• genelkurmay başkanı mareşal fevzi çakmak, fransızların majino hattı'nı örnek alarak trakya'da bulunacak ve beton ile çelik karması bir savunma merkezi olacak bir hat planı hazırlamıştır. bu savunma hattına kendi soyadını vermek istemiştir. ancak cumhurbaşkanı mustafa kemal atatürk, bu plana karşı çıkmış ve şöyle demiştir:

    "savaş, oldum olası toprak üstünde yapılır ve toprak üstünde kazanılır, yahut kaybedilir. çakmak hattı ne kadar güçlü olursa olsun ömrü, bir muharebeninki kadar kısadır. ben milletimin parasını bir kapris uğruna toprak altına gömdürmem."
    demiş ve ileri görüşlülüğünü ortaya koymuştur. o günkü silahlarımızla alman ordusunun bu hattı geçmesi herhalde 1 günü geçmezdi
  • atatürk'ün sağlığında, olası bir alman istilasına karşı tedbir olarak düşünülen bu devasa savunma yapıları kompleksine (arnavutköy'ün karadeniz kıyısından büyükçekmece bölgesinde marmara denizi'ne {bu hat aynıyla kanal istanbul rotasıdır ayrıca} ve ayrıca saros körfezi'nden gelibolu yarımadasını tutacak şekilde yine marmara denizi'ne kadar uzanan yüzlerce betonarme korugan ve muhtelif yerlerde bunları lojistik olarak bağlayan tünel ve demir yollarından oluşan çok büyük savunma sistemi-görsel) şiddetle karşı çıktığı bilinir ama nedeni hakkında konuşulmaz pek..

    ikisi de aynı dönemde benzer savaşlar içinde pişmiş, üç kıtada kan ve ateş çemberinden geçerek kaybedilen koca bir imparatorluktan geriye kalan son vatan parçasını düşmandan temizleyip o son kaleye bir yurt kurmuş olan bu iki büyük türk mareşali arasındaki derin strateji ve doktrin farkı beni hep düşündürmüştür..

    bu, kökü o kadar derinlere inen bir farktır ki işin karmaşıklığıyla bir yerden sonra her şey anlamsızlaşıyor..

    şahsen o kadar derinlerden inci çıkaracak kabiliyetim olmadığı için, balkan savaşları'nın yarası bu ülkenin tüm evlatlarının üzerinde henüz çok tazeyken (1913) yazılmış olan bir kitap** ve yaklaşık beş yıl sonra (1918) o kitaba cevaben mustafa kemal paşa'nın yazdıklarını* işaret etmek isterim..

    bu iki rehber kitap içinde not aldığım bazı bölümler mustafa kemal ve en yakın arkadaşı nuri conker'in; savaş fikri ve o fikrin içindeki özü nasıl kavradıklarını anlamak açısından oldukça önemli.. müdafaa için zorunlu bir şekilde yapılıyor olsa bile (ki aksinin zaten cinayet olduğunu da söyleyecektir daha sonra*) ordu bir harp durumunda savunma pozisyonunda kalmamalıdır onlara göre.. taarruz ve savunma arasındaki bu "basit" gibi görünen felsefi tercih, günün sonunda tüm savaş alanını analiz edecek olan kurmay akılda ve akabinde elbette ki her türden askeri taktik ve stratejide çığ gibi büyüyen bir olaylar zincirinin ilk adımıdır..

    fikren birbirinden ayıramadığım bu iki genç türk subayı'nın (nuri conker zabit ve kumandan'ı yazdığında 31, mustafa kemal 5 yıl sonra hasbihal'i yazdığında 36 yaşında) yazdıkları iki kitaptan alıntıyla:

    --- spoiler ---

    [...savunma olumlu değildir. savunmanın en büyük faydası olsa olsa kaybetmemek olur ki bu da geçicidir. harpte amaç; düşmanı mahvetmek, yok etmektir. bunun yolu da yalnız taarruzdur.]

    ---

    [ordu düşmanın kötülüğünü önlemek, kısıtlamak için değil, aksine düşmanı zora sokup hasar vermek için harp edecektir. bundan dolayı, düşmanın harekâtına meydan vermemek, aman diletmek için, daima taarruz etmek suretiyle, hem saldırı bertaraf edilir, hem de bir daha saldıramayacak hâle getirilir ki asıl amaç ikincisidir.]

    ---

    [...harp taarruzdur. ordu taarruz ordusu olmalıdır. elimizdeki silah kendimizi düşmandan muhafaza için değil belki düşmanı bizden korunmaya mecbur etmek içindir.]

    ---

    [...taarruz ordusunu teşkil edecek milletin, japonların “kugekiseişin” dedikleri taarruz ruhuna sahip olması lazımdır. işte bu taarruz ruhu, 1904 yılında,

    “bin keder, bin elem fakat her şeye rağmen ileri!
    başka bir şey düşünmeye lüzum yok.
    cesedimi muharebe meydanında teşhir etmek.
    işte bu cenab-ı hakk’ın emeli!”

    şarkısını söyleyerek kazumaru gemisiyle harbe giden albay kozima’larda (...) ve bunları takip edenlerin hepsinde bütün coşkuyla mevcut olduğundan dolayıdır ki narin japonlar, iri yapılı ruslara meydan okumuş ve onları ezmişlerdir. ]
    --- spoiler ---
  • mustafa kemal atatürk ün sonuna kadar karşı olduğu savunma hattı.zaten daha sonrada haklı olduğu ortaya çıkar.
  • 17 sene önce bilindik yöntemi yani siper savaşını terkedip "hattı savunmayacağız alanı savunacağız" diyen adamdan zerre öğrenmemiş zevatın birinci dünya savaşı kafasıyla yapmak istedikleri beton yığını.

    aslında kafalarımız hep betondu demek istemişler.
  • bu savunma hattı üzerindeki korugan ve mevzilerin bazıları ray döşeli yeraltı tünelleriyle birbirine bağlanmış.. tünellerdeki dahili demiryolu bağlantısı vasıtasıyla cephane ve asker sevkiyatının yeraltından yapılması öngörülmüş ama proje tamamlanamadan atıl duruma düştüğü için bu tünellerin de yarım kaldığını düşünüyorum..

    internette bulunması mümkün olmayan bu metruk ve sahipsiz yapıları bir arada gösteren plan ve haritaları, artık askerî bir kıymeti kalmadığı için (aslında bu statik savunma yapılarının alman panzerleri karşısında o yıllarda da bir kıymeti olduğunu düşünmüyorum) genelkurmay arşivlerinden çıkartılabiliyor olmalı..

    o zor yıllarda büyük fedakarlıklarla inşa edildikten hemen sonra kaderine terkedilmiş olan bu büyük savunma hattı, bugün bilinen ve blinmeyen tünel bağlantılarıyla mevzilerinin tamamı ortaya çıkarılarak turizm başta olmak üzere pek çok sivil amaçla kullanılabilir..
  • ikinci dünya savaşı öncesi türkiye'nin balkan sınırını korumak amaçlı yapımına başladığı askeri savunma hattı. fevzi çakmak'ın planı ve ismet inönü'nün onayı ile 1939'dan itibaren inşaatına başlanmıştır. bulgaristan'ın yayılmacılığına karşı inşa edildiği için yunan sınırına kadar olan bölge yoğun, sonrası hafif tahkimatla desteklenmiştir. bu yönüyle maginot hattı'nın kuzey bölgesine (belçika) benzer bir zayıflığı vardır ve aynı şekilde yunanistan'ın mihver işgaline uğramasıyla işlevsiz kalmıştır. bundan sonra hattın daha geri ve dar bir alana çekilmesi gerçekleşmiştir.
  • büyükbabamın ikinci dünya savaşı yıllarında yaptığı 40 aylık askerliğin büyük kısmının geçtiği savunma hattıdır.

    okuma yazmayı burada öğrenmiştir ve söylediğine göre takımında okuma yazma öğrenme emrini zamanında yerine getirebilen iki erden birisidir. neticeten, bu emri yerine getiremeyenler sıraya dizilip, büyükbabam bu erlere tokat atmakla, diğer arkadaşı da suratlarına tükürmekle görevlendirilir. büyükbabam ilk sırada hemşerisini görmesi sebebiyle görece hafif bir tokat attığı için, teğmeni tarafından çağırılır ve askere yakışır bir tokadın nasıl icra edilmesi gerektiği kendi üzerinde uygulamalı olarak gösterilir. neticeten yediği tokadın acısını bütün takıma gavura vurur gibi vurarak çıkarır ve arkadaşı da "ulan şimdi teğmen bizim muameleyi de beğenmezse sıçtık" diye korkarak diğer eratın suratında ciğerlerini temizler.

    askerde bu bahsi geçen arkadaşıyla birlikte ağır makineli tüfekçi olarak görevini icra eden büyükbabam, geçen maceralı aylar sonunda o sırada çok yaygın olarak gözüken bitlenme sonucu tifüs olur. söylediğine göre o sıralarda tifüsten bazı arkadaşları da vefat eder. büyükbabam pek çok asker gibi sonradan kurulan çadır revirlerden birine kaldırılır. ancak burada da bitten kurtuluş yoktur. kendi sözleriyle "bitler bit gibi değil, nereden baksan 36 yaşında, her biri serçe kuşu kadar" diye ifade ettiği bu küçük kan emiciler, yatak örtülerinde, yastıklarda, askerlerde, yaşayabilecekleri her yerde sefa sürmektedir.

    iddiasına göre, tam bu zamanlarda mareşal fevzi çakmak'ın bu bölgeyi teftişe geleceği haberi gelir. görevli subayları tabi olarak bir korku kaplar ve kısa sürede birlik toparlanabileceği kadar toparlanır, günde birkaç defa bit taraması yapılır, askerlere mareşal geldiğinde ne söylerse söylesin "baş üstüne komutanım, devletimizden allah razı olsun komutanım, bir derdimiz yoktur, bize burada çok iyi bakıyorlar komutanım" minvalinde konuşulması tembihlenir.

    şimdi büyükbabam acayip bir adamdı. yaptığı pek çok aptallığı çekinmeden, ders olsun diye anlatırdı. ama büyük maceraları da vardı adamın. big fish'i ne zaman izlesem aklıma gelir kendisi. yine de ne kadarı kurgudur, ne kadarı gerçektir elbette artık test etme şansım yok. ama bu öyküyü şöyle devam ettirirdi;

    buradan yakın zamanda kurtulamazsa kesin öleceğini düşünen büyükbabam, yün battaniyesinde avucuyla küçük bir cep yapıp bir gün boyunca yakalayabildiği bütün bitleri bu cebe doldurur. nihayetinde fevzi paşa'nın geldiği anlaşılır. paşa hızlı hızlı çadırlara girip çıkmakta, "nasılsınız evlatlarım, bir eksiğiniz, bir derdiniz var mı, mektubunuz geliyor mu" diye iki hasbıhal edip aynı cevapları alarak ilerlemektedir. kendi çadırına gelip de aynı soruları sorup hızlıca aynı cevapları aldıktan sonra tam gidecekken büyükbabam "mareşalim" diye seslenir, "sizi bize allah gönderdi, biz burada her gün birer ikişer bitten ölüyoruz". fevzi çakmak hemen geri döner. rütbe, isim, memleket faslından sonra "oğlum" der, "bak yanımda falanca paşa, filanca albay var. sen hiçbir şeyden çekinme, derdini anlat." büyükbabam başlar ötmeye, paşa gelmeden önce yapılanlardan, kendisi buraya yattığından beri ölen arkadaşlarına her şeyi tam bir köylü dramatikliğiyle teker teker söyler. fevzi çakmak, "ama biz o kadar baktık, bit bulamadık" deyince de avcundaki cebi açar ve bütün bitler bir anda battaniyeye yayılmaya başlar. o sırada paşa'nın maiyetindekiler de diğer yatakları daha dikkatli incelerler ve her baktıkları yerden "mareşalim bir tane burada buldum, mareşalim burada da var" sesleri yükselmeye başlar. neticeten durumun gerçekliği gözler önüne serilir.

    fevzi çakmak, büyükbabama bir aferin oğlum çakıp, bir de küçük bir ikramiye verilmesini söyler ama benim yılan büyükbabam "mareşalim zaten siz gittikten sonra beni burada yaşatmazlar, bitten ölmezsem bunlar öldürür, parayı filanca arkadaşıma verin, devletimiz var olsun" gibisinden bir nağme düzer. ardından söylediğine göre istanbul'a sevk edilir ve taburculuk sonrasında da bu sefer istanbul, sarıyer'e başka bir birliğe gönderilir.

    hastane günlerini keh keh gülerek "her gün toğuk* yediydim uşaam" diye anlatan büyükbabamın çakmak hattı'na vedası da böyle olur. kalan hayatı boyunca fevzi çakmak'ı neredeyse aşk ve hayranlıkla anar ve bahçede çalışırken ara sıra "makineli erleri sen binler yaşa, düşmanı dağıtır dağından taşa" diye repertuarındaki tek batı müziği eserini terennüm eder. üniformaya hayranlığından gider, üniforma giyebileceği bir işe girer. 15 sene sonra çekilen ekteki fotoğrafın görsel en sağındaki kişidir, hafif hitler vibe'ı alınır.

    ben de menkıbeci tarihçi şapkamı takar ve "elbette ki en doğrusunu allah bilir" diyerek bu yazıyı sonlandırırım.
  • atatürk'ten sonra türkiye'nin ne kadar yanlış ellere düştüğünü gösteren savunma hattı. atatürk ölüm döşeğindeyken bu hattın yapımına karşı çıkmış ve öldükten sonra da yapılmamasını salık vermişti. bu hattın para israfından başka bir işe yaramayacağını defalarca söyledi. ne yazık ki arkadaşları ismet inönü ve fevzi çakmak onu dinlemedi. 400 bin ton çimento harcandı. inşaatlarda birçok işçi soğuktan ve hastalıktan öldü.

    1941'e gelindiğinde atatürk'ün haklılığı acı biçimde anlaşıldı. fransızların 2 milyon ton çimentoluk devasa maginot hattı, almanlar tarafından altı gün içinde çökertilmişti. bu olaydan sonra çakmak hattı üzerine olan şüpheler yoğunlaştı ve sonunda inşaat yarım kaldı.

    bir dünya para çöp oldu gitti...
  • inşası sırasında askerlerin soğuk vs. gibi sebeplerden şehit olduğu söyleniyor. yapımı için epeyce maddi fedakarlık yapılmış ancak yine de çimento ve demir yetersizliğinden dolayı inşaat ilerleyememiştir. elde yok avuçta yok tabii. bitirsek de pek bir işe yaramayacaktı zaten.

    hatta ait korugan ve tüneller bugün dahi görülebilir.

    http://video.ntvmsnbc.com/…n-gizli-savas-hatti.html
  • devamı da gelibolu yarımadasının saroz körfezi kıyılarında yer alır.
    ayrıca, çanakkale boğazından gelebilecek tehditlere karşı da anadolu yakasındaki yamaçlara (güzelyalı) , fevzi çakmak paşanın emriyle turgut reis zırhlısından sökülen 28'lık toplar yerleştirilmiştir.

    turgut reis tabyası

    (bkz: gelibolu koruganları)
hesabın var mı? giriş yap