• rivayet olunur ki; hindistan'da ingilizlerin sömürgeciliğe yeni başladığı yıllarda, fabrikada dokunan ingiliz kumaşları alıcı bulamıyor, herkes elle dokunan bu nadide kumaşı tercih ediyormuş. çözüm olarak ingilizler bu kumaşı dokuyan ustaların ellerini kesmeyi(!) uygun görmüşler. haliyle bu kumaşı dokuyabilecek kimse kalmayınca (ki korkudan dokumayanlar da varmış) hint kumaşı bulunmaz ve ender bulunan şeyleri kinayeli olarak ifade etmek için kullanılan bir deyim olmuş.
  • potansiyel bir toz bezidir.
  • küçük emrah'ın 1985 tarihli ayrılamam albümünden bir şarkı:
    bulunmaz hint kumaaaşı
    durma güneşe kaaarşı
    onu da eritirsin le
    dayanmaz sana kaarşı
  • yoktur böyle bişey.. bulunmaz hint kumaşı sanılanlar vardır.. onlar da aslen paçavradır.. bulunmaz hint kumaşı olmadıkları anlaşıldıktan sonra kıç bezi yapılırlar çoğunlukla..
  • üstün kişilik özellikleri veya direk nadir bulunan değerli nesneler için kullanılan bir deyim.
  • - iyi günner, sizde hint kumasi bulunur mu?
    - bulunmaz hint kumasi bizde.
    - tamam o da olur, onu alayim.
  • ingilizler hindistan'ı işgal ettiklerinde kendi tekstil mallarını rakipsiz kılmak için hint tekstil sanayisini ayakta tutan 40 bin ustanın parmaklarını kesmişlerdir. "bulunmaz hint kumaşı" deyimi buradan gelir.
  • dokumacılık sanatının ustaları, eskiden yalnız hindistan'da yaşarmış. tezgâhlarından dökülen kumaşlar öylesine paha biçilmez güzellikteymiş ki; onlara duyulan imreniş, günümüze kadar gelen bir deyimde insanları değerlendirirken bile unutulmamış. hani ne derler, şöyle tek kaşı hafiften havaya kaldırıp, "hıh, şuna da bak, sanki bulunmaz hint kumaşı!"

    işte bu sanatın en çarpıcı örneğini de cinsellik alanında yaratmış hintli ustalar. kim bilir ilk defa hangisinin aklına gelmiş, kullandığı tahta tezgâh yerine yatağı seçmiş. kadın tezgâhın üstünde çözgü olmuş, erkek de mekikle gidip gelen atkı. başlamışlar birlikte dünyanın en güzel kumaşını dokumaya. atkı ile çözgünün birleşmesinden aşka gelen ustalar, cinselliğin ateşinde yepyeni bir desen yaratmışlar.

    desendeki ilâhî güzellik mükemmele yaklaştıkça, ustalar inanılmaz bir gücün gittikçe artarak kendilerini sardığını hissediyorlarmış. yüzyıllar boyu en güzel deseni bulma çabası içinde, her usta maharetini çırağına öğreterek, cinsel enerjinin dokunmasındaki incelikleri geliştirmişler. sonunda ortaya, kadınla erkeğin birleşmesinden doğan gücün sırlarını veren "tantra sanatı" çıkmış.

    istanbul'da bir guru

    altı yıl önce, istanbul'un gümüşsuyu semtinde, bu türden dokumacılık sanatına vâkıf bir hintli "guru"nun ilginç motiflerle bezenmiş kumaşlar dokuduğunu duyan bir arkadaşım, birlikte gidip tanışmayı önerdiğinde hemen kabul etmiştim. dokuma sanatı kimin ilgisini çekmez ki!

    ara sokağın köşesindeki apartmanın bodrum katına inip zili çaldığımızda, kış güneşi batmak üzereydi. kısa bir bekleyişten sonra, turunculara kırmızı tonların karıştığı örtülere bürünmüş iriyarı sarışın bir genç kapıyı açtı. arkasında duran kadınlardan ilki yirmi beşinde, diğeri ise ondan daha genç görünümdeydi. yine aynı giysiler ve bukle bukle sarı saçlar. çene altında elleri birleştirerek verilen selamdan sonra, anladık ki, ayakkabıları çıkarmak gerekiyor.

    hollanda şivesiyle ingilizce konuşan genç adam, devamlı tebessümünü hiç bozmadan, "guru"nun içeride bizi beklediğini söyledi. dairenin salonuna geçtik. içeride mobilyadan eser yok. yerlerde halı ve yaygılar, bir köşede gitar ve santura benzer bir çalgı duruyor. loş ışık altında, duvara asılı posterlerde eski hint resimlerinden ilginç örnekler dikkati çekiyor.

    salonun ortasına bağdaş kurup yerleşmiş olan "guru" bizi gördüğünde hiç istifini bozmadı. aniden, sanki yeni fark etmiş gibi yüzüne yayılan bir gülümseyişle, "welcome to the temple of eternal joy and happiness, my dear friends!.." çıktı ağzından. kelimeleri çiğnercesine şarkı söyler gibi konuşmasından hintli olduğunu anlamamak imkânsızdı. "ebedi neşe ve mutluluk mabedi" diye reklamını yaptığı bomboş salonda, herhalde insanı önce soğuktan nezle edip sonra neşelendiriyor, diye düşündük. halbuki, kömür alacak paraları kalmamış.

    guru, bitmeyen şarkılardan bir demet sunar gibi, sorduğumuz şeylerle hiç ilgisi olmayan uzun melodik tiradı boyunca sevgiden, doğanın güzelliklerinden, beslenmenin inceliklerinden ve yoganın sağlığa yararından dem vurarak bir saatten fazla konuştu. arada bir durup, parmağıyla burnunun bir deliğini kapatıyor ve diğeriyle derin nefes alıp veriyordu.

    bir fırsatını bulup konuyu cinsel enerjiye getirmeye çalıştık. hintli, "eveet, çok ilginç bir nokta" diyor ve sonra yine ayağıyla oynayarak önceki dinlediklerimizi tekrarlamaya başlıyordu.

    tanrıların iksiri

    bir ara içeriye elinde bir tepsi ile sarışın kadınlardan genç olanı girdi. onun da ayakları çıplak. üstünde de bir yığın kırmızılı turunculu bol giysiler var. gülümseyişini hiç bozmadan bize birer bardak içki ikram etti. "nedir bu?" dedik. tanrıların içtiği iksirmiş. eh, işte şimdi dokuma sanatından örnekler başlıyor, diyerek bardaklara uzandık hemen. sarışın güzel de yanı başımıza bağdaş kurup oturdu. tanrıların iksirini içtik. meğer, portakal suyunun adı değişmiş, bizim haberimiz yok.

    zaten akşam olmuştu, "guru"nun aynı plağı dinletmesine fırsat vermeden kalktık. mabedin hizmetkârlarıyla kapıda selamlaşıp, ayakkabılarımızı bile bağlamadan kendimizi dışarı attık. yolda giderken sordum, "sen ne dedin de o kız öyle şaşırdı bir an?" arkadaşım yurtdışında kaldığı sırada tantra ile ilgilendiğini söylerdi. onların cinsel tekniklerinden bazı şeyler de öğrenmiş. "o kıza haziran ayındaki dolunayda benimle maithuna yapıp kundalini yaratmamızı teklif ettim" dedi. "o da ne demek öyle?"

    anlaşılan, sarışın güzel hoşuna gitmiş olmalı ki, "münasip" bir dille onunla sevişmek istediğini belirtmiş. "iyi de kardeşim, hazirana daha dört ay var. üstelik dolunayda ne olacak? sen yoksa kurt adam filan mısın?"

    işte bu vesileyle "tantra" türü dokuma sanatına ait bir şeyler öğrenebildim kendisinden. ne kadarı doğrudur, bilemem. ama, anlattıklarına bakılırsa, erkekle kadının birleşmesi atom bombasına benzer bir güç yaratıyormuş. yeter ki usulünü bilelim.

    zevk amaç değil vasıta

    aslında bütün mesele sonunda gelip cinsel ilişkiye dayanıyor. tek farkı, bu ilişkinin belirli bir amaca yönelik olarak yapılması. sevişmenin, verdiği zevkten başka ne amacı olur, diyeceksiniz. tantracılara göre, zevk amaç değil, vasıta. eğer gereğince kullanılırsa, ortaya "hayat enerjisi" dedikleri üstün bir güç çıkıyor ve bu enerjiyi kullanarak ruhsal yeteneklerini geliştiriyorlar.

    "guru"nun "mabet" dediği evde, o soğuğa rağmen, herkesin yalınayak dolaşması dikkatimi çekmişti. söylentiye bakılırsa, cinsel enerjinin bedende aktif hale geçmesiyle, soğuğa karşı direnç kazanılıyormuş. ayrıca, çıplak ayakla yere temas ederek bu enerji akımı sağlanıyormuş. üstelik bu sadece çok basit bir örnekmiş, kazandırdığı diğer güçler yanında.

    üretiliş biçiminin zevkli olması bir yana, günümüzün enerji sorununa da çare bulan bu konuya bilimsel bir ciddiyetle eğilmek gerektiğini vurgulayarak, "şu işi daha detaylı anlatsana biraz" diye üsteledim.

    efendim, biz insanlar - canlı birer varlık olarak - hayat enerjisini zaten içimizde taşıyormuşuz. fakat, normal şartlarda bu enerji çok sönük ve âdeta uyuyan bir güç olarak gizlenmiş duruyor. rölantide çalışan motor gibi, bu enerjinin çok küçük bir kısmını kullanıyoruz. tantra'cılara göre, cinsel birleşme sırasında, bu enerji gizlendiği yerden çıkıp uyanıyor. duyulan zevk ne kadar şiddetli ise enerjinin açığa çıkması da o kadar çok oluyor. ama, o anda insan kendini zevkin sarhoşluğuna kaptırdığı için, bu enerji de bir anda dağılıp gidiyor.

    bunu önlemek için bazı şartlar var. önce, birleşecek kadınla erkeğin birbirine uyumlu enerji dalgaları yaymaları gerekiyor. hint astrolojisi bu konuda bir sürü açıklamalarla dolu. temel olarak, kadının ve erkeğin doğdukları anda, güneş, ay, mars ve venüs gökyüzünde nasıl duruyormuş, buna bakıyorlar. bu uyumlu çift, erkeğin venüs'ü ile kadının mars'ı aynı yerde olursa gerçekleşiyormuş.

    diğer bir şart, uygun zamanın seçilmesi. bunun için de, genellikle dolunay ve yeniay dönemleri uygundur deniyor. dolunayın âşıkları büyülemesi herhalde bu enerjiyle ilgili olsa gerek. yeniayın ne işe yaradığını öğrenemedik, ama önemliymiş.

    sonra, beslenme konusu geliyor. tıka basa yemek yerine, acıkma hissinin olmayacağı kadar bir dolgunluk yeterli. asıl önemlisi, barsakların iyice boşalmış olması. şarap ve bazı baharatlar tantracıların vazgeçemedikleri şeylerden. et olarak sakatat ve balık yenmesi öneriliyor. hamur işi yok denecek kadar az. kepekli ekmeğe itibar çok.

    diyelim ki, bu işe gönüllü bir çift var. uyumlu enerji dalgaları yayıyorlar. zamanı da iyi ayarlamışlar ve beslenmeleri aynen tantra reçetesine göre. şarabı içtiler, baharatlı yemeklerin dürtüsüyle bir an önce enerji üretme sevdasındalar.

    işte, bu dokuma sanatının incelikleri burada başlıyor. tantra'ya göre, hayatın sırrı dişi ve erkek ilkenin birleşmesinde yatıyor. cinsel birleşme de yaratılışın başlangıcı sayılıyor. kadın yer, erkek gök gibi, yer ile göğün birleşmesi de tabiatın canlanması olarak sembolize edilmiş.

    sevişme âyinle başlıyor

    kadınla erkek önce karşılıklı oturarak birbirlerine bakıyorlar. bedenlerinin aynen tabiat gibi örtülerden arınmış olması gerekli. düşündükleri şey, yer ile göğün birleşerek hayatı yaratışı. bakışlar gözlerde birleşerek ilk adım atılıyor.

    akıllarında tek bir bütün olma düşüncesi var. ilâhî yaratılışı birlikte yaşamak ve böylece yaratılıştaki temel gücü yakalayabilmek. sonra, sıra dokunmaya geliyor. önce elleriyle, kadın ve erkek karşılıklı var olduklarını hissediyorlar. bu aşamada gözler kapalı. kadın erkeği, erkek de kadını kendinden farklı ama bir bütünün parçası olarak iç dünyasında hissetmeye başlıyor.

    dokunma aşamasında, önce eller ve sonra yaklaşan bedenlerin râyihâsında bütün duyuların coşmasıyla, birleşme isteği son haddine varıyor. aniden heyecana kapılıp bu safha yeterince uzatılmazsa, büyü bozuluyor. her iki taraf, karşısındakinin varlığında kendi benliğini unutacak bir düzeye gelinceye kadar beden teması devam ediyor. öyle ki, sonunda birbirinin kollarında, dudakları ve bütün bedenleri kenetlenmiş olan çift, âdeta farkında olmaksızın cinsel birleşme durumuna geçmiş buluyorlar kendilerini.

    bu durumda, kadın ve erkek birbirlerine bakarak birleşmenin mutluluğunu duyuyorlar. bir süre hiç kıpırdamadan. sonra, dokunacak kumaşın çözgüsü arasında gidip gelen mekiğin ritmiyle, atkı ipliği aradan geçerek yaratılış başlıyor. kadın ile erkek bütün bedenleri ile bu ritmi uygularken, gittikçe büyüyen bir duyguyla tek bir bütün olmanın yarattığı enerjiyi hissediyorlar.

    enerji gittikçe çoğalıyor. beden ritmi ile nefes ritmi arasında tam bir uyum sağlandığında, her ikisi de o an yükselen "hayat gücü"nü içlerinde duyuyorlar. bu güç artarak bütün benliklerini kaplıyor. aniden beyinlerde duyulan bir şimşek parıltısı ile bütün kâinatı bir anda kendi içlerinde hissediyorlar.

    şuna kısaca birlikte orgazm olmak desek, yanlış mı olur? tantracıların ağzında hep aynı cevap: "hayır, orgazm değil bu, sarhoşluğa kapılmak yok!" erkek bu durumda katiyen boşalmayacak. aksine, kadının orgazmını yavaşlatarak uzun bir süre aynı durumda kalmasını sağlayacak ki, beklenilen enerji kontrollü bir biçimde emilsin. tantra'nın püf noktası işte bu, diyorlar. erkeğin, boşalmadan uzun bir süre kadınla birlikte aynı orgazmı hissetmesi gerekiyor. kadın da yavaş yavaş kabaran orgazm tufanı içinde, ağır çekimdeki bir film gibi olayın bütün detaylarını içinde duyduğu takdirde başarıya ulaşıyor.

    işte bize anlatılanlar bu. denemesi de kişinin zevkine kalmış bir şey. birleşme bittiğinde, çiftler ayrıldıktan sonra bile, uzun bir süre içlerinde devamlı kabaran okyanus dalgalarına benzer bir duyguya kapılıyorlarmış. bunu da enerjinin beden içindeki dolaşımı olarak yorumluyorlar - ve nedense - tantra ile uğraşanların hepsi devamlı gülümsüyorlar.

    kadın dergisi, sayı 16 – 1985 nisan
  • ingilizlerin hindistan kumaş pazarına hakim olabilmek için yerli hint dokuma ustalarının baş parmaklarını kesmeleri üzerine çıkan bir deyim olduğu söylenir.
hesabın var mı? giriş yap