• sadece iki saat tüm fikrinizi bırakın bi köşeye ve izleyin, göz devirmeyin, eöh baydı artık yine mi demeyin. eşcinselliğin eleştirilebilir veya tartışılabilir olmadığını anlamak için güzel bir adım bu film. ha ben anlamak istemiyorum derseniz yine de izleyin, anlamak istemeyeceğiniz kadar kıymetli bir konu olmadığını görürüsünüz belki de, biraz güzel manzara izlemiş olursunuz, ya da en fazla beğenmezsiniz nedir yani.
    yaşanan ilişkinin cinsel kimliğinden rahatsızlık duyulacak her hangi abartılı, ajite bir sahne barındırmıyor film. eşçinselliğin 'insanın başına gelen bişey' olmadığı sadece var olduğu daha ne kadar olağan ve insani şekilde yansıtılabilirdi bilmiyorum.
    filme önyargısız başladım diyemem ama bittikten sonra bu filmin eşcincel bir ilişkiyi anlatıyor diye özetlenmesi beni üzüyor. filmin türü dram, filmde baba-oğul arasında geçen ama sanki her izleyiciyle ayrı ayrı özel olarak yapılan bir konuşma var, anne var, sanat var, italya var, ilk aşk var, sufjan stevens var..
  • timothy chalamet’in o yaştaki muhteşem oyunculuğu ve armie hammer’ın önlenemez yakışıklılığı.
  • sizi önce ismiyle kendisine çeken, izlerken birçok duyguyu aynı anda hissettiren ve sonrasında aklınızdan kolay kolay çıkmayacak bir film "call me by your name". bu filmle ilgili yorumlarımı yazmak için doğru kelimeleri bulup bir araya getirmek gerçekten zor.
    filmle ilgili her şey olması gerektiği gibi, kararında. abartılı hiçbir şey yok, senaryo, oyunculuklar, görüntüler, müzikler... hepsi ayrı birer övgüyü hak ediyor. filmin konusuyla ilgili çok yazılıp çizildi, tekrar etmeye gerek yok o yüzden. sadece ön yargılarınızı bir kenara bırakarak, filmin sizi içine almasına izin verin. pişman olmayacağınıza emin olabilirsiniz.
    filmden çok etkilendiğim için kitabını da bir solukta okudum. ancak daha önceki entrylerde de yazıldığı gibi, kitabın çevirisi çok yavan olmuş bence de. film kitaptan kesinlikle daha etkileyici olmuş. bu çok nadir durumdan ötürü, filmin yönetmeni luca guadagnino'yu ayrıca tebrik etmek gerekiyor.
    timothee chalamet için bir şeyler söyleme gereği duyuyorum. kendisi henüz 22 yaşında. bu filmle oscar'a aday oldu. diğer adayların performansını izleyemediğim için söylememin doğru olmayacağı şeyi söyleyeceğim, oscar'ı sonuna kadar hak ediyor. oyunculuk serüvenini zevkle takip edeceğim. filmle ilgili videoları izlediğimde iyi oyunculuğunun yanı sıra ışıl ışıl bir insan olduğunu görmek de ayrıca mutlu etti.
    son olarak filmin diğer yıldızı armie hammer ve film müziklerini yapan sufjan stevens da çok çok iyi iş çıkarmışlar. mystery of love ve visions of gideon, günde birkaç doz alınabilecek tatta parçalar olmuş.
  • filmle ilgili röportajları izlerken armie hammer'ın anlattığı bir anıya denk geldim, adeta tepinerek güldüm. ben adamı havalı, kibirli, burnundan kıl aldırmaz bir şey sanıp dururken karşıma hayvan gibi komik biri çıkmasın mı?

    olay şöyle: ekip, italya'da buluşuyor. başrolümüz timmy ve armie daha yeni tanışmışlar vesaire. sonra yönetmen luca diyor ki bunlara "haydi rastgele bir sahneyi canlandırın, bakalım birbirinizle uyumunuz nasıl". senaryoda -atıyorum- 73. sayfa çıkıyor şanslarına. peki sahne ne diyor: oliver ve elio öpüşmektedir.... el mahkum, öbüşecekler! ama nasıl? adamlar yeni tanışmış ve aslında son derece heterolar (düşman başına şu durum yemin ederim). her neyse, görev bilinciyle bunlar başlıyorlar birbirlerini öpmeye. armie diyor ki, en son hatırladığım -aradan ne kadar zaman geçtiğini asla bilmesem de- öpüşerek çimlerde yuvarlandığımız ve kesinlikle luca'nın ortalıklarda olmadığı! hatta bir allahın kulunun ortalıkta olmadığı

    bunları baş başa bırakıp kaçmışlar meğer ahahahajdjshdjsdh
  • 2 erkek arasındaki yazlık aşk hikayesini anlatıyor ama daha fazlası değil bana göre. eğer eşcinsel yöneliminiz varsa çok sevebilir, hatta hayran kalabilirsiniz. ama böyle bir fikriniz yoksa filmi sevmeniz zor, hatta bazı sahnelerden rahatsız olabilirsiniz.

    bu açıdan beğeneni de nefret edeni de olacaktır ve her iki taraf karşıt görüşü anlamaya çalışmalıdır.
  • golden globe'dan eli boş döndü oscar'a aday oldu tabii orada ne olacağı belli olmaz , bu tarz sanatsal ve ağır tempolu filmler pek bana göre olmasa da her sene aday veya potansiyeli filmlerin bir çoğunu izliyorum filmde hoşuma giden 80'lerin italyan havası güzel yansıtılmış tabii bildiğimden değil o dönemi ama kafamda öyle bir şey canlanmıştı daha önce italya'yı görmüş biri olarak. sonlara doğru babası ile elio'nun yaptığı konuşmada güzeldi ki zaten bence film'in ana felsefesi o konuşmada yatıyor.
  • hoşlanmadigim binlerce filmden biri. homofobik biri degilim aslinda fakat romantik filmleri zaten sevmem. film oncelikle sıkıcı, bunun ötesinde henüz on yedi yaşında bir gencin cinsel kimliğini keşfetmeye calıstıgı bir dönemde, oradan eninde sonunda siktir olup gidecek bir yetişkin tarafından bir nevi istismara uğradiğıni düsündüm ve buna dayanamadim. hayatta bunlar oluyor tabii fakat en azindan bunlari sinemada izlemek ya da izlememek benim tercihimse ben izlememeyi seciyorum. böylesi bir filmi ille italya kasabasinin güzelliğinin hatirina izlemek yerine, açar ayhan sicimoğlu'nun italya'da cektigi programlardan birini izlerim.
    diye düşünüyorum ben...
  • "-can i kiss you?
    -yes, please."

    gibi tatli bir diyalogla hatırladığım, mis gibi bir italya tatiline götüren, bol fularlı ve meyveli* bir film.
    ilginç şekilde ortamdaki çokkültürlülük ve "çok kültür" karakterlerin üzerinde eğreti durmuyor. birkaç dilde kitap alıntıları, etimoloji dersleri, fransızcadan ingilizceye, oradan italyancaya sürekli geçişler, klasik müzik seksenler atmosferiyle bütünlük sağlamış. öncelikli olarak bir dönem filmi olma amacı taşımamasına rağmen o ruhu yansıtabilmesi en sevdiğim tarafı oldu sanırım. "la vie d'adele"in cüretkar sahnelerini ya da orada yaşanan ilerlemiş ilişkinin getirdiği çırpınmaları beklemek anlamsız.

    --- spoiler ---

    çok naif bir şekilde birbirlerine çekilen iki kişi, kaçınılmaz birliktelik ve daha da kaçınılmaz ayrılık var. çünkü film açıkça konuşulamayanlar üzerine. sessizliği bozan baba oluyor. elio'nun son bölümdeki özgüveni yüksek halleri de hayatına yaşadıklarını ve kim olduğunu kabullenerek devam ettiğinin göstergesi.
    armie hammer, yunan heykelinin vücuda gelmiş hali olarak derin bakışlarıyla fazla uğraşmadan götürürken, timothée chalamet'nin yarattığı karakter ve onun aracılığıyla aktarılan beklenmedik ilk aşk filmi tepelere taşıyor. şöminenin başında ağlarken aşağı yukarı herkese o anları anımsatmıştır. en az "la vie d'adele"in kafede buluşma sahnesi kadar iç acıtıcı olduğunu düşünüyorum.
    bu arada cahilliğim, filmin kitaptan uyarlama olduğunu bilmiyordum, okuyacağımı da zannetmiyorum açıkçası. ama "adınla çağır beni" homoseksüelliği zarif bir anlatım şekli olmuş. zira karşı cinse adımla seslensem pek de çekici bulmazdım. o da bulmazdı.

    son olarak,

    evleniyorum diye aramak nedir oliver? nasıl bir vicdansızsın...

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    şuan hiçbir şey hissetmek istemiyor olabilirsin. yaralarımız daha hızlı iyileşsin diye kendimizi hırpalayıp dururuz. 30 yaşına geldiğimizde çökmüş oluruz. ve yeni birileriyle başlangıçta kendimizden sunacağımız daha az şey kalır.

    ama kendini bir şey hissetmemek için zorlamak veya hiçbir şey hissetmemek çok büyük kayıp olur. hayatını nasıl yaşayacağın seni ilgilendirir. sakın bunu unutma.

    kalbimiz ve bedenimiz bizlere bir kereye mahsus verilmiştir. sonra bir bakarsın kalbin yorgun düşmüş.. bedeninde. ve kimsenin bakmayacağı bir hale gelmiştir.
    --- spoiler ---
  • yola düştükleri sahnede elio ve oliver'la birlikte içi kıpır kıpır olan bir ben değilimdir sanırım? heyecandan mideme ağrı girdiğini anımsıyorum.

    a trip to bergamo <3

    insanın, upuzun çayırlarda, yalınayak koşası geliyor.
hesabın var mı? giriş yap