• hayatımda gördüğüm en ağır ayarlardan biri bu, ama gazeteye çıkmış nasıl olduysa.
    ayar umberto eco'dan gelince kimse anlamadı mı lan???

    soru:
    türkiye’de dış politikasını bölge liderliği hedefi üzerine kuran bir hükümet var. avrupa’nın da kendi derdine düştüğü ve isteksiz olduğu bir ortamda nasıl emin olabilirsiniz türkiye’nin daha çok batı’ya yöneleceğine?

    yanıt:
    farkındaysanız biraz önce ‘belirsizlik’ kelimesini kullandım. ayrıca sizin buraya gelip kendi ülkem yerine, beni bir düşünsel önder olarak görüp sizin ülkenizle ilgili sorular soruyor olmanız da tuhaf değil mi? ha, ayrıca bana italya ile ilgili soru sormamanızı da tercih ederim. (gülüyor). sizin sorular da ülkenizdeki bölünmüş ruh hali gibi, bölünmüş bir kişiliğiniz var sanki (yine gülüyor). bakın ben bu konularda yeterliliği olmayan bir yolcuyum sadece. derdimi anlatmak için başka bir örnek vereyim. bazı şehirlere gidersiniz, uçaktan iner inmez havaalanında ‘şehrimiz hakkında ne düşünüyorsunuz’ diye sormaya başlarlar. kardeşim bekle biraz şehri göreyim önce, ilk defa gelmişim. ama paris’te, londra’da, roma’da kimse size böyle bir soru sormaz. kendilerinden o kadar emindirler ki böyle bir soruya ihtiyaç duymazlar. ne yanıt vereceğiniz ile ilgilenmezler bile. bir şehir eğer ‘benimle ilgili ne düşünüyorsunuz’ diye soruyorsa bir kimlik sorunu vardır.

    adam soruyu soranın zihin bölünmesine, şizofreniye kadar girmiş, hürrü de bunu basmış. ilginç bi konuşma.
  • diplomasi muhabirleri arasında pek de sevilmeyen, zaten sevilecek bir yanı da olmayan, işine geldiğinde selam veren, gelmediğinde yüzüne bakmayan, uyuz mu uyuz neresine ukelalık yaptığı anlaşılmayan hürriyetin dış haberler müdürü olmuş "sarışın". ve evet kesinlikle fazla şişirilmiştir.
  • kötü bir gazetecidir.

    dengir mir mehmet fırat'ın kızı helün fırat ile t24 için röportaj yapmış. yarım ağızla bir lgbti+ sorusu sormuş, onu da sormayı becerememiş.

    dengir mir mehmet fırat çok homofobik biriydi. chp'li haluk koç için “yanlış cinsel tercih içinde gibi konuşuyor” demişti. ayrıca helün fırat adlı bu kişi, siyasete, selma aliye kavaf'ın yanında başlamış. aliye kavaf ise, “eşcinsellik hastalıktır ve tedavi edilmelidir” demişti.

    cansu, helün fırat'a soru sormayı bilmiyor. lgbti ile ilgili sorduğu tek 1 soru “erdoğan'ın istanbul sözleşmesinden çıkma kararı” ile ilgili. kavaf'ın homofobisinden bahsetmeden “lgbti, deva için nasıl bir konudur?” diye sormuş. eblehçe.

    helün de diyor ki “ali bey'e de bunu birçok kez sordular. buna sadece lgbti değil daha büyük bir çerçeveden bakmak lazım. hakları garanti altına alan bir çerçeveyi koyarsanız bunu illa lgbti olarak konuşmanıza gerek yok. türkiye olarak bizim buralardan da çıkmamız lazım.”

    https://t24.com.tr/…adece-kurtler-supurulmedi,39515

    özetle, homofobik babanın homofobik kızı, ve homofobik aliye'nin çırağı olarak siyasete giriş yapmış homofobik helün. sen soru sormayı hiç bilmezsen, mülakat yaptığın kişi kaçamak yanıt verir, konuyu kapatır.

    fırat, “bizim türkiye olarak buralardan çıkmamız lazım” derken bile üslubu “niye bana bu densiz, münasebetsiz soruyu sordun” biçiminde, çirkin.

    zamanında fırat'ın siyasette yanında çıraklıkla işe başladığı kavaf, “bakanlığımızda 'bunlarla' ilgili bir çalışma yok. eşcinsellik bir hastalıktır, tedavi edilmelidir” demişti faruk bildirici'ye. bu gazeteciler lgbti meselelerinde çok bilgisiz ve soru sormayı bilmiyor.

    bir röportajdan önce oturup çalışacaksın, kişiyi araştıracaksın. hele de babası siyasetçiyse ve aynı partide kavaf gibi bir figür de varsa, “didik didik edeceksin”. nerde bunlarda uğur mumcu gazeteciliği!
  • rahip brunson krizinin halkbank'a açılan soruşturmalarla ilgili olduğuna dair aşağıdaki yazısı hürriyet'ten kaldırılmıştır.

    www.birgun.net/haber-detay/hurriyet-washington-temsilcisi-cansu-camlibel-in-brunson-pazarligi-yazisini-kaldirdi-225837.html

    yanlış anlaşılma mı halkbank mı?

    abd yönetiminin iki türk bakana yaptırım uygulama kararı washington’daki siyasi süreçleri yakından izleyen kimse için sürpriz olmadı. fetö davasından tutuklu amerikalı din adamı pastör andrew brunson’ın 24 haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra serbest bırakılmaması durumunda abd’nin ankara üzerinde baskıyı arttıracak ileri bir adıma hazırlandığı sır değildi. ankara ile washington arasında temmuz ayı boyunca devam eden pazarlık süreci tam da bu yüzden başladı.

    amerikan tarafının talebi son derece netti; ‘siyasi bir rehine’ olarak gördükleri pastör brunson aleyhindeki ‘uydurma’ iddialar düşürülerek 18 temmuz’daki duruşmanın ardından ülkesine gönderilmeliydi. türk tarafının abd’den genel beklentiler listesi aslında çok uzun olsa da bu tür bir pazarlıkta somut bir karşı talebin masaya konulması gerekiyordu. ankara tercihini - yine kimseye sürpriz olmayan bir hamleyle - kısa vadede türkiye’ye ekonomik anlamda büyük zarar verme potansiyeli taşıyan halkbank dosyasından yana kullandı.

    halkbank dosyasını bu tür bir pazarlığa elverişli hale getiren en önemli unsur kuşkusuz eski halkbank genel müdür yardımcısı mehmet hakan atilla’nın aylarca bir amerikan mahkemesinde yargılanarak hüküm giymiş olmasıydı. ankara kendisinden yargıya müdahale bekleyen abd yönetimine ‘benden talep ettiğini sen de yap’ diyordu. hakan atilla’nın kalan cezasını çekmek için türkiye’ye gönderilmesi paketin ankara’yı kamuoyundaki görüntü açısından kurtaracak bir unsuru olacaktı.

    tersten okunduğunda ise cumhurbaşkanı erdoğan’ın eylül 2017’de ‘fetullah gülen’e karşılık brunson’ diye formüle ettiği ‘ver papazı, al papazı’ takası sonunda başka bir konfigürasyonla da olsa gerçek olacaktı.

    amerikan tarafı pazarlıklar sırasında brunson’a karşılık atilla’nın türkiye’ye gönderilmesi fikrine yeşil ışık yaktı. hatta abd’nin zarrab’la başlayan atilla’yla nihayetlenen dava nedeniyle halkbank’a kesilmesi muhtemel cezayı en düşük sınırda tutma yönünde bir takım garantiler verdiği de anlaşılıyor.

    ancak washington’ın bu iki kuvvetli adımı atması dahi ankara’nın halkbank konusundaki baş ağrısını çözemeyecekti. zira halkbank dosyasının henüz kamuoyunda bilinmeyen boyutu şuydu; iran’a yönelik yaptırımların delinmesi iddiasıyla halkbank yeniden soruşturma altındaydı. hem de abd’de halkbank’ı hedef alan sadece bir değil, iki yeni soruşturma yürüyordu. birinci soruşturma, iki gün önce başkan trump’ın talimatıyla adalet bakanı gül ile içişleri bakanı soylu’yu yaptırım listesine alan abd hazine bakanlığı’na bağlı yabancı varlıkların kontrolü ofisi (ofac) tarafından yürütülüyordu. ikinci soruşturmanın adresi daha da tanıdıktı; zarrab ve atilla davalarını başlatan new york güney bölgesi başsavcılığı!

    ankara, brunson’ın salıverilmesi karşılığındaki anlaşma paketine söz konusu iki soruşturmanın da düşürülmesinin eklenmesi konusunda ısrarlıydı. siyasi talimatla iş yapan ofac gibi bir kurumun soruşturmadan vazgeçmesi elbette teknik olarak mümkündü. ankara’nın talebini trump yönetimi açısından daha sıkıntılı hale getiren ise new york güney bölgesi başsavcılığı’nda süren halkbank soruşturmasıydı. trump’ın kişisel avukatı michael cohen’i 2016’daki başkanlık seçiminin hemen öncesinde trump’la ilişki yaşadığını açıklamaması için porno yıldızı stormy daniels’a para verdiği için tutuklayan savcılıktan bahsediyoruz.

    türk tarafının, abd başkanı trump’ın kendi kişisel avukatını tutuklamaktan imtina etmemiş bir savcılık nezdinde amerikan kamuoyundaki imajı malum olan türk hükümeti lehine müdahalede bulunması beklentisi belli ki brunson pazarlığının sarpa sarmasında önemli bir faktör oldu.

    yine de iki başkent arasındaki uzlaşma arayışı hemen çökmeyebilirdi. ne de olsa karşı tarafın maksimalist taleplerini kabul edilebilir bir zemine çekme mesleği olan diplomasi tam da bu günler için var. yani eğer içinden ebru özkan geçen yol kazası yaşanmasıydı ankara ile washington brunson pazarlığı bugün hala başka bir boyutta sürüyor olabilirdi. tabii eğer abd başkanı trump, brüksel’de 11 temmuz’da nato zirvesi marjında yaptıkları görüşmede cumhurbaşkanı erdoğan’ın o sırada hala tel aviv’de tutuklu olan özkan için devreye girmesi yönündeki ricasını brunson’a karşılık bir takas talebi olarak algılamasaydı.

    sonrası malum...

    ebru özkan’ın salıverilmesi için israil başbakanı netenyahu’ya telkinde bulunan trump, türkiye’nin de karşılığında pastör brunson’ı salıvermesini beklerken ev hapsi kararıyla karşılaşınca devreleri yandı. o güne kadar sürekli trump’ın ‘benim için çok özelsiniz’ türünden güzellemelerine muhatap olan cumhurbaşkanı erdoğan başta olmak üzere ankara’da pazarlık sürecine müdahil olan herkesi şoka uğratan o yaptırım tweet’i vardığımız dramatik noktanın başlama vuruşu oldu.

    trump’ın muhatabının kendisinin ya da ülkesinin kudretini test ettiğine inandığı zamanlarda yırtıcı bir kuş gibi pençe gösterdiğine dünya defalarca tanık oldu. ancak washington ile ankara’nın bu son vakada birbirini bu ölçüde yanlış anlamasının tek sebebi trump’ın fevriliği ya da dosyalara tam hakim olmaması olamaz elbette. evanjelist başkan yardımcısı mike pence’in gazına geldiği tezine de şahsen mesafeliyim.

    kalın-bolton, çavuşoğlu-pompeo arasında devam eden resmi kanallar dışında ‘dost’ sıfatıyla uzlaştırma topuna giren amerikalılar ve türkler olduğu biliniyor. farklı kanalların mesaj kirliliği yarattığını konuya müdahil pek çok kaynağımdan dinledim. arka kapı diplomasisine teşne olanların sayısı arttıkça pazarlık iyice dallanıp budaklanmış.

    ‘krizin sebebi yanlış anlaşılma mı, yeni bir halkbank iddianamesi olasılığı mı, gayri resmi kanallardan arabuluculuğa soyunanların mesajları bulandırması mı?’ diye sorarsanız, ‘hepsi’ derim.

    gelinen noktada artık ankara’nın pastör brunson’ı serbest bırakması çok daha zor. öte yandan washington’da konuşulan brunson bırakılmadığı takdirde devreye sokulacak yeni yaptırım kararlarının başkan trump’ın masasında imza beklediği. işin kötüsü uzun zamandır ilk defa beyaz saray, abd dışişleri ve kongre türkiye’ye yaptırım uygulanması konusunda aynı sayfada.
  • aydın doğan'ın "tüm partilere eşit mesafedeyiz ama çözüm sürecini destekliyoruz." minvalindeki açıklamasının ardından ingiltere'deki kuzey irlanda/eta problemini çözen grubun önde gelen isimlerinden jonathan powell ile söyleşi yapan ve yaptığı söyleşide "yahu tamam, siz orada çözdünüz de, bizim buradaki kürtlerin büyük birleşik kürdistan gibi tripleri var, bir sürü ülkede milyonlarca kürt var, o nooolacak?" diye soru sormayı akıl edememiş, bence etmemiş kukla gazeteci.

    ilgili söyleşi: http://www.hurriyet.com.tr/dunya/28399935.asp
  • kimsenin yazmaya cesaret edemediği bir ortamda s-400'lerle ilgili türkiye ve abd arasındaki pazarlık sürecini yazdığı ve brunson krizinden daha feci bir yaptırımın gelmek üzere olduğunu söylemesi akabinde hürriyet'teki görevini bıraktırmışlardır. yaptırımlar geldiğinde ve dolar 10'a yaklaştığında bu entry editlenecektir.
  • ntv'nin brüksel büroda çalıştıktan sonra sonra turkish daily news'da yazı işleri müdürlüğü yapmış, hurriyet'in gözden kaçırmadığı muazzam muhabir... ana gazeteye yaptığı röportajları kadar ekler için yaptığı özel haberleriyle de renkli bakış açısını ortaya koyar... fazlaca şişirilmiş bir ayşe arman'dan sonra hürriyet'e taze soluk getirmiş cool kadındır! hem manşette hem pazar eki kapağında aynı anda imzasını görürseniz şaşırmayın...
  • amerikan ağzıyla haber yapan gazetecilerden biri. zaten oralarda bir yerde de eğitim almış.
  • cem küçük'ün övgüleri nedeniyle yandaş yaftası yiyip hürriyet washington temsilciliği'ne yenik başlayan, esasen çok başarılı bir gazeteci.
hesabın var mı? giriş yap