• esasen mann yarattığı tony (antoine) karakterine pek iyi davranmaz roman boyunca. alay edilebilecek konumların içinde tasvirini verir. özellikle iki başarısız evlilik geçiren tony’nin yapmacık görmüş geçirmiş halleri ile eğlenir. kadının tek geleceğinin evlilik olduğu ve bunun da para ile örülmüş ilişkileri ağında gerçekleştiği burjuva ailesinde özgür olmayan tek kadın sadece tony değildir, yengesi gerda’da aynı durumdadır. ikisi de kurbandır ama bunu içselleştirdiklerinden farkında değildirler.

    bana göre romanın en güzel bölümü ise hanno'nun ödevlerini yapmadan gittiği derste yapılacak sözlü yoklamada yaşadığı tipik öğrenci geriliminin anlatılmasıdır ki burada karakterin yaşadığı sıkıntı ve gerilim okuyucuyu kendi öğrencilik deneyimlerinde yaşadığı benzer sıkıntıları hissettirerek hanno'yu adeta okuyucunun kendisini hanno zannetmesine yol açacak şekilde yaşamasına olanak verir.

    kitapta ölümler boldur ve bu ölümlerin görünüşte bir ilginçliği yoktur. hiçbir karakter idealize edilmez, ölümleri de öyle. ama az önce derste sözlüde öğretmenin kendisini ayağa kaldırmasından korktuğu için kıvranan hanno'nun günlük sıradan hayatı verilmişken hemen bir kaç sayfa sonra ölümünün mezarına yağan yağmurdan dem vurulmak yoluyla ilan edilmesi okuyucuyu biraz ters köşeye yatırıyor. öte yandan bir önceki bölümde dersteki sözlü krizini atlatırken özdeşleşme yaşayarak bağlanabileceğimiz hanno, ölümü ile üzüyor. mann bunu murad etmişse gayet iyi başarmış durumda. böylesi bir romanda ağlayabileceğimi hiç sanmazken hanno'nun ölümü iki gün boyunca her aklıma geldikçe ağlamama neden oldu. çünkü dersteki sözlüde hanno'ya bağlanmıştım. sanırım mann'ın başarısı da bu. mann romanda hiçbir karakteri korumuyor ve kayırmıyor. hayat nasılsa romanın kurgusu itibarıyla doğrudan onun aktarıcısı oluyor. olayları, karakterleri gözlemci gibi, geniş tasvirler, psikolojik çözümlemelerle derinlemesine verirken, duygularınızı kışkırtarak boşandıracak hiçbir klişe, acıma, idealleştirmeye başvurmadan kendi duygularınızı özgürce oluşturmanızı sağlıyor. olaylar ve karakterlerle doğrudan karşı karşıyayken yazarın sunduğu alaycı mizahtan keyif almak da olayların, karakterlerin davranışlarının birbiriyle ilintisinde saklı. hanno'ya üzüntüm beni etkilendiğinden hep onu yazdım oysa romanda geniş yer verilen hanno'nun babası thomas'ın debelendiği ruhsal bunalımlar esnasında yaşadığı bir aydınlanma anının ertesi sabah yerle yeksan oluşunun mizahi olarak verilişi bence yazarın varoluşçu çizgisinin en belirgin olduğu kısım.
  • 1906 yilinda bitip yayinlanmistir, thomas mann kitap yayinlandiginda 26 yasindadir diye biliyorum amma bu bilgiler entriden entriye degisiyor, mühimmati da yok zaten o kadar.

    buddenbrooks almanca edebiyatta alfred döblin ve franz kafka'yla gelen tam anlamiyla bir modernlik ile, klasik 19. yüzyil edebiyati arasinda bir yerde kalmis, ikisi arasinda bir köprü olusturabilecek türden bir basyapittir. bir ailenin 70 senesini filan anlatan kitap, daha sonra gelecek yüzyillik yalnizlik ve vesair gibi aile romanlari tarzinda farkli jenerasyonlari anlatirken böyle bir hikayenin gerektirdigi modern edebiyattaki zaman atlamalarini o kadar hissettirmeden yapar ki (baska deyisle, thomas mann'in eli o kadar hafiftir ki), kitabin son sayfasini cevirdiginizde aldiginiz yola sasirir, kimler vardi kimler kaldi diye uzun uzun düsünürsünüz.
  • cevdet bey ve ogullari'na ilham kaynagi omus bir romandir.
  • thomas mann'ın verfall einer familie (bir ailenin çöküşü) altbaşlığı ile kitabın genel bir özetini verdiği, oldukça etkileyici romanı. kuzey almanya'da (muhtemelen thomas mann'ın da doğduğu lübeck bölgesi) ikamet eden burjuva bir ailenin 4 kuşak boyunca yaşadıkları değişimlerin anlatıldığı bu romanda karakterlerin ve mekânların detaylı tasvirleri ile karşılaşmaktayız. böylelikle örneğin antonie (tony) buddenbrook'un dudağının üst kısmının hareketleriyle ne kadar sinirlendiğini anlayabilir ya da hanno'nun hayal âlemlerine daldığı anlarda nasıl bir sıkıntıya düştüğünü rahatlıkla hissedebiliriz. bununla birlikte karakterlerin yaşadıkları sağlık problemlerinin leitmotif tekniği ile bize gelecekte neler olacağını da bildirmesi, üzerinde durulan bunca detayın boşuna olmadığını göstermektedir:diş ağrısı çeken ya da dişlerinden rahatsız olan karakterler (ki bu rahatsızlıklardan kimi zaman 2-3 sayfa boyunca bahsedilir) genellikle ileride aynı kaderi paylaşmaktadırlar. özellikle gerda karakterinin romana dâhil edilmesinden itibaren richard wagner'in müziğinin belli aralıklarla okurlara tanıtılması, thomas mann'ın, wagner'in kullanımını meşrulaştırdığı leitmotif tekniği ile yakından ilgilendiğinin ve bu tekniği uyguladığının ispatı gibidir.
    19. yüzyıl alman burjuva yaşamının (belli yönleriyle) oldukça başarılı bir sunumu niteliğindeki bu romanın yazarı thomas mann kadar, böylesine zor bir çeviriyi gerçekleştiren kasım eğit ve yadigar eğit'e de haklarını vermek gerekmektedir.
  • firmayala aile yaşantısı arasında devamlı bağlantılılar kurulan bir mann başyapıtıdır. her bir karakter burjuvazinin başka bir yönünü gösterir: iki erkek kardeş her ne kadar birbirinin zıttı gibi dursa da ikisi de burjuvazinin bir yönüdür. alınan tüm kararlar -evlenme, boşanma..v.b.- firma/aile için alınır. bütün kararlar rasyoneldir. bu yüzden bir burjuvazi eleştrisidir. okunası ve irdelensi bir kitaptır.
  • bu kitabı sahafta elime aldığımda, dükkanın sahibi "almanlar bu kitap yüzünden mann'ı hiç affetmedi" demişti. onun yalancısıyım.
  • 20. yüzyılın ilk başyapıtlarından biridir buddenbrooks. lübeck'li tüccar ailesi mann'ın burjuva sınıfını tüm katmanlarıyla otopsi masasına yatırmak ereğiyle merkeze aldığı ailedir. dört nesil boyunca izlenen tüccar ailesi sanatsal yönleriyle, lüks tutkusu ve aşırılıklarıyla, aylaklığıyla, hastalıklarıyla, ölümleriyle didik didik edilir. ama mann salt negatif yönsemeyle hareket etmez. aile zincirinin aidiyet duygusuna, görev bilincine ve azmine de ışık tutar.
  • tam üc nesili bir arada anlatan etkileyici roman. kitabi okuduktan sonra kendi hayatiniz disinda baska bir dönemi daha yasamis hissedersiniz. okunmasi siddetle tavsiye edilir.
  • "sehrin sokaklarinda kucuk bir kralice gibi dolasan", "keyfinin istedigi gibi guler yuzlu, ya da acimasiz davranmak en dogal hakkiymicasina" davranan tony buddenbrook karakterinin unutamadigi aski ve yillar sonra donup gazete isimlerinden ortaya cikmasi cok vurucudur. kitap icin cevdet bey ve ogullarina ilham kaynagi demek ise adam akilli iyimser bir ifadedir bence..
  • cevdet bey ve oğulları' ile çok fazla benzerlikler taşısa da ışıkçı ailesinden çok daha farklı bir ailedir buddenbrooklar, cevdet bey'den çok daha farklı bir adamdır johann buddenbrook.

    cevdet bey, genel anlamda türk modernleşmesi ve buna ayak uyduramayan küçük burjuva ailesinin çözülüşünden dem vururken; buddenbrook ailesindeki çözülüş çağa ayak uyduramamanın ötesinde artık 20. yüzyıla girmeye hazırlanan modern avrupa'da bu tür büyük aileler ve bu tarz aile bağlarının imkansızlığından doğan, en lüzumlu bir çözülüştür. birindeki ayrışma bir gerekliliğin sonucu iken, diğerinde gereklilik yaratma güdüsünün sonucudur.

    sosyolojik açıdan incelenirse dönemin almanya ve avrupası hakkında çok isabetli tespitler yapılabilir kanaatindeyim. zira mann, romanı kendi yaşamöyküsünden izler katarak kaleme almış, zaten bu açıdan uzunca bir dönem almanya'da epey tepki toplamıştır.
hesabın var mı? giriş yap