• " ofkeye tutunmak, zehiri kendin icip otekisinin olmesini beklemek gibidir."

    buddha
  • the man from earth'un john oldman'inin "hayatinda tanidigi en muhtesem insan"
  • buddha ne bir dindar,budizm de ne bir dindir.budizm bir öğreti,buddha aydınlanmış kişi anlamına gelen bir kelimedir.birden çok da buda vardır.en bilinen ve budizme adını veren guatam buddha dır.anlayışa göre de herkesin içinde çıkarılmayı bekleyen bir buda vardır.her dinin doğuşuna öncülük eden aydınlanmışların ölümünden sonra etrafındaki ruhban çevrelerinin bu anlayışı organize etmesiyle din haline gelir.isa da aydınlanmış biri,mahavira da buddha da.evet budizm bir din gibi görünür.ama buddha nın meditasyon-kendini bulma-temelinde inşa ettiği kavrayışın dışarı taşmış halidir o."sadece oturun " demiş.hintlileri rehavet sarmış,japonlar zen i bulmuş."bana göre insanlığa en çok yararı dokunan buddha dır "demiş bernard russel.odur buddha.insanın doğumundan başlayarak aile,din.çevre vs. tarafından üzeri örtülen,katmanlaştırılan öz varlığını bulabilmenin yolunu göstermiştir.
  • "there is no way to happiness, happiness is the way"
    (mutluluğa giden bir yol yoktur, mutluluk yolun kendisidir)
    sözüyle hayata bakışıma yön vermiş ruhani bir öğretmendir.
  • "hayat acı çekmektir. acıya bağlar neden olur; nesnelere, fikirlere, bireylere, hayata olan bağlar. acının panzehiri ise arzunun, bağın, benliğin sona erdirilmesidir." (buddha)
  • "olduğumuz herşey, düşünmüş olduklarımızın sonucudur." buddha
  • günlerden bir gün; “buda bir ağacın altında oturmuş çevresindeki öğrencileriyle sohbet ediyordu. o sırada bir adam gelip yüzüne tükürdü. buda, adama dönüp “sırada ne var?” diye sordu. “ne söylemek istiyorsun?” adam afallamıştı. yüzüne tükürdüğü kişiden beklediği tepki bu değildi. daha önce başına hiç böyle bir şey gelmemişti. kimsenin başına geldiğini de duymamıştı. birine hakaret ederseniz o da size eder, öfkelenir, bağırıp çağırırdı. ya da çok ödlek biriyse yağ çekmeye bakar, gülümser, bir şey olmamış gibi davranmaya çalışırdı. ama buda ne öfkelenmişti, ne gücenmişti ne de korkmuştu.
    sadece ona bakıp “sırada ne var?” demişti. bu nasıl bir tepkiydi? ama buda’nın öğrencileri çok kızmışlardı. tepki gösterdiler. en sevgili öğrencilerinden aranhda “bu kadarı da fazla!” diye itiraz etti. “bunu sineye çekecek değiliz. yaptığının cezasını çekmesi gerekir. sonra önüne gelen bu adam gibi davranmaya başlar. ”o zaman buda “sessiz ol” dedi öğrencisine.“ o beni gücendirmedi ama sen gücendiriyorsun. bu adam bir yabancı, tanımadığımız biri. belli ki benimle ilgili söylentiler çalınmış kulağına. birilerinden bir şeyler duymuş olmalı. muhakkak, benim bir dinsiz olduğumu, tehlikeli biri olduğumu, insanları yoldan çıkaran bir bozguncu olduğumu söylemişler.
    onunda kafasında bir fikir oluşmuş olmalı, benimle ilgili bir görüş. beni tanımadığına göre, tükürdüğü ben değilim, benimle ilgili görüşü-ne tükürüyor. aksi mümkün mü? adamakıllı düşünürsen, aslında kendi aklına tükürüyor. bunun benimle hiçbir ilgisi yok. ve bu adamcağızın başka bir şey daha söylemek istediğini görebiliyorum; çünkü bu, bir şey söylemenin bir yolu. tükürmek bir şey söylemenin bir yoludur. kelimelerin kifayetsiz olduğunu hissettiğin anlar vardır: derin sevgide, yoğun öfke-de, nefrette, duada. dilin aciz kaldığı bu çok yoğun anlarda yine de bir şey yapmak istersin. kızgınsan, çok büyük bir öfken varsa birine vurursun, tükürürsün, böyle söylüyorsundur sözünü. bunu görebiliyorum. söyleyecek daha çok şeyi olduğunu anlayabiliyorum; o yüzden ‘sırada ne var?’ diye sordum zaten.” bunları duymak adamı daha da şaşırtmıştı. buda öğrencilerine baktı. “sizin davranışınız beni onun yaptığından daha çok üzdü. siz beni tanıyorsunuz. yıllardır beraberiz. keskin sirke küpüne zarar, biliyorsunuz. yine de kızıp tepki gösterebiliyorsunuz” dedi.
    şaşıran, kafası karışan adam evine döndü. bütün gece yatakta döndü durdu, gözüne uyku girmedi. buda’yı görmek böyledir işte. bir daha eskiden alışkın olduğun şekilde uykuya dalman çok zordur, imkânsızdır hatta. adam tekrar tekrar o gün yaşadıklarını düşündü.
    bir türlü açıklayamıyordu kendine olup bitenleri.
    ter içinde kalmıştı. ömründe böyle biriyle karşılaşmamıştı; bütün zihni, bütün geçmişi, doğru bildiği her şey un ufak oluyordu.
    ertesi sabah soluğu bir gün önce gittiği ağacın altında aldı. buda’nın ayaklarına kapandı. buda tekrar aynı soruyu sordu adama: “sırada ne var? ayağa kapanmak da dil aciz kaldığında bir şey söylemenin yoludur. bütün kelimelerin tek bir hakikati anlatamadığı anlarda böyle konuşur bazıları.”
    adam, buda’ya bakıp “dün yaptıklarım için beni affet” dedi.
    “affetmek mi?” dedi buda. “ama ben dün karşılaştığın adam değilim.
    nehir, aynı nehir değil. sular aktıkça değişir her nehir ve her insan bir nehirdir. tıpkı dünkü adama benziyor olabilirim ama o adamın aynısı değilim.
    dünden beri çok şey oldu. bu nehirden çok sular aktı. ve sen de dünkü o adam değilsin.
    nefretini geride bırakmışsın, bugün bambaşka birisin. gel, otur şöyle yanıma, dünün meselesini kapattık, başka bir şey konuşalım biz seninle artık.
  • "buddha bir köyden geçiyordu ve insanlar gelip onu aşağıladı. kullanabilecekleri tüm aşağılayıcı sözcükleri kullandılar; bildikleri tüm küfürleri sıraladılar. buddha orada durdu, sessizce ve dikkatlice dinledi ve sonra, 'bana geldiğiniz için teşekkürler ama acelem var. bir sonraki köye ulaşmak zorundayım insanlar beni orada bekliyor olacak. bugün size daha çok zaman ayıramayacağım ama yarın geri dönerken daha çok vaktim olacak. eğer söylemek isteyip de söyleyemediğiniz bir şeyler kaldıysa yarın yeniden toplanabilir ve bana söyleyebilirsiniz. ama bugün için beni mazur görün' dedi.
    insanlar gözlerine, kulaklarına inanamadılar: bu adam tamamen etkilenmeden, rahatsız olmadan kalmıştı. birisi sordu: 'bizi duymadın mı? seni herhangi bir şeymişsin gibi taciz ediyoruz ve sen yanıt bile vermedin!'
    buddha dedi ki: 'bir yanıt istediysen geç kalmış durumdasın. on yıl önce gelmiş olman gerekirdi o zaman seni yanıtlardım. ama bu on yıldır başkaları tarafından yönlendirilmeye bir son verdim. artık bir köle değilim, ben kendimin efendisiyim. ben kendime göre davranıyorum, başka kimseye göre değil. ben kendi içsel ihtiyaçlarıma göre davranıyorum.
    beni bir şey yapmaya zorlayamazsın. beni taciz etmek istediniz ve ettiniz bunda yanlış hiçbir şey yok. tatmin olmuş hissedebilirsiniz; işinizi mükemmelce yaptınız. ama benim açımdan bakıldığında, ben bu aşağılamaların hiçbirini üzerime almıyorum ve ben onları almadığım müddetçe de bir anlamları yok.'
    birisi seni aşağıladığında bir alıcı haline gelmek zorundasın, onun söylediğini kabul etmek zorundasın ancak o zaman bir tepki verebilirsin. ama eğer kabul etmezsen, sadece karışmadan durursan, mesafeyi korursan, sakin kalırsan sana ne yapabilir?
    buddha dedi ki: 'birisi yanan bir meşaleyi nehre atabilir. nehre ulaşana kadar meşale yanık kalır. nehre düştüğü anda tüm ateşi söner; nehir onu soğutur. ben bir nehir oldum. bana aşağılamaları fırlatırsınız; onları fırlattığınızda onlar ateştir ama bana ulaştıkları anda benim serinliğimin içinde ateş kaybolur. artık acıtmazlar. siz dikenleri atarsınız; sessizliğime düşünce onlar çiçeğe dönüşür. ben kendi yaradılışımın doğasından hareket ediyorum.''
  • söylediklerinin sağlıklı bir kafayla düşünülmüş olabileceğine imkan vermiyorum, kaldı ki kendisi aydınlanmayı 49 gün aç ve susuz kalarak bulmuş bir adam olduğunu söylüyor. 1,5 porsiyon iskenderin üstüne de dünyevi hazlar tüm acılarımızın kaynağıdır desin de görelim.

    eyy buddha...
  • gautama'nın içgörüsü, zihnin deneyimlediği şey ne olursa olsun genellikle bir şeyleri çok istediğini ve bunun da mutsuzluğa yol açtığını söyler. zihin hoşuna gitmeyen bir şey yaşadığında şiddetle bu rahatsızlıktan kurtulmak, hoşuna giden bir şey yaşadığında da zevkin kalıcı olmasını ve yoğunlaşmasını ister, bu yüzden de hep doyumsuz ve huzursuzdur. bu, acı gibi hoşumuza gitmeyen şeyler deneyimlediğimizde çok açıktır. acı sürdükçe mutsuz oluruz ve acıdan kurtulabilmek için her şeyi yaparız. öte yandan, keyifli şeyler yaşadığımızda bile tamamen mutlu değilizdir. ya keyfimizin biteceğinden korkarız ya da keyfin yoğunlaşmasını dileriz. insanlar yıllar boyunca aşkı bulmak isterler, ama bulduklarında da nadiren hoşnut olurlar. bazıları partnerlerinin kendilerini bırakacağından endişe eder, diğerleri hak ettiklerinin daha azına razı olduklarını ve daha iyi birini bulabileceklerini düşünürler, çünkü hepimiz bunu başaran insanlar tanırız.

    büyük tanrılar bizim için yağmur yağdırabilir, sosyal kurumlar adalet ve iyi sağlık hizmetleri sunabilir ve şanslı tesadüfler bizi milyoner yapabilir, ama bunların hiçbiri temel zihinsel örüntülerimizi değiştiremez. bu yüzden de en büyük krallar bile sıkıntı içinde, devamlı acı ve mutsuzluktan kaçarak ve hayat boyu büyük zevklerin peşinde koşarak yaşarlar.

    gautama bu kısırdöngüden çıkmanın bir yolunu bulmuştu. eğer zihin keyifli ya da can sıkıcı bir şeyler yaşadığında bu olayları oldukları gibi kabul ederse, o zaman acı doğurmaz. eğer üzüntüyü, üzüntüden kurtulmayı dileyerek yaşamazsanız gene üzüntü hissetmeye devam edersiniz, ama bundan acı çekmezsiniz, hatta üzüntüde bile bir zenginlik bulabilirsiniz. eğer mutluluğu, mutluluğun uzayıp yoğunlaşabileceği ihtimalini düşünmeden yaşamayı başarabilirseniz, akıl sağlığınızı kaybetmeden bu mutluluğu hissedebilirsiniz.

    zihnin bütün bu duyguları olduğu gibi kabul etmesini ve başka bir şey istememesini nasıl sağlarsınız? mutsuzluğu mutsuzluk, neşeyi neşe, acıyı acı olarak görmesini nasıl başarırsınız? gautama zihnin deneyimleri olduğu gibi yaşamasını sağlayacak meditasyon teknikleri geliştirdi. bu teknikler, zihnin "şu anda ne yaşıyor olabilirdim?" yerine "şu anda ne yaşıyorum?" sorusuna odaklanmasını sağlar. bu tür bir zihinsel duruma ulaşmak zordur, ama imkansız değildir.

    gautama bu meditasyon tekniklerini birtakım etik kurallara da bağlayarak insanların gerçekte var olan deneyimlere odaklanmalarını kolaylaştırıp çeşitli isteklere ve fantezilere dalıp gitmemelerini de sağladı. takipçilerine öldürmeyi, gelişigüzel seksi ve hırsızlığı yasakladı; çünkü bu eylemler ister istemez daha fazla şey arzulamanın fitilini ateşler (daha fazla güç, bedensel haz veya zenginlik). bu arzular tamamen dizginlendiğindeyse yerini nirvana olarak bilinen (kelimenin tam anlamı "ateşi söndürmek"tir) büyük bir doyum ve huzura bırakır. nirvana'ya ulaşanlar tüm acılardan arınır, gerçeği olabilecek en yüksek netlikte, fantezilerden ve hayallerden arınmış olarak deneyimlerler. elbette yine tatsız ve acı dolu deneyimler yaşarlar ancak bunlar ızdıraba yol açmaz. sürekli arzulamayan, acı çekmez.

    budist geleneğine göre gautama'nın kendisi de nirvana'ya ulaşmış ve acıdan tamamen kurtulmuştur. o andan itibaren de "buddha", yani "aydınlanmış kişi" olarak bilinmiştir. buddha yaşamının geri kalanını, keşiflerini diğer insanlara anlatıp onları da acı çekmekten kurtarmaya çalışarak geçirmiş ve bu amaçla tüm öğretilerini tek bir yasa altında toplamıştır: arzular acı çekmeye sebep olur, acı çekmekten tamamen kurtulmanın tek yolu da arzu duymaktan tamamen kurtulmaktır. bunu yapmanın tek yolu da gerçekliği olduğu gibi yaşaması için zihni eğitmektir.
hesabın var mı? giriş yap