bunu sozluge diyince yazivereyim dedim.

    neyse efendim; guzel sehir falan filan cok analiz edemeyecegim. benim bu sehre ilk gittigim zaman, ki 2009 nisan'a tekabul ediyor, yapmis oldugum bir yorum vardi: sehri sanki 14. yuzyilda yapmislar bir daha hic dokunmamislar. hala oyle dusunuyorum. bot turunu kesinlikle yapin bir de. bu kadar iste oyle.
  • fidele isimli labrador cinsi köpek, brugge'un en ünlü sakini olarak bilinirdi. çünkü gün boyu kanala bakan yeşil penceresinden dışarıyı izlerken farkında olmadan dışardakilere de görüp görebilecekleri en cennetsi sahneyi sunuyordu, dolayısıyla brugge ile ilgili her tanıtımda ona da yer veriliyordu. hatta aynı haliyle in bruges'da bir sahnede bile görünmüştü.

    ben geçen sene brugge'u ziyaret ettiğimde bu köpekle tanışmayı kafaya koymuştum. kanal gezintisi sırasında zaten biz turistlere penceresinin yerini işaret edeceklerini biliyordum. ama şansımıza, biz geçtiğimiz sırada fidele penceresinde değildi. ben de brugge'da yapılacak diğer her şeyi tamamladıktan sonra ayrılma vaktine kadar o pencerenin karşısında oturup belki çıkar diye onu beklemek istedim, hem bu kadar güzel bir şehirde hiçbir şey yapmadan boş boş oturmak turistlik hissini öldürüp farklı ve tatlı bir zevk verecekti. sahiden de öyle oldu. eşim de bu programa teslim olmuştu, boş boş oturuyorduk, keyfimiz yerindeydi, penceredeyse en ufak bir kıpırtı yoktu. artık pek umudumuzun kalmadığı bir sırada arkamda ağır ağır yürüyen sarı bir köpek fark ettim. hemen dikkatimi ona çevirdim. çok tatlı bir amcayla gezmeye çıkmışlardı. karşıdaki pencereyi gösterip o köpek mi diye sordum. amca evinin karşısına kamp kurduğum için bana sapık muamelesi yapmak yerine gülümseyerek onayladı. biraz sohbet ettik, fidele yaşlıydı, istanbul'da beni bekleyen ve yine bir retriever olan köpeğimin ondan bir yaş daha büyük olduğunu müjdeledim amcaya. tabii müjde formatında söylemedim bunu, ama yaşlı bir köpek sahibi olarak yüzündeki memnuniyeti gayet iyi anlıyordum. sonra amca köpeğiyle flemenkçe bir şeyler konuştu, şefkat dolu tavrıyla köpeğini cesaretlendirmeye çalışarak tasmasını bana verdi. bunun üzerine ihtiyar fideli bir süre ben gezdirdim. onu sevdim sevdim sevdim, kulakları ve yanakları dolup taştı elime. o da beni kokladı ve onayladı. sahiden iyi kokuyordum ve kulübe kabul edilmiştim. tatmin olmuş bir şekilde sahibine teslim ettim onu ve vedalaştık.

    birkaç dakika sonra kanalın karşısından yüksek bir gıcırtı duyuldu ve yeşil pencere açıldı. fidele büyük bir keyifle yerine kuruldu. arkasından da dünya tatlısı bir kadın çıktı. eşi fidele'i seven birileri olduğundan bahsetmiş, o da selam vermek istemiş. birbirimize el salladık, kadın fidele'in kulaklarını tutup bir de onları salladı bize komik komik. utanması olmayan köpek sahiplerine özgü konuşmasıyla o da konuştu oğluyla. mutluluktan uyuyakalacaktım nerdeyse.

    işte bu sarı dostum fidele'i 27 ocak'ta 12buçuk yaşında kaybetmişiz. bu haber oturdu içime, ailesini düşünüp üzülmeden edemedim. ama bir gün lambamdan cin çıksa yeryüzündeki her köpeğin sahiplenilmesini ve de onun kadar sevilmesini dilerim. bilincime bu kadar huzurlu bir köşe kazandırdığı için de bu emektar köpeğe teşekkür ederim. iyi uykular minnoşum.
  • belçikanın flaman bölgesinde yer alan bir şehirdir.tertemiz sokakları, muhteşem tarihi yapıları ile görülmeye değer bir yer olmakla birlikte insanı biraz yabanidir.şehir meydanında yer alan faytonlarla bir gezi yapıldığında fayton sürücüsü şehrin binaları hakkında bilgi vermektedir.

    bu vesileyle oralarda başımdan geçen ilginç bir anıyı da nakledeyim.bu demin belirttiğim faytonlar bir yerde mola veriyorlar, sizi de salıyorlar bayıra, çayıra dolaşın diye.orada büyük avlulu bir bina var.ben sordum nedir burası diye "masörler evi" dediler.oh dedim kardeşim gider acık ovdururum kendimi şööle mis gibi deyip daldım içeri ve fakat bir allahın kulu yok içeride e dedim nerede bu masörler?ibadette dediler.ulan dedim ne dindar masör bunlar falan derken efendim uzatmayayım meğer masör rahibe demekmiş.allahtan kafadan dalmadık evin tekine ov bakayım beni diye....aman aman...
  • çıktığı yıl in bruges filmini izleyip allahim dünyada neler var diyip büyülenmekten büyülenme beğendiğim şehir, kim bilirdi ki hayatımın son 2 senesini her gün işim dolayısıyla burada geçireceğimi.. candan bir parçadır, gerçek olamayacak kadar, paylaşmayı kıskanacağım kadar güzeldir..
  • saklayacak degilim, 'in bruges'un gaziyla gittim ben brugge'a. dehset guzel biryer. kucuk avrupa yerlesimlerinin tekduzeliginin yaninda, acayip bir albenisi var. bir de otel bulmusuz ki, tam nehrin yaninda, 'in brugge'daki catisma sahnesinde bota atladiklari yere bakiyor. keyfime diyecek yok. sokaklarda geziyorum, deli gibi etrafima bakiniyorum...

    sonra o 366 basamakli kuleye tirmandim. yarim saatte. manzara muazzam, ama degdi be, manzaraya bak dedigimi hatirlamiyorum. olmemekle mesguldum.

    sonra o meydandaki restoranlardan birine oturduk, birayla midye soyledik. su noktada aciklamak lazim, brugge'da oyle bi turist var, oyle bi turist var ki, mekanlari bile turistler isletiyor deseler sasirmaz insan. boyle olunca da yerliler turistleri cok fena kopeklemeye baslamis. sevmiyor adamlar, evleri panayira donmus. iste o restoranda wireless internet sifresi isteyince beni azarlayan garsona kizip kalktik. gittik karsidakine oturduk. bidaha wireless sifresi sormadik.

    sonra internette araya araya, orijinal bi pub buldum, yerin altinda mahsen gibi bir yerde. o dehset meyveli belcika biralarindan icerek cok guzel vakit gecirdik o yer alti pubinda. olaganustu bir atmosfer vardi. zaten brugge dedigin atmosfer iste.

    sonra 'in brugge'da cuceyle colin farrell'in gittigi pub'i bulmaya calistim. sehrin biraz kosesinde gosteriyordu adres, ama gps'in beni goturdugu yer kus ucmaz kervan gecmez ara sokaklardi. hatta bir ara baya tirstigimi hatirliyorum, iki kisinin yan yana zor gececegi, binalarin arasinda bir gecit. isiklandirmislar bir de. ordan gec, arkasindaki caddenin uzerinde diyor pub. be kardesim, ana caddeleri kaybeder bulamazsin, nasil gosterdin bu ufacik geciti? baya da uzun ha, en az yuz metre. tirsa tirsa gitmistim. sonra da o pub'i bulamadim. ama otele donerken yolda panayira denk geldim, gecenin birinde once o soslu patateslerden, sonra sosislerden, sonra da cikolataya batirilmis birseyler yedim. cikolataya batirilmis seyin ne oldugunu o zaman da bilmiyordum, simdi unutmus degilim yani.

    sonra brugge'un aslinda bir mimar tarafindan tamamen tasarlanip insa ettirildigini, o yuzden bu kadar biblo gibi durdugunu ogrendim, biraz uzuldum.

    sonra 'in brugge'u hatirladim, yine gaza geldim. fucking bruges!

    kaldığımız otel: duc de bourgogne (kanal kıyısında, çok güzel küçük bir otel)
    en sevdiğimiz bar: druid's cellar http://www.thedruidscellar.eu/
  • avrupanın en güzel şehirlerinden,ufak ama gidilesi yer.fakat 2-3 günden fazlası insanı sıkmaktadır.tam bir ortaçağ şehridir.muhteşem kanalları ve yeşilliği görülmeye değer.gidildiğinde turizm infodan 1 euroya broşur kesinlikle alınmalıdır.michelangelonun ünlü doni madonna heykeli burada bir kilisenin içindedir.her tarafta çukulata ve dantelsatılır.ayrıca çok güzel beyaz şarapta midye yapılır.diamond museumun karşısındaki fast foodda şimdiye kadar yediğim en lezzetli şey olan,mexican burger yapılır.
  • gecenin bi saati yakın arkadaşlarla çok boş dar tenha sokaklarda dolaşmak ürkütücü. çok sessiz. kedi bile yok.
    sonra bir pencereye yanaşmak içeriyi sapık gibi izlemek de enteresan. adamın dolabı açışı sütü çıkarışı bardağa koyarken gözgöze gelmeniz ve sizin adamdan daha çok korkmanız falan çok enteresan şeyler. herkes denemeli. bütün türkler o ufak şehre gidip evleri dikizlemeli. huzur muzur bırakmayalım tonton brüjlülere.
  • arabayla gidiyorsaniz e34 otobanina kaptirip bir yere ayrilmadan kendinizi brugge'de buluyorsunuz. almanya'dan trenle geliyorsaniz da bruksel'den gent'ten falan gecip o mutevazi tren istasyonuna iniyorsunuz. hizli tren'leri gayet geni$ koltuklara sahip, modern araclar. kisa mesafe trenler ise epey nostaljik, daha yava$ gidiyorlar ama tatlilar. ozellikle icinden gececeginiz onlarca belcika kasabasi icin guzel etrafa bakma olanagi sagliyor.

    neyse, brugge'e geldik. istasyondan bi tur rehber kitapcigi almakta fayda var, $ehirde gorulecek kayda deger yerlerin sayisi epey fazla cunku. di$ari cikalim, paso taksiler otobusler geliyor gidiyor karinca gibi. $ehrin hareketliligi yuksek, bayagi bir turistik $ehir cunku. taksiyle merkeze gitmeye gerek yok, istasyondan kar$iya yuruyerek gecip kanalin yanindan 5-10 dakika yuruyerek $ehre giriyorsunuz.

    yuzlerce binanin arasinda tek bir tane bile modern olani bulunmamasi, ta$ sokaklar, onlarca minik kopru, arkasinda melih gokcek tarzi degil gercek sanatcilarin durdugu belli olan $ehir aydinlatmalari, at arabalari, her yerden size tepeden bakan uc adet dev kule ki -kendileri yuzuklerin efendisi'ndekileri andiriyor- tarihi el yapimi oyuncakcilari, cikolatacilari, 100 ce$it birayi degi$ik sogukluklarda satan meraklisina publari (ki frp tavernleri goruntusundeler) anlatacak o kadar cok $ey var ki brugge hakkinda..

    efendim brugge flamanca "kopruler" demek. bu isim abartili degil her taraf kopru harbiden.. $ehrin etrafini saran yolun di$inda modern bolgeler, sanayi tesisleri ba$liyor.. ancak oralarda dahi bir estetik var. yine o yolun etrafinda yilin en kalabalik zamani olan noel'de dahi son derece ucuz ve kaliteli otellerde bo$ yer bulmak mumkun. bir ara denk gelince favori otelimizin ismini yazacagim, lokantasinda da harika belcika yemekleri ve biralarini uygun fiyatlara servis ediyorlar.

    $ehir 1500 yilin yikimlarindan $ans eseri hep sag ciktigindan, doneminde de buyuk zenginle$me ya$adigindan kultur-sanat alaninda da pek uretkenmi$. muzelerde dikkate deger pek cok mevzu var, ozellike 1100 yilindan kalma hastaneyi ve muzesini, eczanesini cok tuttum. ameliyat aletleri, bunlari resmeden tarihi tablolar.. ozellikle eczanenin ah$ap dolaplari ve koca koca $i$eleri arasinda kendimi morrowind oynar gibi hissettim.

    bruges zot $ehrin yeni ve oldukca kaliteli biralarindan biri, onerilir.. belcika birasi ve belcika cikolatasi icin sayisiz dukkan var etrafta.. in bruges filminde onunde oturduklari turkuaz rengi eyck heykelinin onunde oturup kanala bakmak da guzel bir hatira olur. can kulesinden gorunen brugge goruntusu ise kanimca biraz abartiliyor, eyfel kulesi'nden gorunenle mukayese etmeye kalkiyorlar bro$urlerde falan utanmadan.

    sozun ozu, kalabalik donemlerde rezervasyonsuz giderseniz taksicilerin onun bunun onlarca insanin "asla otel bulamazsiniz!" "everywhere is full! try another city tonight!" gazlarina gelmeyin. cumartesi gecesi ve tamamen rezervasyonsuz olarak $ehre gelip uc ayri kalitede uc otel buldugumu belirtmek isterim.

    denk gelirse bisiklet kirlamak anlamli olabilir.. ba$ka.. tren istasyonuna giden yollarin birinde harika bir sandvicci var, sandwicherei.. bizim bufeler, fast food tarzi degil. olayi ciddiye aliyorlar. hayatimin en kayda deger hamburger'lerinden birini orada yedim herhalde. mekani i$leten, vir vir konu$up elleriyle burger yapan tatli otesi hafif tosun belcikali'li kiza da buradan selam ediyorum.

    terkederken huzunlendiren, insana brugge'e yerle$me konusunda ciddi planlar yaptirabilen buyulu bir yer.. noel doneminde i$il i$il caddeleri, sagda solda $arki soyleyen korolari di$inda sakinken, bo$ken de gelip yurumek yurumek ve yurumek lazim.
hesabın var mı? giriş yap