• mutluluk falan değildir. hatta bazı durumlarda bildiğin kendinden nefret etme sebebidir.

    kedim bir yaşında. geçen aylarda çiftleşti, hamile kaldı. yavrularına sahip de buldum. her şeyin hazırlığını yaptığımı sanıyordum.

    eski veterinerim 1 yaşına gelmeden, yani gelişimini tamamlamadan kısırlaştırmamam gerektiğini söylemişti. ben de dinledim bunu. sonra hamile kaldı falan, dışarı salmak zorunda kaldık çünkü o dönemde çiftleşemediği için içler acısı bir haldeydi.

    cumartesi günü sabah 7 gibi sancıları başladı. "ha, geliyorlar" dedim. annemle beraber telaş haline girdik. kedim de yazık, çok heyecan yaptı ve bu yüzden yanımızdan hiç ayrılmak istemedi. önce annemin yatağında yattı, sancılar geldi, ıkındı, akıntı ve kan derken olmadı bir türlü. sonra da benim odaya gitti, orada daha ciddi sancılar oldu, akşama kadar bekledik, gelmedi yavrular. tabi bu süreçte internette deli gibi ne yapmak gerektiği ile alakalı sitelere giriyor, insanlara durumu anlatıyordum.

    akşam sabah oldu, kakasını yapamamaya başladı, su geliyordu ama biz onu doğumla alakalı sandık. bekledik gene, bazılarınınki 2 gün sürebiliyormuş dendi. uyku zaten haram oldu. hadi dedim az uyuyayım belki uyandığımda düzelir süreç, ertesi sabah 7 gibi gene uyandım, benim yatağın altına oturmuş. dedim herhalde sıcak bastı kendisine. pervane falan açtım, biraz kendine geldi.

    ilk sancının olduğu günün akşamı dışarı çıkmak istedi, bırakmadık. ben de herhalde rahatlar diye ertesi sabah bıraktım bahçeye. gezdi, dolandı. ekmek almaya gittim, o bitkin halde bile beni kapıda karşıladı. bu noktada "kediler nankördür" diyen arkadaşlara da selamlarımı göndermek istiyorum.

    neyse, annemle kendi haline bıraktık, sonra salona gittik, üçlü koltuğun orada oturmuş, bir baktık bir tane yavrunun kafası gelmiş ve ölmüş tabi. annem, gezgin ile birlikte bayağı bir uğraşarak o ilk ölü yavruyu çıkardı. bağı falan kopmuştu. annem dayanamadı ağladı, çok ağladı. sonra diğerlerinin de geleceği umuduyla beklemeye başladık. tabi beklemeye başlamadan önce veterineri aradım. iki saat bekleyin, yavrular gelmezse hemen getirin dediler. çıkmadı yavrular. ablam da gelmişti eve, onunla birlikte apar topar veterinere gittik, kafesine ishal yaptı yolda.

    veterinere gittik, allah'ım nasıl tedirginiz ikimiz de anlatamam. acil aldılar, aksi gibi çok da kalabalıktı pazar günü, malum, çalışan insanlar hafta sonu vakit bulabiliyorlar kendi hayvanlarını buraya getirebilmek için. suni sancı yapıp yavruları çıkarmak istediler, olmadı, hatta o ishal, ağır bir enfeksiyondan dolayı olmuş. yani cumartesi akşamından beri. operasyona aldılar. 2 saat kadar sürdü, içi kurumuş gezgin'in, yavruların da hepsi bu sebepten ölmüş. kalan 3 yavruyu da çıkardılar. daha vahim olan, gezgin operasyona girerken ateşi 41.5 dereceydi.

    çok şükür sağ salim çıkabildi operasyondan. çıktığındaki hali, ona "gezgin" dediğimde halsiz olmasına rağmen bana bakmaya çalışmasını, yüzünün o bitkin halini ve göz yaşları, gözümün önünden hala gitmiyor. şimdi yoğun bakımda, 3 gün daha orada olacak. bugün annemle ziyaretine gittik, keyfi yerindeydi. yemek yedi ve su içti. ishali de durdu. ilaç tedavisi devam ediyor. diliyorum ki daha iyi olacak. doktor zaten olayı "mucize" olarak nitelendirdi. o enfeksiyona neden olan da içindeki ölü yavrularmış. tabi anneliği de alındı operasyonda mecburiyetten. iyi olacağını söyledi doktor.

    neden mi cehalet kötü bir şey? eğer o akşam o ishali doğum suyudur diye düşünmeseydik belki yavrular kurtulacak ve enfeksiyon da olmayacaktı. o anda götürmek gerekiyordu. ama tabi "doğal süreci", bilmem nesi diyerek bekledik.

    tavsiyem, bir şeyi bilmediğinizi fark etmeye ihtiyacınız yok, emin olamıyorsanız "mutlaka" bilen birine sorun, doğrusunu öğrenin.

    bu arada veterinere bilerek "doktor" dedim çünkü onlar da "can" ile uğraşıp bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. ben insanları hayvan ve bitkilerden üstün gören biri değilim. bu yüzden veteriner de, bitkiler için çaba gösteren insanlar da en az doktorlar kadar kıymetlidir.
  • eğitim ve kültürün para ile satıldığı bu ekonomik sistemde ortadan kalkması imkansızdır.

    doğa ile etkileşime geçme konusunda en yetkin tür olan insanın, bunu başarabilmesi için asgari nitelikte belirli ihtiyaçları vardır. insan doğayı okuyabilmeye ehildir fakat bunu gerçekleştirirken elinde bu işe uygun gereçler ve bünyesinde bu okuma işlemini sürekli kılacak sağlamlık bulunmalıdır. kişi o veya bu şekilde elindekileri kaybeder veya hiç kazanamaz ise yaşam içersinde tıpkı duyma yetisini kaybetmiş bir yarasa gibi körleşip cehalete gömülür.

    eğitim, bireyin küçük yaştan başlayarak doğru ile yanlışı ayırabilmesini, sorgulamanın ve soru sormanın bir yaşam disiplini haline gelmesini ve beşeri sorumluluk bilincini bina eden bir sistematiktir. temel olarak, insanın güdülerindeki merak olgusunu canlı tutmayı amaçlayan eğitim, farklı fikir ve yaşayışların kişi farafından kabulünü kolaylaştırır. ufuklar aşılır, dağlar geçilir, dogma yıkılır. kültür ise bir sosyal memeli olan insanın elindeki tek anlaşma/uzlaşma yöntemidir. farklı tasa, iklim, cinsiyet, dil ve sürüsüne bereket tecrübe ile yoğurulmuş milyarlarca insanın hep birlikte söylediği bir türküdür. insan, bu evrende verdiği benlik mücadelesini kültürü ile günlük tutarmış gibi haykırır, dışa vurur.

    körün tuttuğu her kişiyle halleşmesini meşru kılan bu sosyo-ekonomik sistem, mülkiyet kavramını kutsal kılmış ve insanları sahip oldukları şeylerin(rütbe, araba, ev, toprak, katır, köle, altın) nitelik ve niceliğine göre bir hiyerarşi altında sıralamıştır. dünyadaki her mal ve hizmetin bir eder karşılığında elde edilmesi gerektiğini benimseyen bu anlayış kitleler arasında büyük ekonomik uçurumlar oluşturmuştur. hal böyle olunca eğitim ve kültür bir medeni vasıf olmaktan çıkmış, bencilliğin elinde yolunu kaybetmiş ve sektörleşmiştir. eğitim ve kültüre ulaşma konusunda ekonomik uçurumdan dolayı oluşan eşitsizlik kimi toplum/sınıf/ekonomik kesimleri ay'a, mars'a götürürken; kimilerini ise -insanın düşünsel evriminde bir hata olan- tanrı kavramının ilkelliği ile başbaşa bırakmıştır.

    yüzleşmemiz gereken şey çok basittir aslında. sırf yeterli parası olmadığı için kitap okuyamayan, seyahat edemeyen, dil öğrenemeyen, cinselliğini özgürce yaşayamayan, en kapsamlısından 2 kuruşluk olanına kadar herhangi bir müziksel aktiviteye katılamayan ve dolayısı ile farklı yaşayışları ve ortak tasaları göremeyen, sosyalleşemeyen ve hepsinden öte bunların gerekliliğinin farkında olmayan insanın kendi kutusuna kapanıp; açlık, dar görüşlülük, yobazlık ile bezenmiş tek düze bir hayata demir atması hayli normaldir. dünyadaki kaynakların sınırlı olması nedeniyle, yarattığımız bu sözde medeniyette zenginler olduğu sürece fakirler de olacaktır. sistem herkesi berekete ulaştırmaya yapısı itibariyle uygun değil. para belki zaman içerisinde el değiştirir. fakat sonuçta eşitsizlik baki kalır.

    sanıldığının aksine, bilgiye ve medeniyete giden yolun anahtarı para değildir. tam tersine para, yarattığı tüm maddi adaletsizlik ve eşitsizlik ile insanın aydınlık yarınlarına giden yolun üstüne çokmüş sistir. bu sistem yaşadığı sürece her fakirin çocuğu fakir doğacak ve açlıktan yanan midesini doldurmak için tüm yaşamını çalışmaya adayıp hiçbir medeni olanağa erişemeyecektir.

    birini cehalet ile yaftalamadan önce, kişinin bu durumda olmasında sizin payınızın ne kadar olduğunu düşünün. bu pay sizin mevcut sisteme ne kadar bağlı olduğunuz ve onu bir gereklilik olarak ne kadar benimsediğiniz ile doğru orantılıdır. şüphesiz ki, cehalet paranın enstrümanıdır.
  • cahil olmadığını düşünme durumu.
  • türk toplumu arasında yaklaşık olarak yüzde ellilik bir kısmın içinde bulunduğu durumdur. köy enstitülerinin kapatıldığı yıllardan günümüze hediye!
  • konfüçyüse göre kişinin bunun sınırlarını idrak edebilmesi onu gerçek anlamda bilgi sahibi yapıyormuş.

    ahkam kesmeden önce akla gelmesi gerekn bir tespit.
  • önyargı ile yapmış olduğu izdivaçtan nefret adında nurtopu gibi, afacan mı afacan, ele avuca sığmayan bir evladı vardır.
  • "platon şöyle der: 'cehalet insanlar için kötü olan her şeyin kök saldığı, filizlendiği ve koparanların ağzına acı bir tat bırakan meyvelerin yetiştiği topraktır.'"
    (alıntılayan foucault, "doğruyu söylemek")
  • "en umut kırıcı kusur, her şeyi bildiğini sanan ve böylece kendine öldürme hakkı tanıyan cehalettir."
    (albert camus, "veba"dan)
  • "cahillik iradenin felç geçirmesine neden olur. planlı bir şekilde büyütülmüş cehalet yoluyla hâkimiyet kurmak çok daha güvenilir ve ucuzdur. demokrasinin sesi boğulacağı ve elleri bağlanacağı zaman kullanılan ipler cehaletten örülür."

    (bkz: zygmunt bauman)
    (bkz: akışkan hayat)
hesabın var mı? giriş yap