• hocam depremden sonra o kadar ölüyü kim yıkayacak? 162 az bile.

    edit: yeşillendirerek beni yıkamaya gönüllü olduğunu bildiren imam hatip çalışanı yazara teşekkürler. benim iş halloldu şimdi siz düşünün ekşiciler. swh
  • bilime önem vermeyen milletler er ya da geç bedelini öder. tarih boyunca böyle olmuştur, olacaktır.
  • yobazlara zor gelen gerçekler. fıtrat kader kısmet dese gideri vardı, şimdi bu şekilde kabul edilemez bir açıklama
  • başıma bir şey gelmeyecekse haklı bulduğum yorumdur.

    dünya adına mis gibi doğal seçilim.
  • hoca biraz boşa boğaz patlatıyor..

    bu milletin çoğunluğu her şeyin ilahi bir karar olduğunu düşünüyor. depremin sebebi artan fuhuş ve zulüm, depremden koruyanlar dualar evliyalar ermişler, depremde ölse deprem şehidi cennete gidecek; sakat kalsa, malını, mülkünü, yakınlarını vs. kaybetse bu da onun imtihanı, karşılığında yine cennet var.

    her işi dine ve ahirete bağlayan bir millete bilimin önemini anlatamazsın!..

    başına geldiğinde de anlamaz, sen müstahak dersin, o rabbim imanımı test etti der. neden rabbinin hep cahil, geri kalmış ve aslında kendine inanmış kullarını test ettiğini düşünmez. mesela neden yaratıcı isveçlileri veya almanları ortadoğuyu test ettiği gibi test etmez, bunu hiç düşünmek istemez.

    düşünmeyen bir millet için de bilimin yapabileceği bir şey yoktur.
  • meali:
    (bkz: kendi düşen ağlamaz)
  • "hayali kişiliklerle, akıl dışı ümitlerle yaşarsanız gerçek gelir basar tokadı" sözüyle de ne kadar doğru söylediğini kanıtlamıştır.

    bizi hayali şeyler değil, doğa bilimleri kurtarır.
  • düşündürücü bir söz..

    hadi biraz fikir yoralım öyleyse;

    fildişi kulelerinde oturup sürekli çalışan büyücülerle ilgili çok fazla fantastik hikaye var bildiğim.. aslında bu fantastik hikayelerin kaynağı olan kadim öyküler, masallar, efsaneler ve destanlarda bu güçlü büyücüleri tek bir basmakalıp karikatürize karakter olarak görürüz:

    kendi sanatında yükselmiş, bilimsel çalışma, deney ve uygulamalarda kendini yetiştirmiş biridir bu karakter.. çok çalışmıştır, çok okumuştur, kendi alanında çok ve oldukça sancılı tecrübeler biriktirmiştir.. ve pek tabii, hayata dair hemen her konuda, aşağıdaki şehir meydanında dolaşmakta olan kalabalığın toplamından bile daha fazla fikir ve bilgi sahibidir..

    o yüzden kulesinden pek inmez.. çalışmalarında derinleşir.. fakat ilginçtir, çalışmalarda derinleştikçe bu büyücüler genellikle karanlık tarafa saparlar.. kötücül varlıklara dönüşürler.. saf bilgi, esas itibarıyla tamamen tarafsız/nötr gibi görünen bir nesne olsa da, zihin dünyası içinde sebep olduğu reaksiyonlar kontrol altına alınmazsa insanı karanlık tarafa çekiyor.. bilim yolunda ilerleyen tüm zamane büyücüleri (akademisyenler) için sıkı bir özkontrol disiplini şart.. bu da sanırım aileden ve içinde bulunduğumuz çevreden alacağımız disiplinle olabiliyor ancak.. bu tedbire ciddiyetle eğilmedikçe, kendi dizginlerimizi sıkmayı öğrenmedikçe fildişi kulelerimiz içinde karanlık tarafın bir hizmetkarı olmaktan kurtulmamız mümkün değil..

    dücane cündioğlu, doğru olanla iyi olanın arasındaki bağıntıyı çok fazla tekrar eder konuşmalarında.. celal hoca'nın bu demecini okuduktan sonra aklıma bu dilemma geliverdi..

    doğru olan iyi değildir her zaman.. celal şengör de geçmişte ve bugün bu demeciyle söyledikleriyle bunun en büyük kanıtlarından biri oluyor gözümde..

    bu sözünün alt metninde ("sen bilim üretecek kurumlar yerine yüzlerce imam hatip açarsan olacağı bu") sonuna kadar haklı.. doğru söylüyor.. ama ne yazık ki kullandığı dil, üslup ve tavrıyla karanlık tarafın hizmetkarı olan kambur bir büyücüye dönüştüğünü de cümle aleme bağıra bağıra ilan ediyor..

    bu sebeple senden gelecek yardım, yaptığın onca yayın, aldığın onca yabancı ödül, çok övündüğün kütüphanen yerin dibine batsın diyorum kendisine..

    şifa istemem balından,
    bırak beni şu halimden,
    razıyım açan gülünden,
    yeter dikenin batmasın... *
  • voltaire gibi adam, bir tane de rousseau olaydı iyiydi.
hesabın var mı? giriş yap