• rte'nin ilk albümü. 1 milyon satmış.
  • kasedin uzerinde su uyari vardir;

    "sn. recep tayyip erdogan'nin alacagi telif geliri dusunce suçlularina aktarilmak uzere turkiye yazarlar birligine verilecektir."

    (bkz: kanim dondu)
  • sarachane'de ekrem imamoglu'na destek icin konusan meral aksener'in tekrariyla siyasi tarihimizde tekrar hatirlanacaktir.
  • 6 aralık 1997'de dönemin refah partili istanbul büyükşehir belediyesi başkanı recep tayyip erdoğan, partisinin kapatılma sürecinde eşinin memleketi siirt'e gitti ve buradaki bir mitinginde şu sözleri söyledi: "minareler süngü, kubbeler miğfer, camiiler kışlamız, müminler asker". çok isterdim ki konuşmanın tamamı internette olsa da bu sözlerin tam olarak hangi bağlamda kullanıldığını duysaydık ancak sadece bu sözler youtube'da bulunmakta, konuşmanın gerisi ise bölük pörçük bir şekilde gazete küpürlerinde yer almakta. 1997 postmodern darbesinden birkaç ay sonra söylenen bu sözler elbette büyük bir tartışma yarattı ve konu yıllar içinde biraz şekil değiştirdi ve şu hale geldi: tayyip erdoğan, okuduğu şiir yüzünden ceza evinde yattı. halbuki erdoğan ve bu "şiir" arasındaki ilişki bu kadar basit değildi.

    erdoğan, konuşmasında bir şiirden alıntı yaptığını söylememiş ve islam'ı birleştirici unsur olarak sunduğu konuşmasının içine kendi sözleri gibi yedirmişti. dini öğeler ile militarizmi birleştiren bu sözler, hizbullah ya da ibda-c gibi terör örgütlerinden zarar görmekte olan ülkede çok eleştirildi. erdoğan, hemen bir gün sonra kanal d habere bağlanarak yaptığı konuşmada "demokrasi ve inanç" gibi bizi birleştirecek değerleri vurguladığını belirtirken ilk kez bu sözlerin bir şairin mısraları olduğunu söyledi. işin ilginci bu şairin kim olduğu hakkında bir açıklama yapmadı. milliyet gazetesinin haberine göre belediye görevlileri bu şairin kim olduğunu bulmak için bir arşiv taraması başlattı ve bu tabirlerin 26 haziran 1967'de yayınlanan "demokrat gümüşhane" adli gazetenin ikinci sayfasında yayınlanan ilhan yardımcı adli şairin köşe yazısından alındığı ortaya çıktı. dgm, erdoğan'a "halkı sınıf, ırk, din ve mezhep farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek" suçuyla soruşturma başlattığında ise erdoğan'ın avukatları bu sözün selçuklu sultanı alparslan'ın roman diyojen'e verdiği bir cevap olduğu, ziya gökalp tarafından da bir şiirde kullanıldığını iddia etti. ancak dgm konuşmanın diğer bölümlerini (mesela "yanardağ oluruz, yıldırım oluruz, ezanı susturanların karşısında patlarız") de göz önüne alarak erdoğan için 1 ile 3 yıl arasında hapis cezası istedi. sonuçta erdoğan, 10 aylık hapse mahkum edildi. gerekçeli kararda konunun sadece şiir okumasıyla alakası olmadığını, hatta o konuşmada bunun şiir olduğunun bile belirtilmediğini söyledi. erdoğan'ın "benim referansım islam'dır" diyerek iddia ettiği gibi "inanç birliği"ni anlatmak yerine insanları müslüman ve laik olarak ayrıştırdığı, yine "istiklal şairimiz, istiklal marşını kerhanede yazmadı, pavyonda yazmadı, barda yazmadı" diyerek laik yurttaşlara gönderme yaptığını iddia etti. bu karar ardından erdoğan yaptığı konuşmalarda istiklal şairi mehmet akif ersoy'u ve şiirlerini anarak, kendi dünya görüşünü destekleyen şiirleri kullanmaktan vazgeçmeyeceğini bir daha cümle aleme gösteriyordu.

    1998 sonbaharında birçok miting yapan erdoğan, halkın büyük ilgisi ile karşılaştı ve kendisinin ünü partisinden çok daha büyük bir hal aldı. bu dönemde erdoğan, mitinglerinde bir slogan kullanmaya başladı: "bu şarkı burada bitmez". dönemin ünlü manşetlerinden "muhtar bile olamaz" başta olmak üzere tayyip erdoğan'ın siyasi hayatının bittiğini iddia edenlere karşılık erdoğan, kendisi için verilen hapis kararının bir son değil, aksine yeni bir yürüyüş için başlangıç olduğunu bulduğu bu yeni slogan ile anlatıyordu.

    bu slogan, erdoğan'ın o dönemki üç eserine isim babalığı yaptı. bunlardan biri bir kitaptı. kitabın kapağında erdoğan'ın adı yazsa da internette kitabın aslında bugün nur vakfı'na bağlı medreselerde eğitim veren ibrahim ethem deveci tarafından yazıldığı belirtiliyor. kitabı yayınlayan da said nursi tarafından kurdurulan nesil yayınları. kitabın arka kapağında "şiir okumada birinciydim" ve "faziletli müteahhitler ile çalıştık" gibi erdoğan'ın hayatından kesitler olduğu gibi "dinin siyasallaştırılmasına karşıyım" ve "biz bir ideoloji devletinden yana değiliz" gibi sanırım bugün artık geçerliliği kalmayan siyasal tercihleri bulunmakta. ikincisi bir vhs kasetti. içeriğini bilmemekle birlikte bunu çok merak ediyorum. üçüncüsü ise bir şiir kasedi.

    türkiye, daha önceden örnekleri olsa da 1990'larda şiir kasedi kavramı ile tanıştı. bu dalganın bir kısmı ünlü edebiyatçıların şiirlerini okudukları kayıtlardan oluşuyordu. daha büyük tirajlara ulaşan diğer dalga ise daha çok popüler kültüre hitap eden şairlerin, arka plandaki müziğe de ciddi bir şekilde önem göstererek çıkardıkları eserlerdi. bu dalga ahmet selçuk ilkan ve ibrahim sadri ile yüksek tirajlar yakaladı. özellikle kanal 7 ve tgrt'deki programları ile dikkat çeken sadri, 1998'de çıkardığı adam gibi ile en çok satan albümlerden birinin altına imza attı. sadri'nin bu başarısı savaş ay, ali kırca ve kenan ışık gibi televizyon simalarının da şiir kasedi yayınlamasına ön ayak oldu. ancak sadri, daha muhafazakar ve manevi yapısı ile kendini farklı bir yere konumlandırmayı başarmıştı.

    hazır şiir kasedi furyası oldukça sıcakken ve bu talebin çoğunun muhafazakar kitleden geldiği ortada olunca, okuduğu şiiri ve aldığı cezayı birbirine daha da bağdaştırmak isteyen recep tayyip erdoğan, sadri'yi örnek alarak sevdiği (ya da ona tavsiye edilen) şiirlerden bir albüm yapma kararı aldı. albüm, ibrahim erkal ve zara gibi türk halk müziği ve arabesk arasında müzik yapan sanatçıların firması olan ulus müzik'in stüdyolarında kaydedildi ve dağıtımı da aynı şirket üstlendi. ancak albümün hakları adam müzik'teydi. bu şirket sadece bu albüm için kurulmuş ve daha sonra hiçbir faaliyette bulunmamıştı. bu şirketin sahibi alican kerimoğlu bu kaset macerasından sadece aylar sonra akbil skandalı bağlamında gözaltına alındı. iddialara göre akbil ve başka belediye şirketlerinden gelen kayıt dışı para bir havuzda toplanmış ve yerel seçimler ve hatta recep tayyip erdoğan'ın yeni siyasi oluşumu için kaynak olarak kullanılmıştı. kerimoğlu daha sonra kanal 7 adına arsa alım satım işlerine ve bu konu ile ilgili bir adam vurma olayına karıştı. aralık 2018'de bu olaydan ötürü 18 yıllık hapis cezasına çarptırıldı. yani kerimoğlu'nun müzik kariyeri gerçekten de oldukça kısa sürmüştü.

    albümün en önemli özelliklerinden biri gelirinin "düşünce suçlularına aktarılmak üzere" türkiye yazarlar birliği'ne gitmesiydi. birlik 1978'de d. mehmet doğan tarafından kurulmuş bir topluluktu. birlik, ekşi sözlük'teki entrylerinde de gördüldüğü gibi halen aktif olan ve dünya görüşü olarak akp ile örtüşen bir topluluk. zaman zaman erdoğan'ın politikalarına destek veren açıklamalar yapan birlik, bu kasetten sadece bir yıl sonra fethullah gülen'e "üstün hizmet ödülü" vermiş, bu olay 15 temmuz darbe girişimi sonrasında tekrar hatırlatılınca ise aynı yılın ekim ayında bu ödülü yok hükmünde saydıklarını açıklamışlardı. tyb'nin bu albümden ne kadar gelir kazandığını ve bu gelirin ne kadarını düşünce suçlularına aktardığını şu an için bilmek çok mümkün değil.

    albüm aslında bir konsept albüm havasında. albüm, erdoğan'ın hapse gireceği bilgisi ile başlıyor ve hapis temalı bir şarkı ile devam ediyor. neredeyse her şarkının farklı bir teması bulunmakta. bunların arasında memleket, analarımız, istanbul, inanç gibi konular var. en sonunda erdoğan, gençliğe güvendiğini söyleyen bir şiir ile albümü kapıyor ve cezaevi kapıları kapanıyor. halk da bu şarkının bitmeyeceğini "samanyolu" ile kendisine bildiriyor. bu bakımdan, stüdyo kayıtlarının oldukça kısa olduğu söylense de, üstünde düşünülmüş bir proje albümü bu. müzikleri orijinal ve oldukça sağlam olmuş. ibrahim sadri'nin bestelerini yapan gündoğar bu albümde iyi bir iş çıkarmış. ve elbette hatipligin okulunu okuyan erdoğan bugünkü sert havası yerine oldukça duygulu bir şekilde bu şiirleri okumuş ve genel olarak başarılı bir performans göstermiş. tabii erdoğan'ın asıl mesleğinin bu olmaması ve kısıtlı kayıt zamanları nedeniyle her şey dört dörtlük değil. bazen erdogan, bazen müzik, bazen de seçilen şiirler tam oturmamış gibi oluyor. budun bir nedeni de albümün siyasi olarak vermek istediği mesajın, şiirin ya da müziğin kendisinden daha önemli olması. verilmek istenen mesaj vatanını, milliyetini, şehrini ve ailesini çok seven erdoğan'ın hapse atılıyor olmasını ağır başlılık ile karşılaması. albüm bittiğinde bu mesaj başarı ile veriliyor ama 21 yıl sonra o kadar yaşanan şeyden sonra bu mesaja inanır mısınız inanmaz mısınız, o sizin bileceğiniz iş.

    albümün ilk şiiri, erdoğan'ın ideolojik anlamda bir çok şey borçlu olduğu necip fazıl kısakürek şiiri zindandan mehmed'e mektup. bu performansın bence en ilginç yeri introsu çünkü ingilizce sözlerle açılıyor (eğer youtube'daki versiyonu orijinal ise). bir kadın sesi "twenty six, twenty seven" derken, bir adam "everything looking good on the vehicle as we are beginning to fly upwards" diyor. verilmek istenen mesaj nedir bilmiyorum. hatta komplo teorisi sevenleri albümün ilk sözlerinin ingilizce olmasının nasıl bir mesaj verdiğini tartışmaya davet ediyorum. ama erdoğan'ın siyasi kariyeri bu dibe vurduğu andan sonra durmadan yükseldiği için bu ingilizce cümle cuk oturmuş. kemanlar ile başlayan intro ciddi ciddi güzel. intro çat diye kesilirken haber bülteni havası verilmiş iki cümle duyuluyor: "şiir ödülleri sahiplerini buldu ve tayyip erdoğan okuduğu şiir yüzünden 10 ay hapse mahkum oldu". tabii bu cümle ile kör göze parmak şeklinde "ya bak işte birileri şiir okur ödül alır, diğerleri şiir okur hapse atılır" demeye getirmişler. bu introdan sonra şiir başlıyor. şiirin kendisi gayet güzel bir şiir. erdoğan da zaman zaman garip ya da yanlış vurgular yapsa da genel olarak oldukça iyi okumuş. en iyi kısmı "düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? buradan insan mı çıkar, tabut mu?" dizelerinde verdiği duygu bence. müzik olarak da klasik gitarlı, baslı, neyli, kemanlı, oldukça hoş bir arka plan yapmışlar. şunu da demeden olmaz bugün idamı ve hükümete koşulsuz desteği savunan bir siyasetçinin idam edilen bir mahkumun ardından duyulan üzüntü ve hükümet eleştirisi içeren mısraları okuması bugün bakınca oldukça büyük bir tezat oluşturuyor. ancak erdoğan'ın o dönemki durumunu düşününce şiirin konusu tabii ki cuk oturmuş.

    albümün ikinci parçası sana bana vatanıma ülkemin insanlarına dair bir erdem bayazıt şiiri. şiir oldukça etkileyici bir şiir. seni alıp memleket içinde bir yolculuğa çıkarıyor. belki de bu yüzden şarkının girişine bir tren efekti koymuşlar. şiirin ilk kıtasındaki posta katarı imgesine de bir gönderme olmuş. arkaplan bir kaç farklı temadan oluşuyor ama benim en hoşuma giden saz ve keman ile hafif hızlı bir tempoda ilerleyen tema oldu. erdoğan bu şiiri de iyi okumuş. yalnız nedendir bilinmez şiirin bir kıtasını atlamayı seçmişler. gençlerin birbirlerini bomboş nedenlerle öldürdükleri, ölenlerin cesetleri güneş altında kalırken, kaçanların her an bir jandarma baskını olacakmış gibi tetikte olduğunu anlatan bu kısım, memleketin aslında acılı yüzünü de gösterdiği için önemli. ancak erdoğan ya hata yapıp atlamış ki bu amatörlük olurdu, ya da bilerek çıkarmış ki bu da sansür ya da saygısızlık olurdu. artık ikisinden biri.

    kendisine ilham veren ibrahim sadri'den bizim yaşadığımız ile erdoğan, bu sefer "anne" temasını anlatıyor. bu şiir aslında sadri'nin eylül yağmuru adlı kasedinde yer almış, orijinali daha uzun bir eser. ancak erdoğan aslında kendisine çok iyi gidebilecek tutuklanma ve cezaevi kısımlarını atmış, sadece anne ve oğul ilişkisine odaklanmış. çok fazla dikkat çekici bir performans değil. herhangi bir şiir kasedinin herhangi bir parçası. şiirin başı ve sonunda daha sakin ilerleyen arka plandaki bas gitar güzel. "işte erdoğan'ın annesi için okuduğu şiir" haberleri dışında çok da fazla karşımıza çıkmadı, çıkacağını da sanmıyorum.

    e istanbul büyükşehir başkanı şiir albümü yapar da içinde istanbul olmaz mı? hem de necip fazıl kısakürek'in bu konuda bir şiiri varken bu albüme girmemesi düşünülemezdi. canım istanbul dalga sesleri ve keman/ud taksimi ile güzel başlıyor aslında. ama bu alaturka hava yerine, daha sonra neylerin devreye girmesi ile uhrevi bir hava, zaman zaman da perküsyonlarla daha hareketli, oynak bir hava duyuyoruz. keşke şiirde de geçen tanbur ve ud müzikte daha çok kullanılsaymış, şiire daha iyi uyarmış. "beyoğlu tepinirken ağlar karacaahmet" ya da "eyüp öksüz, kadıköy süslü" gibi ötekileştirici satırlarını sevmesem de genel olarak istanbul'u güzel anlatan bir şiir. erdoğan da bol kafiyeli, okuması nispeten kolay bir şiiri iyi okumuş.

    albüm nurullah genç'ten beni yakışına ile devam ediyoruz. albümün en etkileyici performanslarından biri bu. nedense arka planı dinledikçe, flütün de etkisiyle aklıma yeni türkü geldi. erdoğan, oldukça içli bir şekilde ancak hüznünü abartmadan şiiri okumuş. her şeyi yanmış bitmiş, kimsesiz bir adam hissiyatını, belki de o dönemdeki ruh haline uygun olduğu için, çok iyi vermiş. ancak şiirin sonuna kadar bu yangının tasavvufi bir yangın olduğunu anlamıyoruz. genç şiiri şöyle bitiriyor: "o'ndan başka ne varsa yandı, yandık sen ve ben. o'nu göreyim diye, kıblegâhım da yandı". nedense erdoğan'ın bu bölümde vurgularını arttırıp bu manevi yangın kısmının altını iyiden iyiye çizmesini beklemiştim ama burayı diğer kısımlardan çok farklı okumamış.

    genç'in bir başka şiiri hayal limanında demirleyen yelkeniyle bir önceki şiiri kadar etkileyici değil. müziği tam bir ramazan günü iftardan kısa süre önce gösterilen dua vtr'lerinin arka planı müziği gibi başlayıp, hafiften hareketli, garip bir şekilde ile devam ediyor. erdoğan şiiri oldukça düz okumuş. şiir de bence albümün en zayıf şiiri - ki aslında en etkileyici isme sahip olan şiir de aslında buydu. unutulup gidecek bir performans olmuş.

    albümün en radikal şarkılarından biri erdem bayazıt'ın birazdan gün doğacak şiiri. bu performansta ilk kez erdoğan dışı bir ses duyuyoruz. bir koro, hüzünlü bir melodi mırıldanmakta. bir de el çırpma ya da ayak vurma gibi bir ritm tutturulmuş. aslına bakıldığında solcu bir marş başlayacak gibi. hani sanki deniz gezmiş darağacına yürüyor. ancak bu hüzünlü hava üstüne erdoğan, kendisini destekleyenleri motive etmek için bu şiiri okuyor. erdoğan'ın daha iki gün önce geçmiş olsun telefonu ettiği nuri pakdil'e ithaf edilen bu şiir "iman güneşini" gelecek nesillere taşıyacak bir nesli anlatmakta. bu mesajın en çok belirgin olduğu yer olan son kıtada arka plan müziği kısılıp, erdoğan'ın sesi tek başına kalıyor. "sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu" sözü sonrasında ise cezaevi kapılarının kapandığını anlatan sesleri duyuyoruz. bence fikir olarak muazzam. albüm bu şarkı ile bitse oldukça iyi olurmuş.

    ama gel gelelim yıllar önce yazdığım entry'de de belirttiğim gibi samanyolu'nun duyduğum en kötü cover'ı ile albüm bitiyor. aslında albümün temasını düşününce mantıklı. çünkü erdoğan hapse giriyor ve o susunca halk ona cevap veriyor: "bir şarkısın sen ömür boyu sürecek, dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek". bu şarkı erdoğan'ın yıllar içinde beraber yürüdük biz bu yollarda, dombra, bir aşk hikayesi gibi popüler şarkıları kendisi ile özdeşleştirme çabasının belki de ilk denemesi. ama başarısız bir deneme. cover'ın kötü olmasının bir çok sebebi var. birincisi sadece ruhsuz bir el çırpmadan oluşan arka planı. ikincisi umudu simgelemek için çocuklar ile başlayıp, erkek ve kadınların dahil olması ile tüm halkın onun ardında olduğunu anlatmak istemesi. bence bu artık basit kaçan, samimiyetsiz bir numara. üçüncüsü bu koronun şarkıyı oldukça ruhsuz okuması. dördüncüsü şarkının tamamı yerine sadece yukarıda bahsettiğim mısraların okunması. beşincisi aynı sözlerin artık bıktırıncaya kadar tekrar edilmesi.

    albüm böyle. dikkat edilirse bir şiirin albümde yer almadığını göreceksiniz. hangi şiir mi? "minareler süngü, kubbeler miğfer". zaten hapse üzere olan erdoğan bu şiiri bir de kaydedip yayınlayarak şimşekleri daha da üstüne çekmek istememiş. zaten bu şiirin kime ait olduğu hala biraz muallakta. yukarıda gökalp, sultan alparslan ve ilhan yardımcı isimleri geçse de bu tartışamalar durulduktan sonra şiirin 1966 yılında cevat örnek adlı bir şairin yazdığı "7 dağın çiçeği" kitabında yayınlandığı ortaya çıktı. daha eski bir yazılı kaynak çıkana kadar benim için bu iddia geçerli. ama bu bilgiye rağmen erdoğan ve yandaş medyası hala bu şiiri gökalp'e atfetmeye devam ediyorlar. bu da o mısraların meşruluğunu isimsiz bir şair yerine bilinen ve saygı duyulan bir şairi kullanarak arttırma isteği olsa gerek. albüme aslında nazım hikmet'ten de memleketim şiirini koymak istediklerini ama izin işinin zaman alması ve erdoğan'ın kısıtlı zamana sahip olması nedeniyle bundan vazgeçtiklerini de ek bilgi olarak geçelim.

    erdoğan, albüm çıktıktan kısa süre sonra pınarhisar'da hapis yatmaya başladı. 4 ay hapiste kalan erdoğan'ın hapisten çıktıktan sonra neler yaptığını artık buraya yazmaya gerek yok. ancak erdoğan, ne şiir okumaktan ne de bu "şiir okudu diye hapse girdi" iddiasını dillendirmekten bıktı. bir ara erdoğan'ın bir şiir albümü daha çıkaracağı dedikoduları yayılsa da erdoğan stüdyoya girip bunlarla uğraşamak yerine ülkenin bütün güç odaklarını kendi elinde toplamak ile uğraşmayı tercih etti. kendisi futbol hayatına devam etseydi ne olurdu bilemem ama bu albüm gösteriyor ki eğer şiir kasetleri çıkarmaya devam etseydi, iyi bir kitle edinip bu dalın en iyi isimlerinden biri olabilirmiş. kısmet.

    3/5 verdim gitti
    albümü en iyi anlatan şarkılar: zindandan mehmed'e mektup, canım istanbul, bizim yaşadığımız
  • meral akşener'in, ekrem imamoğlu'na verilen ceza sonrasında saraçhane'de yaptığı konuşma sırasında hatırlattığı söz.

    imamoğlu'nun adaylığı için ilk kez bu kadar açık işaret verildi.
  • simdi istanbulda olmak vardi anasini satayim adlı şarkının sonunda edilen laf.
  • bunu kullanan yalaka bir şirkette vardı, kanal 7'de reklamı çıkardı sonunda da bu söz geçerdi. hatırlayamadım ismini firmanın ayrı konu.
hesabın var mı? giriş yap