• insan için en büyük kuvvet, kendisini oldugu gibi görebilmektir.

    hepimiz ölümün nisanlisiyiz.

    gariptir, yükü çeken manda (veya öküz de olabilir) ses cıkarmaz da kağnı inler. (parantezin içini daphne karalamıştır)

    yuksek fikirler, yuksek daglara benzer, alisik olmayanlari urkutur.

    doğruyu söylemek değil, anlatmak güçtür!

    gündüz karanlığına hazırlanmayan, gece karanlığına razı demektir!

    gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, diğerleri de ....

    başkası düştü mü, "çürük tahtaya basmasaydı" deriz, kendimiz düşünce, tahtanın çürük olmasından şikâyet ederiz.

    zirvelerde kartallar da bulunur, yılanlar da. ancak birisi oraya süzülerek, digeri ise sürünerek gelmistir. önemli olan nereye gelmis oldugunuzdan çok, nereden ve nasil geldiginizdir.

    gibi veciz sözleri söyleyen, sözlerinin içindeki derinliğin akıllara durgunluk verebileceğini düşündüğüm, filozof, yazar şahıs..
  • "kadın olsun, kitap olsun cildine aldanmayıp içindekilere
    bakılmalıdır" buyurmuş şahsiyet.
  • sözlü sınavlarda adının "cenabet şahabet" olarak telaffuzu başa olmayacak belalar getiren şahıs.(özür dilerim daphne)
  • "14 şubat 1934'de cenap'ın bakırköy'deki evinden cenazesi kaldırılacaktı. bir gün evvel, yahya kemal ile buluşup cenazesine beraber gitmeyi kararlaştırdık. fakat bu 14 şubat istanbul için harikulâde bir gün oldu. kırk yıldan beri bu kadar şiddetli bir kar fırtınası görülmemiş! ilk önce, moda'da oturan yahya kemal, istanbul'a geçmesine fırtınanın mâni olduğunu telefon etti. ben hazırlandım fakat ancak yirmi dakikada bir otomobil buldurabildim. bununla sirkeci'ye kadar geldim. fakat tren kaçmıştı. oto mütemadiyen kayıyor, kardan göz gözü görmüyordu. şoför bakırköyü'ne gitmenin imkânı olmadığını söyleyerek bunu tecrübe etmeğe bile razı olmadı. ve ben dönmeğe mecbur kalarak tokatlıyan'ın büyük camlarının önünde oturup düşen karları seyretmeğe koyuldum."

    abdülhak şinasi hisar, geçmiş zaman edipleri
  • copy paste demeyin ellerimle yazdım walla, tabi ansiklopediden bakarak:)

    cenap şahabettin; şair ve yazar. servet-i fünun edebiyatının önde gelen üç temsilcisinden biri. 1870'te manastır'da doğdu. babası plevne'de şehit düşmüş bir binbaşıdır. ilk ve orta tahsillerinden sonra 1889 yılında askeri tıp bitirerek doktor çıktı. ihtisas için gönderildiği paris'te (1890-94) dört sene kalarak yurda döndü. çeşitli yerlerde hekimlik yaptıktan sonra 1896 sıhhiye müfettişliği göreviyle hicaz'a gitti. 1908'den sonra siyasi hayata girdi. 1914'te kendi arzusuyla emekli olduktan sonra 1922'ye kadar edebiyat fakültesinde müderrislik yaptı. bu arada "milli mücadele hareketine karşı çıkması" üzüntü ile karşılandı. (ansiklopedi böyle diyor wallahi) cumhuriyet devrindeki hayatı edebi yazılar ve çalışmalarla geçti. 13 şubat 1934'te beyin kanamasından ölerek bakırköy mezarlığına gömüldü.

    cenap şahabettin, başta şiir olmak üzere tenkit ve makaleler, vecizeler, biyografya ile seyahat ve tiyatro eserleri yazmıştır. daha 14-15 yaşlarında iken cenap, istanbul'da tıp talebesi olduğu yıllarda bu çalışmalarını geliştirdi. bir ara recaizade mahmut ekrem, abdülhak hamit tesirine girmiş, dört yıl kaldığı paris'te yakından takibettiği sanat ve edebiyat çalışmalarına ileri derecede vâkıf olarak istanbul'a dönmüş, servet-i fünunun yeniliklerinde öncülük yapmıştır. hayatı boyunca aruz vezninden vazgeçmemiş, bu vezni şiirde sağlamak istediği iç musiki ve ahengin esas unsurlarından biri olarak değerlendirmiştir. nazmı, nesir ile kelimelerdeki ses musikisinin toplamına eşit gören şair, kelime tekrarları, ses oyunları ile kulağı okşamayı ön planda tutmuştur.

    bir bütün olarak ele alındığında şiirlerinde konuları sınırlamıştır. adeta bir tablo yapar gibi yazmış, konuda var olan unsurlara yer vererek diğerlerini atmıştır. biçim üzerinde ısrarla durarak muhtevacı şiir akımı ve anlayışlarına karşı çıkmıştır. servet-i fünun şairlerinin hemen benimseyip uyguladıkları bu özellikleri paris'te kaldığı yıllarda fransız şairlerinden ve edebi akımlardan aldı. bilhassa parnasçılar ve sembolistlerin tesiri altında kaldı.

    mecazlar konusunda servet-i fünun ana hatlarını çizen cenap şahabettin, batıdaki örneklere özenerek hiç duyulmamış, yeni yeni isim ve sıfat takımları kurdu. o yıllarda da pek çok ağır tenkide maruz kalan ve edebiyatımızda benimsenmeyen bu mecazların en çok gülünç bulunan ve itiraz edilenleri arasında "saat-ı semen-fam, lerze-i ruşen, berf-i zerrin, peri-i fikir" gibileri sayılabilir. onun bu yabancı, garip ve sözlüklerin derinliklerindeki kelimelere düşkünlüğü bazı şiirlerini okunamaz hale getirmiştir.

    sosyal meselelere hiç yanaşmayan cenap için "şiirin amacı yalnız güzelliktir." konularını beşeri aşk, filsefe ve tabiat temalarından seçmiştir. şiirlerinde de duygu sığ kalır hatta felsefi şiirlerinde de fikri bir derinlik bulunmaz. (bok yemişin sen ansiklopedici) inanç konularında şüpheci bir tavrı vardır. siyasi ihtiras ve şahsi kaygılarla dolu hayatı eserlerine de aksetmiştir. kaprisli kişiliği kendisini pek çok edebi tartışma ve tenkidin hedefi haline getirmiştir. tartışmalarında edebi tenkitten ve makalelerinde bir taraftan seviyeli ve doyurucu olmakla birlikte, karşısındakini küçümsemek ve alaya almaktan da vazgeçmemiştir (!) alayı zekanın tabii bir hakkı sayması, düşmanlarının sayısını artırmaktan, herkesi kendisine küstürmekten başka bir şeye yaramamıştır.

    eserleri arasında önemli bir yer tutan "tiryaki sözleri", ince ve ısırgan bir zekanın verimi olan sözlerle doludur. biyografya türündeki tek eseri "vilyem şekspiyer"dir. tenkit ve makalelerinin bir kısmı evrak-ı eyyam, nesr-i harb, nesr-i sulh kitaplarında toplanmıştır. hac yolunda, avrupa mektupları, afak-i irak isimleriyle yayınlanan seyahat eserlerinden başka, başarısız tiyatro eserleri de vardır. şiirleri kitap halinde toplanmıştır
  • "benim her evetime bir belki karışır."
    cenab şahabeddin
  • "kalp, bir aşktan ötekine göç ederken az çok zedelenir. bu yüzden tam aşk, ilk aşktır." derken büyük yanılgılarda, yanlışlardaymış kendisi. o buhur kokulu zamanda dediğini irdeleyen pek olmamış sanıyorum. zefre'yi üflemeye beş kala, süveyda ağzından fışkırmaya yakınken hani, yani büyüdüğünde, artık kaybedecek bir şeylerin olduğunda, işte o zaman tam aşk nedir anlarsın gibime geliyor cenabım şahabım. muz likörü kafası değil bu, büyük büyük konuşuyorsunuz sonra adı aforizma oluyor. genç kalpler rahatsız. taşikardi.
  • yusuf ziya ortaç, cenap şahabettin'in kurtuluş savaşına karşıtlığı ile ilgili mevzuyu, akbaba yayınevi tarafından 1960'ta basılan portreler adlı kitabında şöyle anlatır:

    "cenap şahabettin, bilgi ve zekâsına güvenmenin iki kere cezasını çekti:
    ...
    ikincisi, kurtuluş savaşına karşıdır: inanmadı!
    ama onu, hiç kimse suçlandıramaz. atatürk, bir gün falih rıfkı atay'a söylemiş:
    - oğlum, inanmayanları ayıplamayın sakın... sahiden inanan kaç kişi vardı ki?.. gün oldu, ben bile içimden sarsıldım!"

    âkil adam, vesselam.
    (kastım şahabettin değil, atatürk tabii ki.
    yusuf ziya, aynı kitapta şunları da söyler çünkü cenap şahabettin hakkında:
    "cenap'a hayran olmamak imkânsızdı. ama, sevmek de imkânsız. zekâsını, kültürünü, sizi aydınlatmak için değil, cehaletinizi, ahmaklığınızı göstermek için kullanırdı: kendinizden utanır, ona da düşman olurdunuz!")
  • "bir kadın sezsizce konuşuyorsa bir şey istiyordur,sesini yükseltmişse istediğini alamamıştır."
  • "ya bir yol bulacaksınız, ya bir yol yapacaksınız, ya da yoldan çekileceksiniz" sözünün sahibi edebiyatçı, feylesof.
hesabın var mı? giriş yap