• tam adı ahmet celal cem say, bogazici bilgisayar mühendisliği'nde dersine girdiğim ilk öğretim üyesi. yaz okulu sırasında kapısına gizlice yapıştırdığımız "james i", "jam's eye", "jam sigh", "jam psi", "james eye" vb. varyasyonlardan oluşan kağıdı 3 yıl boyunca çıkarmayan, mezun olurken konuyla ilgili yaptığım itirafı da "herkes ben yaptım zannetti, güzel oldu" rahatlığıyla karşılayan star trek gurusu.
  • bir boğaziçili şımarıklığı ve özgüveniyle, sabahtan akşama twitter da aklına gelen her konuda bilip bilmeden (çoğu zaman bilmeden) yardırıp, üzerine kendisine cevap verenleri blokluyor.
    bir üniversite hocasi(!) düşünün ki, akademik yayın referanslı cevap veriyorsunuz, adam sizi blokluyor.
  • bu beyefendi, kariyerine ve akla mantığa uygun birkaç kelamına aldanıp saygı duyulan insanların aslında ne kadar anti-sosyal, gerçeklikten uzak, uygun koşullar oluştuğunda faşizme ve ırkçılığa göz kırpan bireyler olabileceği ile ilgili çok güzel bir örnektir.

    diyor ki;

    "bağımlı olduğunuz için, beyninizi ele geçirmiş olduğu için sigara size sürekli itiraz cümleleri söyletiyor. çok zor, haklısınız ama kendiniz kurtarmaya çalışmalısınız. ona döktüğünüz parayı bağımlılık tedavisine harcayın. siz beceremiyorsanız da devlet yasaklamalı tabi.

    oysa ne güzel başlamıştı di mi. beyin diyor, bağımlılık diyor. e adam profesör zaten. bilgi de çok. şiir gibi yazıyor, kafada denklemi kuruyor hooop. sonuç ortada. o zaman devlet sigarayı yasaklamalı tamaaaam çözüldü sorun. bittiii. tertemiz.

    her seferinde diyorum, bilim adamı akademisyen mühendis profesör her ne haltsa. kariyerine ve titrine bakarak insanlara saygı duyulmamalı. sosyal zekası düşük insanların alanları dışında kestiği ahkamları götünüzle dinleyin. çünkü bazen konuşmuyor sıçıyorlar.
  • sadece kendisinin arkadaşı olduğu için, 17 yaşında sahipli karneli köpeği
    kaçırıp bir yerlere atıp yurtdışına tatile giden, köpek ölüme yaklaşınca (belki de ölünce) elinde kalmasın diye apar topar barınak arayan bir kişiyi canhıraş savunan biriymiş bu.

    arkadaş kontenjanından olunca "linç magandaları", "yargısız infaz" oluvermiş kamuoyu vicdanı hemencecik. nasıl yargısız infaz bu? kadın kabul ediyor köpeği alıp götürdüğünü, ölümünü gizlediğinin belgeleri var, 5 eylül'de hala "köpek yetkililerde" falan diyor günler önce ölen hayvan için.

    çıtır öldü işte, bu kadın onu bir eşya gibi taksi bagajında alıp kaçırıp bir yerlere bırakmasaydı bugün yaşıyor olacaktı.

    demek ki bu arkadaş da kendisiyle aynı profilde birisi. not düşüle buraya da.
  • bilim insanlari kibarca, kit aklinizla bilim konusunda ahkam kesmeyin demeye getirirler, kendisi de kit birikimi uc kurusluk ezberleriyle tarih ve siyaset alanina cok giriyor. bir de cok curetkar. cahiller boyledir, asla yanildiklarini dusunmezler. bak bilim insani dedigin sorgular acaba filan der, konu siyaset olunca nato kafa nato mermere bagliyor iste.
  • boğaziçi üniversitesinde kaliteli bir profesör. ancak dün yaptığı espri bende çok büyük sıkıntılar yarattı.

    "formal languages and automata theory" nin ilk dersinde 'language'leri anlatıyor...

    -l1 is a language, l2 is a language, by the way, is there any student named l1(elvan) here?
    +(çok derin bir sessizlik)
  • (bkz: okumak cehaleti alır eşeklik baki kalır) sözünde kendine uygun yer bulmuş vatandaş.

    kendi gibi düşünmeyenleri mağara adamı olarak niteleyerek kalibresini ortaya koyarak kendini aydın sanan ağız ishali olmuş mide bulandırıcılar tayfası arasında yerini almaya aday olmuştur.

    neymiş; çocukları aşılamayın diyorlarmış. senin gibi düşünmek zorunda zaten herkes paşam. ortalıkta demokrasi demokrasi diye bir yerlerinizi paralamadan önce insanların kararlarına ve fikirlerine saygı duymayı öğreneceksiniz. öğreneceksiniz arkadaş.

    bunun gibiler yüzünden insanlar doğru yanlış fikirlerine sorgusuz sualsiz daha da kenetleniyorlar.

    seninki aydınlıksa karanlık ne?
  • şu sıralar twitter'da elon musk'a ayar vermekle meşgul.

    az önce elon musk "woke akıl virüsü ya mağlup edilecek ya da başka hiç bir şeyin önemi yok" diye twit atmış.

    cem say bu, durur mu, yapıştırmış cevabı: "senin virüslere inanmadığını sanıyordum."

    bu ayarın altından kalkamayan musk'ın twitter'ı kelepir fiyata elden çıkarmayı düşündüğü konuşuluyor.

    tanım: kel kafasının içinde zehir gibi bir beyin taşıyan prof.
  • soner yalçın'ın aşır karşıtlığını besleyen zırvalarına karşı çıktığı için "lobi kankası" ilan edilme sürecinin arka planını "aşılar hakkında gerçekleri yayımlamaya cesaretiniz yokmuş" başlıklı yazısında aktarmış.

    ***

    odatv’de yazmaya başlamadan önce odatv hakkında yazmaya başlamıştım. bilgisayar mühendisliği hocasıyım. ergenekon, balyoz vs. davaları ilk başladığında delillerin neredeyse tamamının “dijital” olması dikkatimi çekmişti. bu materyallerin sahtelerinin ne kadar kolay üretilebileceğini bildiğimden nasıl olup da savcı ve yargıçlarca delil olarak kabul edilebildiklerini bir türlü aklım almıyordu. bir süre sonra, bu davalarda sanık avukatlarınca görüşleri alınan ama mahkemelerce görmezden gelinen değerli uzmanların raporlarını da okuyunca resim netleşti: savcı ve hakimler bunu bilerek yapıyorlardı! bir grup insanı suçsuz yere hapiste tutarak hem korku salmayı, hem de (15 temmuz’da sağır sultanın da duyacağı gibi) kendi istedikleri başka insanları hapistekilerin makamlarına geçirmeyi amaçlayan bir örgütün üyesiydi bu “hâkim”ler!

    bu çete üyelerinin şakası yoktu: sahte delille tutukladıkları masumun avukatı çok ses mi çıkardı? hop, onun hakkında da bir dijital “bulunuveriyor”, avukat da kendisini silivri’de buluyordu. prof. mehmet haberal’ın rahatsızlığı nedeniyle hapishanede değil hastanede tutulması yönünde rapor veren kardiyoloji profesörlerinin de adresi silivri olacaktı. susmak daha akıllıcaydı yani.

    ben susamayanlardandım. bilgisayarla biraz haşır neşir olmuş bir ortaokul öğrencisinin bile anlayabileceği bir gerçek ortadaydı: masum insanlar toplumun çoğunluğunun bilgisayar teknolojisi hakkındaki bilgisizliğinden ve basının üzerindeki ölü toprağından yararlanılarak zulme uğratılıyordu. ileride torunlarım “sen bilgisayarcısın, o dönemde neden sustun?” derlerse ne cevap verecektim?

    hapistekilerin de görebilmesi umuduyla (o zamanlar havuza düşmemiş olan) büyük gazetelerin köşe yazarlarına dijital delillerdeki sahteciliği herkesin anlayabileceği, basit bir dilde anlatan mektuplar göndermeye başladım. o sırada soner yalçın, barış pehlivan ve barış terkoğlu da hapisteydi. örgüt üyesi hâkimler tübitak’taki kendi adamlarından başkasının bilirkişi raporunu kabul etmiyordu. özellikle anlaşılmaz şekilde yazılmış böyle bir raporu normal türkçeye çevirip aslında odatv’cilerin hakkında delil melil olmadığını gösteren kısa bir yazım hürriyet’te yalçın bayer’in köşesinde yayımlandı. ertesi gün barışlar tahliye edildiğinde çocuklar gibi sevindim.

    aylar sonra destek için izleyici olarak gittiğim odatv duruşmalarından biri öncesinde soner yalçın ile tanıştım. kendisinin birkaç kitabını okumuştum. odatv’de diğer kumpas davalarındaki dijital delilleri de işleyen yazılar yazmamı önerdi. işte böyle “odatv yazarı” oldum.

    ben bir popüler bilim yazarıyım. kumpas delilleri, seçim hileleri ve yalanları veya o sırada ilgimi çeken diğer konularda işin bilimsel yönünü en fazla lise düzeyinde eğitim gerektirecek, kolay anlaşılacak (ve tabii yüzde yüz gerçekleri içerecek) şekilde yazmayı seviyorum. bu yazılar için motivasyonum bazen merak, bazen de (yukarıda anlattığım gibi) “söylemezsem çatlayacağım” tipinden bir görev hissi oluyor.

    şimdi gelelim konumuza. soner yalçın yeni bir kitap çıkarmış. ben kitabı okumadım, okumadığım bir kitaba dair olumlu veya olumsuz bir şey söylemem, yazmam. tanıtım amacıyla çıktığı televizyon programlarında dedikleri kimi doktorlar tarafından “aşı karşıtlığı” olarak yorumlanmış, ama açıkçası o programları da baştan sona izleyecek vaktim olmadı. aşı karşıtlığının ülkemizde kaygı verici şekilde artmakta olduğunu gösteren veriler var. internet’te dolaşan komplo teorileri arasında en geri zekâlıca ve tehlikeli olanlarının aşı karşıtlarınınkiler olduğunu düşünüyorum. işte bu nedenlerle yine “söylemezsem çatlarım” hissine kapıldım ve bir yazı yazdım. yazıyı şuradan okuyabilirsiniz: http://www.cumhuriyet.com.tr/…saretiniz-var-mi.html

    bu yazıyı odatv’de yayımlanmak için yazdım. soner yalçın izin vermemiş. cumhuriyet’teki dostlar sayesinde orada yayımlanabildi.

    20 aralık sabahı uyandığımda türkiye’nin en çok satan gazetesinin yüz binlerce okuru önünde kitap reklamı uğruna iftiraya uğratıldığım şu yazıyla karşılaştım: https://www.sozcu.com.tr/…n/bak-su-kurnaza-5519953/

    sözcü’nün genel yayın yönetmenlerine cevap hakkımı nasıl kullandırtacaklarını sosyal medya üzerinden sordum ama henüz bir yanıt alamadım, o yüz binlere gerçeği nasıl ulaştırabileceğim bilmiyorum. ama odatv’nin aynı iftira yazısını yayımlamış olması karşısında ne yapmam gerektiği konusunda hiç kuşkum yok: odatv’ye şu okumakta olduğunuz cevabı yazıyorum. ne de olsa ben odatv yazarıyım.

    işte yalçın’ın yazısında dedikleri ve cevaplarım:

    yalçın diyor ki: “cem say dün sabaha kadar bir ay içinde sadece aşı konusunda 46 tweet yazdı, 37 retweet yaptı! kitap çıktıktan sonra birden cem say, aşı konusuna çok duyarlı oluverdi.”

    cevabım: kitabı çıktıktan sonra aşı tweetleri atmışım! peki önceki aylarda ve yıllarda hiç tweet atmamış mıyım aşı reddi saçmalığı konusunda acaba? twitter orada duruyor, buyurun sayın. yalçın hakkımda “delil” toplamaya tam teorisine uyacak yerden başlamış.

    yalçın soruyor: “ne oldu salgın mı var; aşı karşıtı büyük kampanya mı var?”

    cevabım: evet. sansürlenen yazımda halen dünyanın iki ayrı yerinde süren ve binlerce çocuğun öldüğü iki salgını anlatıyorum zaten. saydığı retweetlerim arasında samoa devletinin gün gün artan ölü sayısını bildirdiği duyuruları var. aşı karşıtlığı kampanyalarının başımıza getirebileceği belalar anlaşılsın diye.

    yalçın diyor ki: “cumartesi akşamı cem say, aşı konusunda odatv'ye yazı gönderdi. demek bizi hatırlamıştı; son yazısını yedi ay önce yollamıştı! geçen yıl ise sadece tek yazısı yayınlanmıştı!”

    cevabım: hem fetö’nün sahte dijital delilleriyle hapse atılan ve içlerinde odatv ekibinin de bulunduğu masumların tümü dışarı çıktıktan sonra konular azaldı, hem de yazılarıma karşılık odatv’den aldığım ücretleri koyacak yer bulmakta güçlük çekmeye başladığım için makalelerimin arası açıldı, evet. yukarıda da belirttiğim gibi, canım istediği zaman yazıyorum.

    yalçın diyor ki, geçen hafta köşesinde küresel ilaç şirketi gsk lobisini deşifre etmeye başlamış. sonra bir de ne görsün?

    “bu lobinin “kankası” cem say’ın bir gün sonra odatv’ye aşı yazısı göndermesi tesadüf mü?”

    hayır, yanlış okumadınız. evet, “lobinin kankası” diyor. bunun ne demek olduğunu ben de bilmiyorum. gsk’nin açılımı olduğu adın yazılışını bile az önce google’a aratıp öğrendim.

    bu lobinin kankası olmam da yazımı o gün göndermemden anlaşılmış. çünkü aşı karşıtlığı lobisinin kayınçosunun da dediği gibi “her şeyin arkasında bir şey vardır”. “o gün yazıp gönderdim, çünkü bir süredir canım istiyordu ama ancak o gün vakit bulabildim, başka gün gönderseydim bu kafayla ona da bir kulp takılacaktı” diyemezsiniz. oyun büyük.

    yalçın devamında yazımı sansürleme gerekçesi olarak ne mi diyor? zaten sosyal medyada “herkesin bildiği” paylaşımlarımı birleştirip makale yapmışım, odatv ise sadece “özgün-ezber bozan” yazılar yayınlarmış. “yayınlanmayacağını biliyordu!” diye haykırıyor.

    hayır. twitter’da yazdıklarımı odatv makalelerime de koyduğum oluyor, evet, ama odatv’nin buna şimdiye kadar hiçbir itirazı olmadı. mayıs’taki yazım aynen böyleydi, güle oynaya yayımlanmış ve o gün türkiye’de sosyal medyada en çok paylaşılan köşe yazısı olmuştu mesela. diğer birkaç yazımın çok okunduğunu da bizzat odatv’ci dostlardan biliyorum. hatta odatv birçok tweetimi bana sormadan kendileri “haber” yapıp yayınladı, yani “sosyal medyada herkes biliyor” diye bir yayımlamama huyları yok. bu son yazımın yayınlanacağına (beni çok saf bulan eş-dost takımının aksine) samimi olarak inanıyordum. odatv çok karşı görüşlerden insanların yazılarını yayınlamış ve bununla övünen bir site. bir de var olduğunu sandığım gönül bağı söz konusu. sansürlendiğimi öğrenince gerçekten şaşırdım.

    yalçın bu yazıyı neden (adını yanlış yazdığı) herkese bilim teknoloji dergisinde yayımlamadığımı soruyor. çok basit: herkese bilim teknoloji’de popüler tıp köşe yazıları yazan gerçek hekimler var. odatv’de ise hele de bu konuda, hele de o kitap çıktıktan sonra bir dengesizlik hissettim ve “bir de bu konuda bir popüler bilim yazısı yazayım, odatv’nin konunun her yönünün tartışılabildiği bir yer olduğu ortaya çıksın” dedim. nereden bileyim ikide bir “aşı karşıtı değilim, her yönüyle tartışalım” diyen patron tarafından sansürleneceğimi?

    bir de, çok güldüm, “lise düzeyinde” diyor makaleme soner yalçın. evet, çok doğru. popüler bilim yazısı o düzeyde, herkes kolayca anlasın diye yazılır. zaten o yüzden, herkes anlayacak diye sansürlendim ve beş dakikada lobi kankası oldum sanırım.

    yazısının devamında yalçın makalemde bu yıl kongo ve samoa’da aşılanmadıkları için kızamıktan ölen binlerce insana ilişkin dediklerime cevap vermeye çalışıyor. kongo için işine gelmeyen sayılara (işi bu olan uzmanlarca açıklanmış olsalar da) inanmama yöntemini kullanıyor, böylece 5000 küsur ölü güme gidiyor, samoa için ise şu çarpıtmayı yapıyor: 2018’de iki samoalı çocuk iki hemşirenin kızamık aşısı hazırlarken su yerine süresi geçmiş kas gevşetici kullanması yüzünden ölmüş. hemşireler beşer yıl hapse mahkum edilmiş ama olan olmuş, aşı karşıtlarına gün doğmuş. sonuç? aşı reddi alıp yürümüş, bu ayki salgında ölü sayısı şimdilik 78. yalçın ise bunu nasıl anlatıyor biliyor musunuz? “aşı yüzünden iki bebek hayatını kaybetti; insanlar panikledi” siz bir anne olsanız ne düşünürsünüz? “eyvah, kızamık aşısı çocuğumu öldürebilir!” oysa gerçek tam tersi: insanlar aşı olmadıkları için ölüyorlar. yalçın da bunu yazdığım için beni sansürlüyor.

    bitirirken, gazetecilik ve insanlıklarına büyük saygı duyduğum sevgili barış terkoğlu ve barış pehlivan’ın bu sansürde hiçbir dahli olmadığına inandığımı vurgulayıp sansürlenen yazımın sonundaki öneriyi tekrarlayayım:

    lütfen bu asırda durduk yerde bir de salgın belası çıkarmayalım başımıza. hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir. gafil ve cahil olmayalım. böyle aşıların kanunla zorunlu kılınmasını öneriyorum.

    ***
hesabın var mı? giriş yap