• iki gundur aklimdan cikmayan cafe. lisedeyken okul cikisi, dersaneden once, neredeyse her gun kostur kostur gider kumru yerdik. alt kati yoktu o zaman. ozgur abi vardi. "ozgur abi, ozgur abi" diye darlardik. bisey istedigimizde mesgulse eger, "girin alin mutfaktan" derdi ozgur abi. sonra dogumgununu kutladigimizi hatirliyorum kafenin. hediye almistik kocaman mumlar.. biz boyle mini mini birler, afacan ikiler bir grup idik, bir de hic onlar kadar buyuyecegimize ihtimal vermedigim uzun sacli abiler, delikanli ablalar vardi, o abilerle bazi arkadaslarim cikmaktaydi. herkes birbirine leydim lordum derdi de kimseye komik falan gelmezdi....... bir kac yil sornasinda ben istanbul'a gittim okumaya, dediler alt kat acildi. bir heyecan ev gormeye gider gibi elimde hediyemle gittigimi hatirliyorum. oturan insalari, bilhassa formalilari deli gibi kiskandigimi falan.....
    sonra ankara'dan, haliyle orta dunyadan ve diger cokca seyden kopus...
    simdi o uzun sacli abiler, delikanli ablalardan belki daha cok yas almis, saat farki olan bir cografyada, cafe orta dunya dustu aklima.
    duruyorsa ahdim olsun ilk turkiye seferinde elimde hediyemle gidecegimdir yine...
  • tuvaletteki çöp kutusunun üzerinde "yan taraftaki kutu" yazar. "ne lan bu?" dersiniz işerken, sonra işinizi bitirip arkanızı dönüp kabinden çıkmadan önce kapının üzerindeki notu görürsünüz: "lütfen kağıtları yan taraftaki kutuya atalım". euhuhe der ve çıkarsınız.

    edit: şimdi düşündüm de, o yazı aslında sıçan adamlara hitap ediyor galiba. sıçan adam napacak, karşıya bakacak yazıyı görecek tabii ki. nasıl da çözdüm olayı ama.
  • ankara'da yaşayan her nerd'in en az bir kere gidip karabüyüsünden içtiği mekan.

    lisede haftada 3-4 gün gittiğim bir yerdi. kocatepeden yükselen bangır bangır ezan sesi eşliğinde silmarillion okur, arkadaşlarla feanor mu daha taşaklı yoksa glorfindel mi muhabbeti yapardık. geçenlerde tekrar gittim, belki de üzerinden yıllar geçtiği için eski tadı yokmuş gibi geldi. bir de o fiyatlar ne öyle yav.
  • üst katında cam kenarında otururken hissettiklerimi halen ifade etmekte zorlanırım. içeriden zar mızrak ve zırh sesleri, kahkahalar ve kükremeler ve tom waits, dışarda tüm gökyüzünü kapatan alçı beyazı kocatepe ve çınlayan ikindi namazı. bir içeriye kulak kabartıyorum bir dışarı. her geçişimde önünden kafamı kaldırıp tabelasına baktığımda, hala ilk defa gördüğümdeki o heyecanı duyardım. buz gibi ankara ayazına karşı içerde kalın kupalarda sıcacık çay. alt katı açılması epey değiştirmişti tabi, üst kat biraz daha, unutuldu sonra, ya da geri plana itildi, o duvardan ayrılan yırtılan posterleri bile öylece bırakmışlardı. şimdi ne haldedir tabi bilmem. ankara'ya gittiğimde, içine oturup bir el go atmak, muazzam besin kumru makarnasından yemek ve sıcak bir çayını içmek bana farz olsun.

    edit: gittim.
    üst katı çoktan kapanmış. kumru makarnası da menüden kalkmış.
  • ankara da kocatepe nin karşısındaki huzur ortamı.

    üniversitede uzun bir süre dadandıktan sonra, iş güç derken bir-bir buçuk sene hiç gitmediğimizi fark ettik. dün akşam yakınında bir yere gideceğimiz için yemeği burada yiyelim diye geçtik. bir de baktık ki her şey aynı; aynı müzikler, aynı yemekler, aynı muhabbetler hatta o güzel insanlar o güzel atlara binip gitmemişler, çalışanları bile aynı* .neyse yemek- muhabbet cok keyifli gelince sonraki programı iptal edip uzunca bir süre oturduk*, üstelik bize en güzel yeri ayarlamaya çalışan arkadaşa sürekli "yok zaten yarım saate kalkıyoruz, şuraya sıkışırız" dememize ragmen. işte böyle keyifli gecen bir günün ardından eve gittik ki, adamlar kartla yaptıgımız ödemeden ismimizi bulmuslar. facebook tan bir mesaj: "oturdugunuz yerde bir şal var siz mi unuttunuz?"

    kendilerine yeşim salkım vokaliyle "sen başkalarına benzeme sakıııın, hep böyle kal hep cana yakıııın" diyerek selam eder, şimdiye kadar kaybolmuş bütün şallarımız adına teşekkür ederim.
  • ankara'ya dair özlenen tek şey olabiliyormuş burası bunu anladım. tortellini ve alfredo'suyla, china town'uyla, sandviçleriyle, kara büyüsüyle, duvarlarındaki gazetelerden dergilerden kesilmiş fotoğrafları, haberleriyle, çalan müziklerle falan filan. özleniyor cidden. uzunca bir aradan sonra gidince aralarında bir sürü bir sürü anımın bulunduğu duvarlarında el izleri görüp "keşke benimki de olsaydı, böhü" dediğimi de hatırlar gibiyim.

    lakin çaylarının arasında denenmemesi gereken şeyler var. şimdi adı aklıma gelmiyor da, fazla fantastik seçimlerden imtina edilmeli.
  • ankarada denenesi bir cafe. kara büyü nün içilmesi tavsiye edilir.
  • yerel seçimlere muhtarini sececek (orta dunya muhtari :) ) begendigin arka yuzune bakan frp oynayanlar icin sicak bir ortam olusturan hos bir cafe. frp oynarken cami manzarası ilginc diyaloglara sebep açar o ayrı.
  • ankaraya gider gitmez uğradığım, kedilerini sevdiğim, buzlu kahvelerini içtiğim ve içinde her zaman pek bir mutlu olduğum mekan..bir kış gecesi ağlayarak önünden geçerken kapılarında kocaman 'çorba yaptık' yazısını görüp de gülümsemiştim kocaman, öss isimli pek sevimli sınavdan sonra makarnalarında teselli bulduk hep beraber, ankaradan ayrılmadan önceki son gecemde kedi sevdim kahve içtim gene bahçesinde.. bir mekanın ruhu olabilirse eğer, ben kesinlikle orta dünyanınkine aşığım..
  • iyi bir aşçısı olan cafe. bazı günler bu aşçı arkadaş yerine, mutfakta pek cool, ne gudubet, nede yavşak tam kıvamında bir bağyan arkadaş çalışıyor. o günlerde de kıvamında oluyor yemekler. sürekli lamba değiştirmeseler daha iyi olacak. uzun saçlı karizmatik bi abi var, sanırım patron, o yapıyo hep. bi de yeni bi garson almışlar ne gudubet, nede yavşak tam kıvamındaki bağyan arkadaş eziyet ediyo bebeye. ama büyüyünce patrona benzeyecek sanırım, saçlar uzamaya başlamış.
hesabın var mı? giriş yap