• zamane gençlerinin anlayacağı dilden konuşmak gerekirse ;

    messi veya ronaldo için 'bu dünyadan değil' diyorsunuz ya,

    cihat aşkın hepsinin ata babasıdır.

    o'nu bir kez dinleyen bir daha dinlemeden yapamaz.
  • devlet bursu alabilen şanslı ailelerin çocuklarından biri olmasaydı şu an sigortacılık ya da bankacılık kariyerinde zirvede takılabilecek bir müzisyen.
  • haydar haydar parçasını kemanla çaldığına şahit olduktan sonra dünyalı olduğuna inanamadığım kişi.
  • türkan saylan'ın anısına "gece ve ilk notalar" demiş müzisyen... karanlığın farkındalığıyla, en masumane hali ve en doğal korkularıyla sanatıyla aydınlatmaya çalışıyor geceleri, arşeyi savurarak değil bu kez; kalemini savurarak satırlarda... bir bahar akşamı, yer antalya, bir konser sonrası, diğerinden evvel, türkan saylan'a ithafen, gelecek kaygısıyla, yazıyor...

    gece vakti, otel odasında uyku tutmuyor, elimde shostakovich trio, ona bakıyorum. korkuyorum. tıpkı shostakovich'in korktuğu gibi. dışarısı çok karanlık. sadece şehrin sessizliği ve bazen onu bozan ve fişek gibi kafanızın yanından geçen araba gürültüsünden başka, garip bir soğuk var dışarıda. bu soğuk günde gece vakti korkuyorum. shostakovich gibi.

    ilk notalar, kış rüzgarı gibi içime işliyor. bu gece sanki gelecekler ve shostakovich'i alacaklar. yoksa bizi mi alacaklar. korku terörü. stalin döneminin kaybolan sanatçıları, yazarları, düşünürleri, bilimadamları, öğretmenleri, insanlığa değer sunan ve biraz da sivri dili olan yurttaşları. shostakovich'in ilk notaları bu karanlıkta, kış rüzgarında içimi sızlatıyor.

    evet, bu gece onu da alacaklar. bu gece olmazsa yarın gece veya bir sonraki gece.

    bir ara gözüm televizyonda konuşan bandanalı kadına takılıyor, nasıl da anlatıyor, hayat iradesiyle, susmadan, dirençle anlatıyor. yapmak istediklerini hepimize örnek olurcasına bir bir sıralıyor, ama ben korkuyorum. onu da almaya gelirler mi acaba? shostakovich her gece bekliyor. o ilk notalar yok mu işte, adım adım yaklaşıyor. dışarıdan gelen hızlı araba sesleri bir bir geçiyor kafamın yanından. televizyondaki kadın konuşmaya devam ediyor. ama ben korkuyorum. gözlerimi kapatıyorum, ancak yine karanlık var. karanlıktan kaçmak imkansız.

    10 sene önceyi hatırlıyorum. televizyonda konuşan kadın sayesinde anadolu'da burs alan binlerce genci tanımıştım. ücra bir yerde keman çalmak da neymiş meğer, halk anlar mıymış, beethoven çalınır mıymış. korkma, evet orada keman çalınabiliyor, halk seviyor, orada en son klasik müzik konseri `35 sene önce verilmiş meğer. yaşlı bir müzik öğretmeni geliyor senin boynuna sarılıyor. ‘35 sene önce buraya senfoni orkestrası geldi, sonra bir daha kimse gelmedi’ diyor. sevinçle ve gururla devam diyorum. daha çok geleceğiz diyorum. sizleri yalnız bırakmayacağız diyorum.

    televizyondaki bandanalı kadın coştukça coşuyor, ben korkuyorum ve gözlerimi kapatıyorum. o kadın değil miydi, beni 10 sene önce davet eden? biz sanatçılar gitmedik mi, kavuşmadık mı halka hiç?

    korkuyorum, tıpkı shostakovich gibi, o ilk notalar hiç gitmiyor beynimden, sabit fikir gibi tüm kitapta karşıma çıkıyor, sayfaları çeviriyorum, değişik şekillere bürünmüş olarak karşıma çıkıyorlar. televizyondaki bandanalı kadın korkmadan devam ediyor. etmeseydi değişir miydi on sene içinde her şey. keman sesiyle başlayan müzik, on sene devam eder miydi orada, adeta bir orkestra gibi, gençlikle türkü söyleyerek coşan sanat ve bilim insanları, o kadının kapıyı açmasıyla ışığı getirdiler.

    korkuyorum, gözlerimi açamıyorum, gözlerimi açsam dahi karanlık olduğunu biliyorum. shostakovich her gece kapıda bekliyor, onu alırlarsa ailesi zarar görmesin istiyor. o ilk notalar hızlı ritmlerle karanlıkta kör bir dans yapıyor. tak tak tak. o da ne, kapı sesi mi? gidenleri bir daha görebilecek miyim. korku terörü. korkuyorum.

    türkan saylan televizyonda devam ediyor, dışarısı çok soğuk, geliyorlar mı? o ilk notalar yok mu işte, benimle dalga geçercesine hızlanıyorlar, yetişemiyorum artık, yayımla vurduğum akorlar, dışarıdan hızla geçen arabalar, soğuk ve karanlık, en iyisi gözlerimi kapatayım.. görmek, bilmek, duymak istemiyorum. korkuyorum ama gözlerim kapalı olsun daha iyi, açsam da karanlık kapatsam da karanlık. karanlıkta güvendeyim, en azından kendi başımayım, ta ki kapı çalınıncaya dek.

    shostakovich'i de alacaklar. alsınlar, müzik yazdı. işık verdi. karanlığın rahatını kaçırdı. onu da alsınlar ki, rahatı kaçanların intikamı alınsın. değişmez akorlar, hızla geçen arabalar, soğuk ve karanlık ve işte ilk notalar. çalma kardeşim, çalma sevdiğim, çalma annem, müzik çalma, ses çıkarma. yazma babacığım, çizme üstadım, konuşma insanım, devam et, gözlerini kapat.

    korkuyorum, soğuk, televizyondaki bandanalı kadın, kafamın yanından geçen hızlı notalar, yarın sabah olmayacak, karanlıkta daha güvendeyim, gözlerim kapalı, umutsuz..

    o şarkıyı dinleyeceğim, kapı çalınacak mı? shostakovich nerede? işte o ilk notalar.

    yarın bir kez daha konsere çıkacağım. ya gece? karanlık..

    (cihat aşkın - antalya, 18 nisan 2009)
  • hoca, usta kelimesini en çok hak ettiğine inandığım müzisyen, yetenek. o arşeyi savururken kemanında küçüktüm daha, yeni heves bir müzik delisi; her tınlamasında notaların o diyardan bu diyara savrulan hayallerde yaşayan… çalmaya devam ederken o, büyümeye devam ettim ben, çok uzaklardan dinlerken, şaşırırken “o”na, kemanına, hayretle izlerken gençlik hayallerimi notaların eşliğinde, çalmaya devam ediyordu o; büyüyordum ben… neler yazdım sultan portreleriyle, ne düşler kurdu bu ben, üstelik bir selanik göçmeni için ne kadar da manalıydı türküsü selaniğin… sarı gelini söylerken kemanı, bambaşka dünyaların varlığını cızlatarak anlattı o küçük çocuğun yüreğine. çalmaya devam etti o; çaldıkça büyüdü o da, ben büyüdükçe de çaldı. hep uzaktaki ben dinledi onu; geçtiğimiz gün, tam karşısındaydım o arşe savrulurken kemanının üzerinde. axşam mahnısı ile tüylerimi diken diken etti, bütün çocukluğumu, hasretlerimi, olmuşları, olmamışları bir film şeridi gibi döktü önüme.

    tanıştım o büyük insanla geçen gün. olanaksızı dilediğimi, sayesinde gerçekleştiğini söylemiştim… çok daha fazlasını, daha da fazlasını söylemek istediğim, her daim dinleyecek olduğum, beraber büyümeye devam ettiğim hocam… devam etsin çalmaya hayatı… duraklatmasın notalara bağlı yaşayanların hayatlarını.
  • bu coğrafyanın en değerli hazinelerinden biri. hani farid farjad mezopotamya kıyılarından alır getirir ya hüznü, anadolu'da da cihat aşkın alır o tınıları, yoğurur. hem bu coğrafya beslenir o hüzünle hem de batı...

    klasik batı müziğinde de hatırı sayılır yeri vardır elbet...
  • umutsuz albümündeki ermeni halk ezgisini dinleyince ne kadar büyük bir sanatçı olduğun anladığım üstat..
  • kesinlikle kıymeti bilinmemiş mükemmel bir sanatçı. türk valsleri albümünü dinleyerek tüm gün çalışabilirim.
  • itu konservatuarinda hocalik yapan ve docentlik unvanina sahip olan sanatci
  • 2-6 haziran 2009 tarihleri arasında istanbul'da toplanan kennedy center uluslararası sanat komitesi'nin kennedy vakfı altın madalya ödülü'ne layık görülen keman virtüözü.
hesabın var mı? giriş yap