• eger cafe de flore' e gidip guzel bi kavaltı cekerse canınız, ve tabi ki bu kahvaltıyı croissant'sız dusunemiyorsanız o zaman buyrun size cok insanın bilmedigi bir ipucu.

    cafe de flore' de iki cesit croissant servis edilir. biri mehsuuuur pastane dalloyau uretimi olan, digeri cafe ' nin arkasında rue de buci'deki bir pastanenin urettigi croissant. eger siz sadece croissant siparis ederseniz buci patisserie'sinin ki gelecektir karsiniza, ama eger ki dalloyau ' nunkinden isterseniz, hem cok daha buyuk, hem cok daha lezzetli bir croissant yemis olursunuz.
  • turistik her restoran ya da cafe gibi pahalı ve gereksiz. ama illa "satre burada oturdu benim neyim eksik" diyorsanız sadece bir kahve içip kalkın. kazık yiyince insan varoluşsal meselelere takılıyor...
  • zamaninda jean paul sartre 'in evini isitmaya parasi olmadigi icin,yazilarini yazmaya geldigi kafe. son yillarda christian dior lar ve louis vuittonlarla kaplanmis olan saint germaindeki bu kafede bir kahve icmek yerine bir ay bir isitilabilir.
  • sartre ve camus'nun götü sayesinde hala ününü koruyan, paris hanımefendi ve beyefendilerinin oturup, sağdan soldan geçenlere "paris ne hale geldi yahu" şeklinde baktıkları saint germain cafesi. kahveye, kruvasana kuş kondurmuyorlar yani.
  • eger oturup bi kahve icmezseniz turkiyedekilerin parise gittiginize falan inanmayacagi, buna karsin bi kahveyle bile olsa "st germain'de en sevdigim yer cafe de flore" diye dolastiginiz takdirde parizyenliginizden sual olunmayacagi, sehrin ultra turistik mekanlarindan biri.
    birebir ayni etki icin (bkz: les deux magots)
  • ilk izlediğimde ben de mistisizm, reenkarnasyon bağlamlarında düşündüğümden, kurgusal olarak beğensem de çözümlendiği noktayı çok etkileyici bulamadığım filmdi. fakat izledikten bir iki ay sonra hayatıma giren biri sayesinde çok ilginç bir döneme girdim ve artık bu film daha anlamlı geliyor tekrar izlediğimde, sanırım özdeşim kuruyorum ve daha farklı yorumlamaya meyilliyim.

    --- spoiler ---

    farklı yıllarda geçen, birbirine paralel iki hikaye var:

    jacqueline - laurent - véronique (vero bundan sonra)
    carole - antoine - rose

    hikayeleri paralellikleriyle birlikte özetleyecek olursak karşımıza şunlar çıkıyor:

    jacqueline ve laurent'in arasındaki bir anne oğul ilişkisi; ama burada laurent'in down sendromlu doğması detayı veriliyor. bu detay, jacqueline'in çocuğunu fazlasıyla sahiplenişinin işlenmesine zemin yaratıyor. jacqueline laurent'i herkesten korumaya çalışıyor (onu kabullenmeyen babasından bile), fiziksel ya da sözel olarak kendini savunması için bir şeyler öğretmeye çabalıyor, çocuğun "olduğu şeye dönüşmemesi için" down sendromlulara özel merkezlere gitmesine müsade etmeden sıradan çocuklarla aynı eğitimi almasını istiyor ve bu süreçte sorun yaşamasın diye gece laurent uyurken defterindeki yanlışları bile silip düzeltiyor. jacqueline'in hayatının odağı sadece laurent, başka bir insanla hayatını birleştirmeyi hiç düşünmemiş.

    carole ve antoine, ergenlik dönemlerinde tanışıp aşık olan iki insan. birbirlerini çok seviyorlar, evlilik, çocuklar vs. yani klasik bir mutluluk hikayesi. carole ve antoine arasında da bir anne-oğul ilişkisine benzer destekleyici bir durum var; carole'un antoine'ın kıçını nasıl topladığını, "yoldan çıkacağını" hissettiği zamanlarda gizlice antoine'ın annesini arayarak babasıyla buluşma ayarladığını ve birlikte grup toplantılarına gittiklerini (muhtemelen bir uyuşturucu sorunuyla alakalı) vs. antoine'ın terapi seanslarından öğreniyoruz. bunlar da aralarındaki uyumdan dolayı bir ruh eşi durumuna inanıyorlar. antoine için bir bilgi verilmemiş, ama antoine carole'un hayatına girmiş olan tek erkek, başka kimseyi sevmemiş ve bu aşka ciddi bir anlam yüklemiş ruh eşi durumundan dolayı.

    laurent'in okuluna vero adında bir başka down sendromlu kız gelmesiyle işler değişiyor. laurent ve vero birbirlerini çok seviyorlar, o kadar ki sarıldıkları zaman öğretmenler ve aileler onları ayıramaz oluyor, tüm vakitlerini birlikte geçirmek istiyorlar. jacqueline bu durumu kolay kabullenemiyor, "sen daha çok küçüksün, aşktan ne anlarsın ki" dediği zaman laurent ona "onu seni sevdiğim gibi seviyorum" diyor. valla biraz psikanaliz falan bileydim şuradan çok güzel malzeme çıkardı aslında ama bilmiyorum, ama annesine duyduğu sevgiyi başka bir kıza yönlendirmeye başlıyor artık laurent. elbette annesini de sevmeye devam ediyor.

    carole ve antoine cephesinde de benzer bir durum mevcut, bir partide antoine ve rose birbirlerini görüp etkileniyorlar. sonraki karşılaşmaları carole'un antoine'ı gönderdiği bir toplantıda oluyor. sonrasında iş alıp başını gidiyor, carole terkedilmiş ve yalnız, problemleriyle boğuşurken antoine rose'a sırılsıklam aşık, tavşanlar gibi sevişiyor, rose'la olan birlikteliğini kimse desteklemezken, kızları ona sürekli carole'u hatırlatmaya uğraşırken ve babası buna duyduğu tepkiyi kalabalık misafir grubunun önünde yaptığı konuşmada gösterirken, kimseyi dinlemiyor ve ondan uzaklaşmıyor. öte yandan, carole'a da hala çok değer veriyor ve belki hala çok seviyor bile. terapistine anlattıklarından öğreniyoruz ki bazen hata yaptığını düşünüp pişmanlık duyuyor, sahip olduğu her şeyi kaybettiğine inanıyor ve ölümü düşündüğü bile oluyor.

    vero'nun ailesi jacquelin'e çocukları down sendromlular için yatılı bir özel eğitim merkezine göndermeyi öneriyorlar, böylece çocukların da sürekli bir arada olabileceğini söylüyorlar. jacqueline bunun çocuklara zarar vereceğini düşünüyor ve laurent'in gitmesine müsade etmiyor. laurent ve vero bir süre görüşebiliyorlar fakat laurent'i yatağa bile bağlıyor evden kaçmaması için. cafe de flore plağını yok ediyor, çünkü laurent'e vero'yu düşündürmeye başlıyor bu en sevdiği müzik. yine de çocuğunun sevgisinin ve vero'yu görme isteğinin önüne geçemiyor.

    carole, ta en başında olanları hissettiğini ama hiçbir şey yapmadığını söylüyor arkadaşına. (zaten yapsa bile kıskançlık, paranoya kaynaklı önlem alma çalışmalarının genellikle ters teptiği gerçeği var benim nezdimde, olacağı varsa oluyor işte) ama antoine ve rose'un evlenmeye karar verdikleri dönemde (beraber yatılı okula gidermiş gibi) benzer bir şekilde rose'un da antoine'a zarar vereceğini hissediyor. işte burada biraz mistik şeyler sözkonusu, çünkü carole bir kabusunda böyle bir şeyi görürken/hissederken o esnada rose'un da antoine'a birtakım haplar falan gösterdiğini görüyoruz, adamı yine yoldan çıkaracakmış gibi.

    jacqueline çocukların görüşmesine artık ses çıkaramaz halde onları arabanın arkasına alıp yola çıkıyor, onlar hiçbir şeyden haberleri olmadan otururlarken, ağlayarak son hızda sürüyor arabayı ve kasten bir başka arabaya çarpıyor. onlar için hikayenin bittiği nokta bu.

    carole ağlayarak antoine'ın evine gidiyor, sarılıp kendisini affetmesini istiyor. sarılıyorlar, antoine da af diliyor karşılığında, rose da onlara katılıyor.

    hikayelerin birbirine bağlandıkları nokta nedir peki? jacqueline, laurent ve vero'nun hikayesi sürekli carole'un rüyalarında görünüyor ona ki bu rüyaların aslında kullandığı çeşitli ilaçlar ve uyuşturucuların halüsinatif etkileriyle şekillendiğini de söyleyebiliriz. parça parça, başta kendisini araba kullanırken görüyor, arka koltukta ise bir "minik canavar"ı gördüğünü anlatıyor. bu parçalar açığa çıktıkça o minik canavarın down sendromlu bir çocuk olduğunu farkediyor. rüyalarını anlamlandırmaya çalışıyor sürekli, başucunda hep rüyaların anlamlarına dair kitaplarla uyuyakalıyor, hatta bir noktada bir medyuma gitmeye bile karar veriyor. bu medyum seansından sonra jacqueline ve laurent'in ilişkisinin aslında kendisinin antoine'la olan ilişkisin bir izdüşümü olduğunu farkediyor. aralarındaki ilişki başka hayatlarda da sürmüş ve sürecek, çünkü onlar ruh eşi, başka bir hayatta anne oğul olsalar bile. filmde yer yer antoine'ın geri döneceğine inanıyor rüyalardan bağımsız, ya da gidip onu kurtarması gerektiği düşüncelerine kapılıyor bu rüyaları görürken.

    fakat bence aslında işlenen, bir başkası için terkedilmiş aşık bir kadının yasıyla yüzleşerek olanları kabullenmesi. o noktaya kadar kendini olabildiğince eve kapatan, sürekli uyuyan, sadece bir arkadaşıyla görüşen ve tek aktivitesi yoga, akupunktur gibi kendini iyi hissetmeye yarayacak şeyler olan biri. bu tekrar eden rüyaları anlamlandırmaya çalıştıkça, kafasında antoine ile arasında kurduğu o ilahi bağı devam ettiriyor, birbirlerinden asla kopmayacak ruh eşleri olduğuna inanıyor. savunma şekli bu, çünkü kendisinin de söylediği gibi böyle büyük bir aşkı kaybedersen ya hayatında bir anlam ararsın, ya da ölürsün. bu anlamı bulmak da carole'un yaşama tutunma çabası. şimdi değil, bugün değil ama bir yerlerde yine beraberiz, beraber olacağız düşüncesi. bu düşüncenin kendisine verdiği güçle antoine ve rose'un düğünlerine bile katılıyor, çocuklarının onlarla yaşamasını sorun etmiyor.

    bu şekilde bakıldığında film ne yazık ki gerçekçi, bir o kadar da iç burkucu bir hikayeye dönüşüyor. hayatta kalabilmek için, hepimizin bir noktada yasıyla yüzleşmesi ve kabullenmesi gerekiyor.

    --- spoiler ---
  • zamanında sartre'ın sık sık uğradığı mekanlardan biri şimdilerdeyse aptal paris burjuvazisinin elinde. hoş zaten sen jermen denilen yerde artizden bol ne var ki ?
  • hülâsa, ismi floredur ama oraya genellikle faune takımı takılır.
  • sartre 'in veya de beauvoir 'in sokaklarda libération sattigi gunlerin yitip gitmek bilmeyen anilari ile yasayanlarin, heyecanlananlarin gittigi paris kafesi. hal boyle olunca parisliler adimlarini bile atmazlar o kafeye; o kic kadar mekani fransa'nin kendi tasrasindan gelmis turistleri basta olmak uzere dunyanin her tarafindan gelen turistler doldurur.
  • bu kafenin garsonları ile les deux magots garsonları arasında ara sıra savaş çıkıyor. sartre en fazla bizim kafede oturdu! hayır simon de beauvoir'ı en fazla burada öptü, bzim kafede fransız öpücüğü icat edildi gibi laf atmalarla başlıyor olay, sonra kaşık, bardak altlığı fırlatmaya dek varıyor iş. ulan iyi ki bir sartre oturdu sizin kafede. şu masada osurmuştu, şurada da kahvesinden bir damla döküldü diyecekler neredeyse. o bir damla kahvenin döküldüğü yer anıt mezara dönecek, her gelen turist oraya bakıp iç geçirecek falan.

    diyebiliriz ki les deux magots ile birlikte saint germain muhitinin kızılkayalarıdır. allahtan sartre oradan kalkıp başka yerlere oturmamış. bu sayede st germain de kafeler kadar mağazalar ve evler de var.
hesabın var mı? giriş yap