• annem el lezzeti olan biriydi. dokunduğu yemeğe lezzet katardı. yazları köye gittiğimizde, dede evinde mutfak anneme bırakılırdı. dedem de sulu bulgur pilavını pek severdi. gider gitmez annemden yapmasını isterdi. evdeki bulgur, dedemin yetiştirdiği buğdaydan yapılırdı. insan doğduğu topraklarda yetişen bir mahsulü yediğinde iyi hissediyor. beyin kimyası bunu fark ediyor. sulu bulgur pilavını cacık, salata ve soğanla birlikte yerdik. sofrada hasret giderilirdi adeta. zaman içinde dedemi ve annemi kendi ellerimle defnettim. ara ara böyle küçük fakat tesirli anlar zihnimde beliriveriyor. anıların güzelliği ile kayıpların acısı duygu çakışmasına yol açıyor. elimde olmadan dalıp gidiyorum. bazı duyguları çok yoğun yaşadığımı anlıyorum. hatırlamak bir terapi. fakat çok sık hatırlamak yorucu. sulu bulgur pilavı ise her zaman müthiş.
  • bugun markette bulgur alirken bir dayi bey abi yanima yanasip sordu: ogrenci misin delikanli?

    hayir dedim o isleri kapatali cok oluyor.
    o zaman bekarsin tek yasiyorsun, bunlari ogrenciler ve yalniz bekarlar yiyor hep, dedi.

    lan ben cok seviyorum niye bu kadar kucuk gordu ki...

    sonra pirinc gosterdi bana. bak bu iyi.. uygunmus da.. osmancik.. gibi tuhaf cumleler kurdu.

    anladgim kadariyla ogrenci olmayan, evli ve duzen sahibi olan kimseler pirinc pilavi yiyor. herifin tavrindan anladigim kadariyla anayasada falan mevcut.

    edt for anlam.
  • çocukluluğumdan beri yoğurtla karıştırıp, bulamaç haline getirerek yediğim enfes besin maddesi.

    not: entry'nin bundan sonraki bölümü bilgi içermeyip tamamen şahsi bir hikayeden oluşmaktadır.

    ilginç gelecek ama bu alışkanlığımı da terence hill'e borçluyum.

    7-8 yaşlarındaydım, o dönemde video furyası vardı, bud spencer ile terence hill'in hastasıydım, kasetleri evde hiç eksik olmazdı, aynı filmleri koyup koyup izlerdim.

    yine bu ikilinin filmlerinden birinde terence hill kovboy rolündeydi, filmin bir yerinde salaş bir bara girip yemek istiyordu, garson da buna bir kap içinde bulamaç gibi bir şey getiriyordu. adam o bulamaçı öyle iştahla kaşıklamıştı ki, inanılmaz şekilde imrenmiştim. şimdi bu satırları bile yazarken hatırladım o anki duygularımı. artık karnım çok mu açtı nedir, o bulamaçı şapır şupur yemesinden çok etkilenmiştim.

    ondan sonra çocuk aklımla evdeki yemekleri karıştırarak bulamaç haline getirip yemeye başladım. tam olarak nasıl karar verdim bilmiyorum ama en sonunda "bulgur pilavı-yoğurt" ikilisi ile kovboy tadı yakalamıştım.

    o gün bu gündür, bulgur pilavını yoğurtla karıştırıp kaşıklarken kendimi kovboy gibi hissederim.

    (bkz: bu da böyle bir anımdı)
  • "bana bulgur pilavı, salata ve cacık olacak... gerisi hikaye."

    2000 li yılların bahar başlangıcına doğru günleri saymaktayım, lise biteli neredeyse bir yıl olmuş, üniversiteye hazırlanmaktayım. hiç unutmam o yılı, unutamam. babam çukobirlik denen hükümete göre şerbet veren yarı özel kurumdan 8 ay maaş alamamış, bu yetmezmiş gibi işten çıkarılmış durumda. annemin öğretmen maaşı, ablamın üniversite gideri ve benim dersane giderime zar zor yetiyor. 15 yıllık bir uğraş sonunda öğretmen konutları denen sitenin kaba inşaatı yeni bitmiş ve biz dersaneme 7 km uzak olan bu evlere taşınmışız. boyası falan evin içindeyken yapılmakta.

    her ailenin başından böyle zor anlar elbet gelip geçmiştir, geçmektedir, geçecektir. neyse, o güzel kozan günlerinde ben dersaneye gidecek dolmuş parasını zar zor denk getirmekteyim. paranın değeri anlaşılmış, ben hocalardan tost çay kapacam diye geometri kasıyorum. aç olduğumdan değil, mal olduğumdan. malum gençlik dönemi, her türlü koşuya geliyor insan.

    babam ise evde mecburi emeklilik günlerini geçirirken bir yandan da gelecek tazminatla iş planları yapmakta. annem okula dolmuşla, para olmazsa benimle birlikte topuklayarak gidiyor. soran olursa da, yürümek gibi spor mu var arkadaş?

    evet o günlerde pek haşırneşirdim bulgur pilavıyla. köyden getirdiğimiz bidon bidon bulguru pilav yapıp, yanına domates, soğan ve sumak üçlüsünden oluşan salata ve eğer bulunuyorsa hıyarla yoksa semiz otuyla yapılmış cacık yemekle geçti günlerim. babam beni avutmak için mi, yoksa ciddi ciddi mi söylerdi bilmiyorum; ama hiç ağzından eksik olmazdı "bana bulgur pilavı, salata ve cacık olacak, gerisi hikaye."

    ama ne olursa olsun güzel günlerdi lan, ailenin dayanışması o günlerde inanılmaz ön plana çıktı. bir kenetlenmeydi o günler. hergün sofraya babam, annem ve ben oturup bu üçlüyü yer, gık demezdik. 7 git 7 gel 14 km yol yürürdük, gık demezdik. tabi vurunca bulgurun dibine, eli ayağı dolaşmıyor insanın, koşuyor, zıplıyor...

    zaten böyle anne baba olunca, insan aç kalır mı? aç kalsa ne olur? ölse ne olur?

    babam gibi tek geçerim arkadaş "bana bulgur pilavı, salata ve cacık olsun, gerisi hikaye." şimdi hafta da bir de olsa yerim bu üçlüyü. maddi imkansızlıktan değil elbet; hem manevi olarak hem fiziki olarak inanılmaz lezzet alıyorum, daha ne olsun.
  • birbirinden lezzetli bircok tarifi vardir. kisinin kendi keyfine gore yapabildigi ve kesinlikle abes kacmadigi yemeklerden bir tanesidir...
    ben salcali ve kuru olanini pek tercih etmiyorum..
    ilk once;
    bulguru islatiyoruz. islaninca sisecek ve daha kolay pisecektir.
    genis bir plav tenceresine teryag ya da sivi yag koyuyoruz. yag kizarken iri bir sogani fazla ince olmadan dogruyoruz, bolca sivri biber (aci olursa harika olur)
    kizgin yagda sogan ve biberler kavrulurken 5-6 adet oldukca olgun domatesi cok kalin parcalara boluyoruz (ben kabuklarini soymuyorum) burada dikkat etmemiz gereken domatesin suyunu ziyan olmamasi. sogan ve biberin icine atip, tencerenin kapagini kapatiyor, tuzunu ilave ediyoruz ve domatesler iyice ezilene kadar (yaklasik 5 dakika) bekliyoruz.
    bulguru ilave ediyor su ilave etmeden birkac dakika bulgurun domates ve soganin aromasini almasi icin bekliyoruz.
    kaynar su ilave ediyoruz (bir parmak kadar tasacak yemektan)
    suyunu cekene kadar bekliyoruz. kagit havlu ya da gazete kagidi ile kapatip buharinda en az yarim saat dinlendiriyoruz..
    bakin bakalim nasil olmus..

    http://c1109.hizliresim.com/11/9/15/11066.jpg

    soranlar oluyor;
    evet olani biteni 6 tane tabagimiz var. evde yapmiyorum yemekleri. dukkanin uzerinde kucuk bir tezgah, lavabo ve buz dolabi var.(firin koymadik firin olsa bakin neler pisiyor) o yuzden hep ayni tabak ile caps veriyorum.. yeni tabak alacak para yok.
    belli olmuyormu verdigimiz tarifler.. bulgur pilavi falan.. fakir picleriz biz..
  • pirinçten her türlü daha lezzetli ve daha sağlıklıdır.
  • kendisine dair güzellemenin allahını şu entry'nin içinde yapmıştım, burada tekrarlamayacağım: (bkz: yiyecek/@dagny taggart)

    tanım: biraz önce beni tanrı'ya yeniden inandıran şey.

    ya ben mutfakla uğraşmayı severim ama acayip becerikli biri değilimdir. yaptığım şey kendime kadar. "aaa sen bulgur pilavını bir de benden ye" denecek bir durum yok yani.

    ama arkadaşlar, tamamen tesadüfen ve tümüyle sebze milletinin kerametiyle, öyle bir bulgur pilavı yaptım ki, ya gerçekten sanat eseri oldu.

    geçen gün migros'a gittim tamam mı, alacağım iki şey var: kıyma ve yoğurt. neden? canım mantı istiyor ama hem gevşek hem de boş şeylere mantı ücreti ödemek istemiyorum. aman ayol dedim kıymalı makarna neyine yetmiyor?

    migros'tan çıkarken elimde kıyma, yoğurt ve afedersiniz 90 lira dışında hemen her şey vardı. bunların biri de, 50 lira üstü alışveriş yapanlara 9 liraya sattıkları bir kilo kadar haşlamalık kuzu eti paketiydi.

    ben onu aldım bi güzel, ikiye böldüm, yani yarım kilo kemikli eti bir güzel haşladım.
    suyuna tane karabiber, tuz ve kimyon serpiştirdim.
    iki küçük patates, iki küçük havuç, bir de orta boy soğan ekledim.
    iki adet kereviz sapı, iki sap da kuşkonmaz şeyaptım.
    öyle uzuuun uzun haşlandı o.

    yanına bulgur pilavı yapmayanı dövüyorlarmış. tamamen haklılar.

    bulgur iri olursa yalnız, "başbaşı" denen cinsten, teşekkürler. aklınızda bulunsun, marketlerde pek bulunmuyor ama, hem koyu renkli hem iri taneli bir bulgur bulursanız kesin alın, hatta bana da alın. teslimatta ödeşiriz, üstüne bir de çay ısmarlarım. (konu bulgur olunca çaya bağlanıyoruz ablacım ya kahve olmuyor sorry. menengiç kahvesi olur ama, kadıköy'de bulursak tabii o ayrı.)

    neyse işte o bulguru tereyağda kavur bir güzel.
    iki ölçü su soyuyorsun ya, işte onun 1.5 ölçüsü bu haşlama suyundan olsun. kalan yarım ölçü için de, son kalan yaz domatesi konserveni aç. bütün mutfak domates kokacak ama var ya hem nasıl. ooo beybi beybi it's a ne güzel world <3

    tabi ki yine tuz kimyon.

    o pilav öyle zaten yeteri kadar çılgın oluyor, sıkıntı yok.

    ama şöyle bir şey yapabilirsin tabii şahadet getirdikten sonra; haşlanmış kemiklerin etlerini pilava didiklemek gibi bir şey mesela.

    allah'ım sana geliyorum...
  • icinde minik minik etler, patlican ve bolcana domates - sivri biber olursa dunyanin en lezzetli yemeklerinden biri olur.
  • kimi evlerde acil durum yemeği olarak kabul edilse de bizim millet olarak - farklı tariflerle- severek tükettiğimiz azığımız. bizim diyarlarda yenir en güzeli. şöyle ki köy değirmeninde çekilmiş hakiki pilavlık bulgur, ev yapımı salça eşliğinde tarladan toplanan kuru soğanla bakır tencere de birleşir. bir tepsiye en incesinden yufka serilir ki o ayrı bir tattır, üzerine sıcacık hafif sulu pilav dökülür. pilav yufkanın üzerinde arz-ı endam eder, yanında süzme köy yoğurdundan ayran, zehir gibi biber turşusu yanında envai çeşit ot çöp, tepende asma yapraklarının sardığı çardak, altında kilim, yer sofrasında.işte o zaman gerçekten bulgur pilavı yediğini hissedersin,her kula da nasip olmaz.
  • babaannem "bulgur pilavı adama kilo aldırmaz" derdi. vefat ettikten sonra 1.5 ay bulgur yedim sadece. en sevdiği yemekti. kilo aldırıyormuş. yine de kurban olurum ona.
hesabın var mı? giriş yap