• cebeci ankara'nın eski mi eski bir semtidir.
    camiler vardır; elektirikçiler, tuhafiyeler, dondurmacılar, öğrenci evleri çoktur cebeci'de... ve delileri de hatırı sayılır miktardadır.
    annelerin eski tanıdıklarının sıklıkla ikamet ettiği semttir cebeci ankara'da. ilkokula giden çocuklar anneleri tarafından zorla "misafirliğe" götürülürler cebeci'ye. dolmuş geçer oradan, otobüsü boldur; son 15 yıldır bir de metrosu var. yani kolay gidilir cebeci'ye, ankara'nın bir çok yerinden.
    ben sinemadan anlasam, yönetmen filan olsam cebeci'de geçen bir filim mutlaka çekerdim. hem de sanat filmi. böyle hiçbir dişe dokunur olayın olmadığı, insanların boş boş duvarlara bakıp sigara içtiği, arada bir bir iki anlaşılmaz diyaloğun geçtiği bir filim. (iyi ki sinemadan anlamıyorum.) cebeci'de eski bir apartmanın içi bile yeter bir psikolojik gerilim filminin yarısına.
    cebeci'de bir iki ev tanırım, mütevazidirler. rutubetleri bol, şenlikleri azdır. duvar kağıtlı olanlar özellikle görmeye değerdir; tadilattan geçmemişlerse eğer, rutubetin zaman içinde oluşturduğu desenler açısından.
    cebeci'de bir kaç ev tanırım, birisi otobüs durağına çok yakın-diğerleri yürüyüşle 10-15 dakika mesafede. gece girsem karanlıkta yolumu bulurum o evlerde. çaydanlık ocakta durur, kibritin yeri belli. ışığı yakmadan çay demleyebilirim o evlerin en az ikisinde.
    bunlar dışında cebeci'nin pek bilinmeyen bir yönü de eskimiş arkadaşların ve ölmüş akrabaların ikamet ettikleri semt olmasıdır. yıllardır görmediğin, hayatında neler olmuş bitmiş-ya da belki hayatı bitmiştir- bilmediğin eski insanlarını orada bulabilirsin. ne kadar zaman geçmişse ve ne kadar su akmışsa da köprülerin altından, bir zamanlar cebeci'de oturmuş olan bazı insanlar hala oralarda bir yerlerde oturmaktadırlar. benim sekizi artık yaşamayan, on ikisinin de şu anda nerede olduğunu ve ne yaptıklarını hiç ama hiç bilmediğim 20 tanıdığım oturuyor cebeci'de. muhtarda kayıtları yok elbette, bakkala da sorsan tanımaz. cebeci ankara'nın eski mi eski bir semtidir. "iç"i de vardır hatta. ankara'da "iç"i olan tek semttir bildiğim kadarıyla. "iç"inde de bu anlattıklarım vardır işte.
  • ilk semtim. hamamönü'ndeki doğumevinde doğup, cebeci atom sokak'taki ilk evime getirilmişim. altı yıl boyunca burada yaşadım ben, üç ayrı sokakta: atom sokak, seyhan sokak, keskin sokak. hepsi de kira evleriydi. bizim sırayla oturduğumuz ilk ikisi, semtin ana arteri talatpaşa bulvarı'nın doğusunda, anneannemin oturduğu sonuncusu ise batısındaydı. birinci sokağımı ve evimi hiç hatırlamıyorum. şimdi gitsem, bazı fotoğrafların yaptırdığı çağrışımlardan öteye gidemez hissiyatım. ikinci sokağım ve evimle ilgili ise sislerin arasından bölük pörçük, artık çok azını net olarak seçebildiğim hatıralarım var. ama üçüncü sokağım ve evim.. annem çalıştığı için anneannem bakıyordu bana.. artık dört yaşımı bitirmiş olduğumdan bir çok hatırayı işte nasıl da pırıl pırıl hatırlıyorum:

    cebeci'nin tam merkezinde oturan anneannemin keskin sokak'taki evi teras katıydı. önde kırk, arkada yirmi metrekarelik iki teras.. anneannem, güneş alan öndeki terasta yaz sonlarında patlıcanlar, biberler, bamyalar kurutur, tarhana ve salça yapardı. bana aşağıya sarkmamamı terasa her çıkışımda tembihler, elime bazen üzerine pudra şekeri dökülmüş bir kase çilek, bazen de ben seviyorum diye kasten dibini tutturduğu pilavdan koca bir tabak tutuştururdu, üzerinde yoğurtla. çilekleri yer, yeşil yapraklarını terasın duvarına atıp yapıştırmayı denerdim. elimde pilav, üstümden geçen çığlık çığlığa kuşlara, bitişik nizam yan apartımanda sürekli balkonda oturan yaşlı teyzeye, karşı sıradaki amerikan arabaları satan oto galerisine (aşağı sarkmadan) merakla bakardım. salçaya, tarhanaya konmaya çalışan kara sinekleri kovalar, zamanın geçmesini, sıkılmayı beklerdim. ben hep sıkılırdım zaten, hala da sıkılırım. iç sıkıntısı değil, rutinden, durağanlıktan sıkılmak..

    sıkılınca içeri geçerdim, bütün evi katedip arka terasa çıkardım. aslında bu teras da öndeki kadar büyüktü ama yarısı kapatılıp bir oda kazanılmıştı. bu odaya pembe oda derdik biz. pembe perdeleri vardı. kışın haliyle iyi ısınmazdı, bir nevi kiler vazifesi görürdü. ama yazın, camları fayrap açılan bu odada oturmak, bazen eğer işten erken çıkabilmişse bankacı annemin ve devlet dairesinde çalışan teyzemin de eşliğinde akşam yemeği yemek, geceleri eski ankara'nın, yani hamamönü'nün, altındağ'ın, ulus'un, ankara kalesi'nin ışıklarını seyretmek çok zevkliydi. hele bir de anneannemin, bursa'dan gelen vişne konsantresine şeker ve bolca su karıştırıp yaptığı vişne suyu varsa.. arka terastan tren hattı görünürdü. trenler geçerdi ikide bir. kırmızı çizgili beyaz vagonlu banliyö trenleri, mavi çizgili beyaz vagonlu (mavi tren) yolcu trenleri ve bir geçti mi bitmek bilmeyen simsiyah yük katarları.. bir keresinde saymıştım, tam yirmi altı vagon! bakardım, trenler geçerdi; düdükleri, daha geldikleri görünmezken ve geçip gittikten çok sonra bile taa uzaklardan duyulurdu. trenleri, tren hatlarını, tren hatlarına yakın yaşamayı işte bu yüzden çok sevdim ben ey okuyucu..

    evimizin altında, anneannemin sık sık rulo halinde alemdağı marka tereyağı aldığı küçük bir mandıra, sokağımızın bulvara köşe yapan yerinde, ilk dondurmalarımı (her seferinde yalnızca bir top kaymaklı, ''yavaş yavaş ye, yoksa boğazın üşür'' diye uyarırdı anneannem) yediğim cumhuriyet fırını ve bir kaç kez pilav üstü döner yemeğe gittiğimiz küçük bir döner kebapçısı, bulvarın hemen diğer tarafına, cebeci camii'ne yakın, çok lezzetli kuzu etleri satan kasap ali'nin dükkanı, (onun verdiği kıymalardan yapılan köftelerin tadını bir daha hiç bir köftede bulamadım) bulvarda büyük bir düğün salonu vardı. göbeğim, yine bulvardaki mülkiye'nin (tam adıyla, ankara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi) yeşil, güzel bahçesinde gömülüydü..

    işte benim cebecim bunlardı.. 1980'de ayrıldık cebeci'den. önce demirlibahçe'ye, oradan da kızılay'a taşındık..

    (bkz: demirlibahçe/@zaman sokaklarda kayboluyordu)
    (bkz: kızılay/@zaman sokaklarda kayboluyordu)
  • dünyanın neresine giderseniz gidin cebeci ile anısı olan birine rastlayabileceğiniz ankara semti.
  • ortasından geçen banliyö treni hattıyla ikiye ayrılan semttir. banliyö ile ayrılan bu semtin iki tarafına farklı jargon, hayata karşı faklı bakış açıları, birbiriyle pek fazla münasebeti olmayan insan modelleri hakimdir. bir tarafında üniversite, yurtlar, öğrenci evleri, öğrenci kafeleri hakim olmakta yollar türkiye'nin önemli sayılabilecek akademisyenleri tarafından aşındırılmaktayken hemen birkaç yüz metre ötedeki dörtyol mevkisi ise türkiye'ye yeni ankaralı namıklar yetiştirmekle meşgul olup konsomatrislerin, hayat kadınlarının ve kirli sakallı korkunç görünüşlü ağır abilerin köşe kapamacalarına şahitlik etmektedir.
  • ankaranın en eski semtlerindendir.70 li yılların ortalarına kadar bu semt ve civarı bir kısım yüksek rütbeli askerlerin memurların ve hatta akademisyenlerin ve sanatçıların oturduğu semtmiş.netekim eski konservatuar da bu semttedir.ayrıca cebecinin "cebeci" olduğu yıllardan miras asker üniformalarının ve eğitim kıyafetlerinin dikildiği askeri dikimevi de buradadır.talatpaşa bulvarı o yıllarda bir çok sinema tiyatro ve gazinoların bulunduğu bir kültür ve eğlence merkeziymiş.günümüzde sinemalar ya düğün salonu haline getirildi ya yıkıldı işhanı yapıldı ya da 3.sınıf erotik filmler oynatıyorlar.gazinolar ise birahanelere veya tavernalara dönüşmüş durumda.buna rağmen merkeze olan *` :ulus ` yakınlığı okulların , hastanelerin devlet dairelerinin bolluğu öğrenci ve memurların bu semtte ikamet etmelerine neden oluyor.bu durum da semtteki eskimişliğe rağmen canlılığın sürekli olmasına neden oluyor.
  • hiç birşey kışın soğuğunda açan güneş kadar sevindirmez insanı cebeci'de. neredeyse hiç yüzünü göstermeyen güneş bir belirdi mi göresin cebeci'de kampüste öğrencilerin çimlere uzanma zevkini.
    ışığı sabah kadar yanan öğrenci evlerinde bira, batak, film, cips, geyik döner.
    kısacık bir 5 yıl öğrencilik geçirmişim cebeci'de. bir zamanlar hiç sevmediğimi zannederdim.
    kampüs çevresinde tek işi neredeyse fotokopi çekmek olan dükkanlarda sınav zamanları oluşan kuyruk..
    bir zaman gelip öğrencilik bitince yaşanılanları tekrar yaşamayacak olmak oturur insanın içine.
    zaman geçti gitmeyeli o şehre. izdiham oluşmuştur bu günlerde yine fotokobicilerde. ankara hukuk'un önündeki simitçi hayat kavgasındadır yine. ve hayat bir şekilde akıyordur yine mezun eskilerin yenrini dolduran yenilerle.
  • eskiden olsa binbir türlü öğrenci olayıyla yakılması işten bile olmayacak olan burger king, mc donalds vs.'nin kampüsün tam karşısına konuşlanarak, okullarında devrimcilik yapan abi ve ablalara "cebeci sosyalizmi yıkıldı" mesajı verdiği, starbucks'ın da gelmesiyle amerikan emperyalizminin (!) nihai zaferini ilan edeceği ankara'nın en güzel semtlerinden biri.

    kurtuluş parkını insan anatomisinin cinsel uzuvları gibi düşünün; dikimevi sırtları bildiğiniz omuzları gibidir bu insanın. mülkiye ve hukuk mektepleri de bir kadının gögüsleri gibidir; picasso'nun bozuk nizamını andırır biçimde yerleşivermiştir bedene. cemal gürsel caddesi de göbek şerididir bu intizamda. cebeci dediğimiz yer de, kurtuluşun alttan ittirdiği, dikimevi'nin yukarıdan bastırdığı bulumik bir hanımdır. anılarla yüklü bir hanım.
  • osmanlı ordusunda savaş malzemesi hazırlama ve bunları askere dağıtma, yiyecek sağlama, yol açma, köprü yapma, malzemelerin tamiri gibi muharebe hizmet destek faaliyetlerini üstlenen sınıftır. cebeci sınıfı yaptıkları işler bakımından şimdiki ordu donatım(bakım), levazım(ikmal), ve istihkam sınıflarına karşılıktır. endüstri mühendislerinin fabrikalarda üstlendiği görev de bir anlamda cebeciliktir.
    (bkz: cebe)
    (bkz: lojistik)
  • güzel ankara'nın güzel semtlerinden biri.
    eskidir.
    ölü akrabalar ikamet eder orada çoğunlukla.
  • "intihar kurtuluş değil, cebeci'dir."
hesabın var mı? giriş yap