• biryudumkitap.com ile "topuk" adlı pasajından sonra "sesinde" adlı yazısını da beğenerek ve aynı güzel duygularla okuduğum insan.

    --- spoiler ---
    ..
    sesinde kafesinin kapısını açık gören bir kuşun şaşkınlığı. yine de kaçamayan. sesinde yeni toplanmış biberiyeler, defne ağaçları, çınar yaprakları var. sesinde sokakta ip atlayan çocuklar. sesinde bir elekten dökülen unlar. sesi geri gelmeyeceğini bildiğin birine son kez sarılmakla aynı tohumdan çıkar.

    gel dediğinde gideceğimi bilen birinin güveni var sesinde.

    ve de ne haklı. çağırırsa giderim.
    --- spoiler ---
  • kendisini tanımadığım halde çok mutlu olmasını istediğim güzel insan. evlenmiş, kendi deyimiyle birinin toprağında çiçek açmaya karar vermiş. mutluluklar kendisiyle olsun.
  • güzel yazıyor, çok güzel yazıyor.

    insan demirden bir kumbara.

    içine attıkça biriktiriyor. birbirine eklenerek çoğalıyor. birbirini çağırıyor. elele tutuşup dönmeye başlıyorlar gün sonunda. isimleri var. bakınca yüzleri var. tutunca elleri var. dokununca sıcacık tenleri var. abuk sabuk öfkeleri, birden gelen sinir krizleri var. çok dikkatli bakılınca görülen derin kesik izleri var. yanaklarında bırakılmış tokatlar, yüzlerine söylenmiş büyük yalanlar, bedenlerinin tam ortalarında imara kapalı ormanlık alanlar var. arkalarından sövülmüş, ara sokaklarda sarhoşken dövülmüş, bazı gece yarılarında ansızın ölünmüş.

    o gün kapıları açık bırakıp gidenlerle, çarparak vurup gidenler aynı anda bir sarma sigara yakmış. dünyanın her yerinden bir çok insan artık bir kapıdan çıkıp gitmeleri gerektiğini idrak etmiş. bazıları canlarından parçalar bırakmış, bazıları çıktıkları an rahatlamış, ferahlamış, derin bir nefes almış. mahşer yeri gibi bir kalabalıkmış. o gün öfke, yıllardır arkasında hapis olduğu demir parmaklıkları kemire kemire devirmiş. milyonlarca parçaya bölünüp havaya karışmış. insanlar içlerinde birden bir kıpırtı hissetmişler önce. ne olduğunu anlayamadan çoğu pardesülerinin yakalarını kaldırıp binalardan sokaklara çıkmaya, bavullarına rastgele birkaç parça kıyafet atıp kapağını kapatıp taksiler çağırmaya başlamışlar. evlerinden çıkarken dönüp geriye son kez bile bakmamışlar. ki son kez bakılmayan şeyler en zavallılar. duraklara, yollara, hava alanlarına, iskelelere, tren istasyonlarına akın etmişler. birden içlerindeki her şeyi bırakıp gitme hissi dayanılmaz boyutlara gelmiş. sanki biraz sonra dünya bitecekmiş gibi bir şaşkınlık ve korkuyla yanında olmak istedikleri o birinin yanına, annelerinin dizlerinin dibine, sevgililerinin yatağına, çocuklarının odasına, büyük annelerinin mezarına, anlayın işte, olmadıkları bir başka yere gitmek üzere yola çıkmışlar. ilk önce her şeyin anlamsızlaştığını hemen sonra aslında gözlerinin yalnızca anlamlıları görmeye başladıklarını anlamışlar.

    koşmuşlar, hızlı hızlı yürümüşler, yorulup yol kenarlarında yan yana oturup dinlenmişler. birbirlerinin sandviçlerini paylaşmışlar. aynı su şişesinden hiç tereddüt etmeden su içmişler. aynı taksinin arka koltuğuna yabancılar olarak oturup tanıdıklar olarak gittikleri adreslerde inmişler. ayrılırken kucaklaşmışlar. birbirlerini bir daha hiç görmemişler ama hep anımsamışlar. anımsarken gülümsemişler. ve zaten bu yeterliymiş. susmuşlar. susarken el ele tutuşmuşlar. kumbara dolmaya devam ediyormuş.

    son yolcular da varmaya çabaladıkları kapıların eşiklerinden içeriye adım atınca korkunç bir ses duyulmuş. herkes aynı anda sağır olmuş. kumbaralar teker teker patlıyormuş. içinden demirden kollar, bacaklar, araba farları, nar taneleri, kar taneleri, tarçın taneleri, bozacının çığırtkan sesi, buğday başakları, fener balıkları, ada rüzgarları, teki kaybolmuş eldivenler, sebepsiz terk edenler, sebepli çekip gidenler, köşe başı kokoreç arabaları, balık ağları, üzüm bağları, büyükbaş hayvanlar, çorak topraklar, meksikalar, afrikalar, kayısı kıvamında pişmiş yumurtalar, rulo yapılıp kapı arkasına dayanmış el dokuması halılar, üzerinde yeni sevişilmiş kar beyazı çarşaflar, uzun pazar kahvaltıları, yatmadan önce çocuklara anlatılmış yalandan masallar, bağırışlar, geçmeyen hıçkırıklar, dinmeyen acılar, unutulmayan anılar ve mide boşluğunda donup kalmış at hırsızı suratlı haydutlar fırlamış.

    kumbara fikri kimin aklından çıktı ki zaten, demiş bodrumun karanlığında oturan çocuk annesinin elini sımsıkı tutarken. insan demirden bir kumbaradır, demiş kadın. hep sonradan, demek için biriktirir.

    aha da blogu burada.
  • kendisi yakında kitap çıkaracağını söyleyerek sevindirmiştir. ayrıca balon yazısıyla yine döktürmüş sağ olsun.

    insan şişirilip gökyüzüne salınabilecek bir balon değildir.

    nerede patlayacağı belli olmaz. bazıları üflediğiniz ilk nefeste büyük bir gürültüyle paramparça olabilir. sağır oldum sanırsınız. biraz arı vızıltısıyla pansuman ederseniz, geçer. bazısını ise gökyüzüne uçurmaya nefesiniz yetmeyebilir.
    ..
    ve patlarsınız. hiç beklemediğiniz bir anda gürültünün kendinizden geldiğini bile anlamadan, paramparça olursunuz. hem de tam artık daha iyiyim sandığınız anda olur bu. uzun uzun ve dünyanın size artık başka bir pencereden göründüğünü bilerek, bir bankta günlerce oturursunuz. aklınızdaki tüm yüzleri tek tek okşarsınız. içinizdeki ucu sivri cümleler, kelime kelime uysallaşır. içinizde koşan yabani atların birden evcilleştiğini hissedersiniz. yenik düştüğünüzü bilirsiniz. kendinizi yenerek, kendinize yenik düşersiniz. köşeler yuvarlanır. karanlık köşeler aydınlanır. girmediğiniz odaların kapıları aralanır. içinizdeki yabancı toprakların üzerindeki sis kalkar. siz de oturduğunuz yerden kalkarsınız.
    ..
  • yaklaşık 8 aydır ilk kitabını beklediğimiz yazar.

    ve beklediğimize değecek ilk kitabı "loş iklimlerin hayvanları" nihayet 1 mart 2019'da satışta.

    152 sayfa bir kitap için az değil. çiğdem'in düş dünyasında bizi doyuracak bir sayı mı? onunla ilgili konuşmak için henüz çok erken.

    eğer imzalı kitap sizin için önemliyse -benim için çok çok önemli- birkutukitap mart 2019 kutusunda bu caağnım eser imzalı.

    neyse ki şubat 28 gün. *
  • "o saçları okşama.
    başını onların göğüslerine yaslama.
    derin uykulardan uyanıp sarılma.
    ellerini sakın dudaklarında dolaştırma.
    kapat gözlerini. onları yarın hatırlama.
    yine o vücutlara sarılıp beni gör rüyanda. en uygunsuz anında sevişmelerin, kulaklarına benim adımı fısılda."
    yazıyor, cidden ve çok güzel yazıyor.
  • biryudumkitap.com'daki portakal isimli yazısıyla beni etkilemiş, burnumun ucuna çürümüş portakal kokusunu ve aklıma yalnızlığın burukluğunu getirmiş yazar.

    "oysa gecenin cepleri küçük..." :

    --- spoiler ---

    saat gece yarısını biraz geçiyor. havada tuhaf bir bulanıklık...
    kışa rağmen pencereleri açıp oturmak istiyor insan. gidip camın önünde dikiliyorum. tam karşımda bana bakan kocaman bir bina var. deliklerinden insanlar gözüküyor, bacasından pis bir duman tütüyor. ışıklarında birileri yatmaya hazırlanıyor. ben uyuyamıyorum. oysa kollarını açmış kanepe, salonda uyuyakalmam için tüm numaralarını yapıyor. gerçek insan sesi duyarım diye radyo kanallarını geziyorum. saçma hikâyelere gülen fazla neşeli insanlar var. bu saatte bu kadar mutluluğu nereye sığdırıyorlar? oysa gecenin cepleri küçük... geceleri insanın aklına gelen yalnızca birkaç kişi var. geceleri dinlenebilecek birkaç şarkı... geceleri aranabilecek birkaç numara ki çoğu insan ezberinden tuşlar. gece kapısını çalabileceğiniz insanlar belki bir avuç kadar. yalnızlık diz boyu... insan basmadan üzerinden atlayıp geçemiyor. bir karış boyu var, içinde boğulup kurtulsam dese, yetmiyor. paçaları sırılsıklam, kalkıp buzdolabının kapağını açıyor.
    buzdolapları çok hüzünlü yerler. rafında tek başına duran yumurtayla kim doyar? sararmış yapraklarıyla iki dal maydanoz, uzak bir akraba gibi oturduğu yerde yaşlanıyor. çoktan bozulmuş reçellerle zeytin ezmesi kavanozları sanki ben öldüğümde bile orada olacaklar. sebze çekmecesini açınca önce bir küf kokusu geliyor burnuma. elimi uzatınca bir poşetin dibinde yumuşak bir şeye dokunuyorum. alıp bakınca unutulmuş bir portakal olduğunu anlıyorum. iki parmağımın ucuyla havaya kaldırıp altına üstüne iyice bakıyorum. küfler sihirli tozlar gibi etrafa saçılıyor. kokusundan burnumu kapattığım bu portakalın hayatını düşünüyorum. yaşamına güneyde bir portakal bahçesinin ılıman ikliminde başlamış bir portakal... yaşı; bir mevsim... medeni durumu; çürük... hobileri; babaları tarafından kabuklarıyla dilimlenerek yedirilirken küçük çocukların dirseklerinden akmak... ölüm nedeni; bilinmiyor, intihar şüphesi var. bir yabancı elin onu dalından kopardığını, diğerleriyle birlikte bir tahta kasaya sıra sıra dizildiğini, hiç çay servisi olmadan upuzun bir yol geldiğini, beşiktaş pazarının tok sesli, mavi önlüklü kalabalığından benim onu seçtiğimi, bir poşete koyup eve getirdiğimi düşünüyorum. portakalın bir ruhu varsa eğer çoktan üzüntüden kavrulmuş ya da bir gece yarısı ben uyurken buzdolabı kapağına vura vura kendini öldürmüş ve ben bunu mutfaktan gelen sıradan seslerden biri sanmış olabilirim. portakal çiçeklerinin mis kokusunu içine çeke çeke yaşamış bu portakalın gün gelip benim sebzeliğimde çürümeye terk edilmesinden ve yuvarlak dilimlere bölünüp yenmemiş olmasından daha hazin kaç hikâye olabilir?
    gece yarısı açılıp kapatılan buzdolaplarında bir şey bulup yiyen kimse olduğunu düşünmüyorum. ben yemedim.
    evin normal hayatta asla oturmayacağım bir yerini aradım. gidip giriş kapısının yanında dizlerimin üzerine oturdum. asansörün hareket sesinden başka bir şeyin olmadığı, bir tuhaf dünyaydı burası. portakal çöpte... herkes evinde... çoğu uykuda... yarın yapılacak işler cepte... bir hayat var dışarıda. tanımadığım milyonlarca insanla ben aynı şehirde... alt katta uyuyan çocuklarla aramda incecik bir döşeme... pijamalar üzerimde... bir el tam bağrımın üzerinde… bir çatı kafamın üzerinde... bir gök tüm portakal bahçelerinin üzerinde... portakal çöpte…
    bazen kendimizi fazla abartıyoruz.

    --- spoiler ---
  • kendisini biryudumkitap tarafından gönderilen yetmiyor pasajı ile tanıdım. o kadar güzeldi ki aklımdan çıkaramadım bu kısmı.
    --- spoiler ---

    yoldan bir oğlanla bir kız geçiyor. oğlan biraz göbekli ve gözlüklü. kızın üç adım önünden yürüyor. kız yokuşu zor çıkmış, hızlı hızlı nefes alıp veriyor. oğlan dönüp kıza bakmıyor, elinden tutmuyor, arkasından azıcık itmiyor. oğlan bu kızı sevmiyor. kız bunu henüz bilmiyor. cebinden bir lastik toka çıkarıp topluyor saçlarını. ikisinin aklında dünyanın bambaşka ezgileri. çocuk ıslık çalmaya başlıyor. ıslığının arasında bir şey söylüyor. ne dediğini duyamıyorsun. kız kahkaha atıyor oğlana cevaben. devasa bir şey. öyle büyük ki havada yok olup gideceğine katılaşıp yokuştan aşağıya gürültüyle yuvarlanmaya başlıyor. ev terliklerinle peşinden koşup, yakalamak istiyorsun. sonra yakalasam ne yapacağım ki, diye düşünüyorsun. suratın kaşık kadar. küçücük gülümsemelere yer var, kahkahalara yetmiyor.
    --- spoiler ---

    yetmiyor, yetmiyor!
hesabın var mı? giriş yap