• "yaralar vardır hayatta,ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen,kemiren yaralar" diyerek besmeleyi çeker,sadık hidayet
  • "odamı sınırlayan dört duvar arasında, varlığımı ve düşüncelerimi kuşatan hisarın içinde ömrüm azar azar eriyor bir mum gibi, hayır, yanlışım var, ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş."

    daha fazla ne söylenebilir ki bu kitap üzerine...
  • hayata yalnız başlayan, çocukken ihtiyar, yıllar geçtikçe çocuk olan bir adamın afyon dumanı tüten öyküsü kör baykuş. babasıyla ilişkisi, bir mit çerçevesinde şekillenen; anne figürünün, kadınlara bakışını belirlediği bir adam. öz annesini şehvet içeren sahnelerle tanımlayan, üvey annesiyle şehvetten nefrete salınan bir ilişki yaşamış üstelik. bununla da kalmamı, beraber büyüdüğü üvey kardeşi/kuzeniyle sırf üvey annesine/halasına benzediği için evlenmiş. karısıyla, son sahneye kadarki tek cinsel yakınlaşması, üvey annesinin cesedinin önünde gerçekleşmiş. gerisi, hayaller, kabuslar... resimlerin içinde geçen, kaybolan bir hayat. üstelik hayat ona göre öyleşöyle bir çember: "sanki çok eski insanların, bu gibi masalları aracılığıyla sonraki kuşaklara geçmiş o hareketleri, düşünceleri, arzu ve adetleri; bizim hayatımızın gerçeklerindendir. binlerce yıl önce aynı sözler konuşuldu, aynı çiftleşmeler oldu, aynı çocukluk acıları yaşandı. acaba bir baştan bir başa hayat, gülünç bir kıssa, inanılmaz ve ahmakça bir masal değil midir? acaba ben kendi masalımı yazmıyor muyum? fakat masal, her anlatanın, miras aldığı ruh durumunun sınırları içinde, tasarlayıp da eremediği dilekler için bir çözüm, bir kaçış yolu ancak." sadık hidayet bu satırları yazdığında, albert camus l'etrenger'i de le mythe de sisyphe'yi de kaleme almamıştır henüz. insan yaşamının "saçma" oluşu ve bu saçmalığın tekrarı, hidayet'in sadece romanın içeriyle değil, biçimiyle de okuyucuya aktardığı bir durum. sürekli tekrarlanan ortak temalı rüyalar, hep gördüğü kasap (can alır, et satar) ve hurdacı (evlerde iş görmeyen nesneleri toplar) ve garip şekilli binaların iki yanından aktığı, neredeyse bütün yolların kendilerine çıktığı sokaklar... bu lezzetli üslubun behçet necatigil tarafından türkçeye aktarılması da romana bir kat daha değer kazandırıyor.
  • kafka, rilke, poe okumayi sevenlerin, severek okuyacagi bir romandir. ayrica, modern dogu edebiyatinda boylesi muhayyel yapilarin, karamsarligin, ölümün kullanilmis olmasi da okurunu dumura ugratmaktadir.
    hamis: 2006 yilindan beri iran'da yasakli bir romandir, buf-i kur.
  • ele ilk alındığında incecik ve pek hafif olan ancak açıp içine dalındığında ne kadar yüklü olduğu anlaşılan bir roman.
    gerçekten çok karanlık ve okuması kolay olmayan bir kitap. öte yandan tam bir şaheser. ilk kez okudugum sadık hidayet’i çok beğendim ve her sayfada ne kadar depresif bir insan oldugunu düşünerek okudum – nitekim ikinci intiharında kaybetmiş hayatını..

    daha kitabın başında bahsettigi devasız dertler bana derinlerde yatan büyük ihtimalle psikanalitik çözümlemelere ihtiyaç duyan nevrotik çatışmaları düşündürdü, tabii bunu kitap ilerledikçe fark edebildim.

    kitabın girişinden itibaren sürekli yineleyen genç kız ve ihtiyar adam sahnesi muhakkak ki kitap için çok önemli bir sembol. ben – belki haddimi aşarak – bunu ödipal bir imge olarak algıladım. bence pis ihtiyar rekabete girilen ve korkulan baba, genç kız ise arzulanan annenin sembolüydü. yine kitabın giriş bölümünde bir pencereden izlediği manzara, ilk sahneyi – yani anne ve babanın cinselliğine ilk şahit olduğu sahne – temsil ediyordu bana kalırsa. dudaklar parmak gibi imgeler vajen ve penis sembolü olabilir diye düşündüm.

    anne imgesi olan kadının bir gece evine gelmesi ve ölümü belki kitabın en karanlık yerlerinden biriydi. anneyle kurulan ödipal fantezinin asla gerçekleşemeyecek oluşunu tasvir ediyor olabilir. öylesine imkansız ki annenin ölümüyle sonuçlanıyor. kadının ölüsüne dair yazdıklarından yazarın ne kadar depresif ve ölüm mefhumuna karşı fazlasıyla ilgili olduğunu düşündüm. sanki yazar hem ölümden korkuyor, hem de ona doğru çekiliyormuş gibi tasvir etmişti ölümü..

    hikayeyi gölgesine anlattığını söyleyen yazar gölgeyle neyi kast ediyordu diye düşündüm. içsel dünyasındaki imgeler olabilir bu gölgeler. ihtiyar adam, genç kadın, kasap, amca..bunların hepsi muhtemelen içsel dünyasındaki önemli kişilikler, anne baba gibi..aslında kitaptaki karakterler de hep birbirinin gölgesi gibidir, servinin altındaki kız, kuzen, nine..öte yandan ihtiyar adam, mezarcı, amca, kasap..ve hatta yazarın kendisi. bir yerde ‘’gözleri kızarık ve yarık dudaklıydı amcam. uzak ve gülünç bir benzerliği vardı benimle, bir dev aynasında benim portremdi sanki” derken belki de babayla özdeşim kurduğunu anlatıyor yazar..nitekim hikayenin sonunda da ihtiyar hurdacı oldum diyerek bitiriyor romanı..

    içsel dünyasına açtığı bir pencere gibi bu roman gerçekten de..hem kendi iç dinamiklerinin bu kadar farkında, hem de bunları kendi başına çözümleyemeyecek durumda oluşuydu belki bu denli depresif oluşunun nedeni kimbilir..
  • "yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.

    kimseye anlatılmaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. tek ilâç şarap yardımıyla unutmaktır; afyonun ve uyuşturucu maddelerin sağladığı sahte uykudur. ama ne yazık ki bu tür devaların da etkileri geçicidir, acıyı kesecekleri yerde çok geçmeden daha da şiddetlendirirler..."

    bazan böyle başlar ruya, bazan böyle biter.
  • latin edebiyatının tam simetriğinde duran harika bir kitap. bilinç ve zaman kaymalarıyla doyurulmuş bir anlatım, okurken insanın ayaklarını yerden kesiyor. abbas kiarostami filmleri gibi smooth operator'lerce kirletilmemiş bir yazarın, sadık hidayet'in bize bir hediyesidir. başucumda bu kitap için her zaman bir yer olacak.
  • behçet necatigil'in harikulade çevirisiyle okuyabildiğimiz için kendimizi talihli saymamız gereken bir doğu başyapıtı. henüz 20 yaşındayken, bir şair tavsiye etmişti mutlaka oku diye. lakin hiçbir yerde baskısını bulamamıştım. kalktım cağaloğlu'na, varlık yayınları'na gittim. adam tuhaf tuhaf baktı yüzüme, sonra depodan bir tane buldu. dünyanın en esrarlı kitabına sahip olmuşum gibi sevinmiştim. okudum, olağanüstüydü.
  • doğu'nun kafka'sı veya camus'u falan değildir. iran'ın sadık hidayet'idir; daha doğrusu pehlevi dünyanın. saçma sapan bir dünyaya meydan okumanın kitabıdır kör baykuş.

    oryantalistlerin ağız suyunu akıtacak imgelere betimlemelere sahiptir ve fakat sadık hidayet'in böyle bir hedefi olduğunu zannetmiyorum
  • küçük bir alıntı ".... kapıyı bir ölü ağzı gibi açık bırakmıştı."
hesabın var mı? giriş yap