• genellikle kırsal alanlarda çıkık tedavisi (yerine takma) yapan ve hekim formasyonu olmayan kişiler.
    silivri'de denizde şakalaşırken kolum çıktığında çatalca'dakine gittiğim kişi
  • çıkıççıların elleri sihirli gibidir, pambuk gibidir. en kral masajcının, en şefkatli sevdicegin yapmadigini yapar, misal ayaktaysa çıkık dakikalar boyu okşar, ovalar, sevgiyle yapılan bir pizza hamuru gibi yogururlar insanın ayağını.

    hatta bazen öyle olur ki, "ayağımda çıkık war", "çıkım kırık", "kolum budum yerinden oynadı" diyerekten bir çıkıçcı bulur, buldurur teslim ederim kendimi, oh, o "çıkık bulacağım düzelteceğim" diye ovalarken, ben gevşerim iki seksen, ya da bir doksanüç.
  • zatoichi de takeshi kitano ya verilen lakap. anlayan beri gelsin.
  • sık ziyaret edenlerden biri için,

    (bkz: recep tayyip erdoğan)
  • çıkıkları * tıbbi tedavi olmaksızın iyileştiren kişilerdir. bu yeteneği, bu gücü nereden edindikleri bilinmez. hatta nasıl uzmanlaştıkları da sorulamaz. tecrübe olmaksızın kemikleri nasıl yerine oturttukları tam bir muammadır, en ufak şüpheniz varsa tedavi etmezler, evlerinden kovarlar sizi.

    güzel bir yaz günü, anane bahçesi, 3-4 çocuk bir araya gelmiş koşturuyoruz. börtü-böcek, doğa ve tabi ki ağaçlar. dönemin popüler yapımı ninja kaplumbağalar. elimde tahta hançerlerimle raphael olmuşum, ** kababungaaaa diyerek atlıyorum ağaçtan. soluğu çıkıkçıda alıyoruz.

    bacak komple acı olmuş, kıvranıyorum. geniş bir salon, sakallı bi amca karşılıyor bizi. anneme sarılmışım, deli gibi ağlıyorum. "hangi bacağın, bu mu acıyor?" diye soruyor. o esnada da elleriyle sıkıyor bacağı. ben cevap bile veremiyorum. "bu mu, baksana bana yavrum" diyor. kafamı kaldırıyorum. kaldırmamla beraber semiallahülimenhamideh diye otutturuyor bacağı. şrrraakk diye bir ses geliyor, aynı anda da salonda inleyen bir bebe çığlığı. anne elinden uzaklaşıyorum. 3-4 adım hızlı hızlı ve topallayarak dönüyorum salonun ortasında. gözlerimden yaşlar fışkırıyor. ama saniyeler sonra bakıyorum ki ayağımın üzerine basabiliyorum, hatta adım atabiliyorum. "dohtura gideydiniz alçıya falan alacaadı, aylar sürerdi iyileşmesi" diyor adam. annem parayı uzatıyor, yürüyerek çıkıyoruz amcanın evinden.

    yıllar öncesinde de küçücük bir sabiyken, reklamların büyülü dünyasına kapılmışım, gözümü ayırmıyorum tv'den. geri geri giderek arkamdaki koltuğa oturmaya çalışıyorum. koltuk kayıyor, pat kolumun üstüne düşüyorum. birdenbire sıcacık oluyor kol, yanmaya başlıyor. azap vermeyen sıcak, tatlı bir duygu. ancak kol işlevini yitirmiş, kalkımıyor yerinden, hareket edemiyor. o zaman da o amcaya götürüyorlar, ama ne yaptılar inan hatırlamıyorum.

    ve bir gün kuzenimle oynarken yine, somyaların üzerine çıkmışız, o karşı somyada ben diğerinde. ellerimizde kağıttan uçaklar, havada kalma süreleri en fazla üç saniye. ama biz de uçuyoruz onlarla, öyle bir hayal dünyasında yaşıyoruz. ikimiz de aynı anda atlıyoruz, havada çarpışıyoruz ve kuzen bacağının üstüne düşüyor. ben durumun vehametinden habersiz ehe ehe gülüyorum. nasıl olsa sakallı amca var iyileştirir bizi.

    ertesi gün teyzemle geliyor kuzenim, bacağı sarılı. teyzemin üstünde mayo, meğer o gün yüzmeye gideceklermiş. ankara'da da havuz bulmak büyük nimet o aralar, havuzun tek açık olduğu gün de cumartesi. biz de cuma günü çarpışmışız, tesadüfe bak. kuzen gıcık gıcık bakıyor bana, sonra bir şekilde unutuveriyoruz, dalıyoruz oyuna. o michelangeloyu seçiyor, bana yine raphael olmak kalıyor...
  • dün gece gittiğimiz kişi. kendisi van'ın en ünlü çıkıkçısıymış. nam-ı diğer çıkıkçı ibo. halı saha maçı yaparken kalecimiz sakatlandı. doktora koştuk. röntgen çekilirken röntgen teknisyeni "burada zaman kaybetmeyin çıkıkçı ibo'ya götürün bunu" dedi. yanımdaki rasyonel arkadaş bu duruma kızdı ve o an acilde çalışan pratisyene durumu şikayet ederek anlattı. pratisyen de "doğru söylüyor, bizim yapacak pek bir şeyimiz yok, soğuk tedavisi uygulayacağız. ayrıca, çıkığa da benzemiyor. siz en iyisi çıkıkçı ibo'ya gidin vallah" deyince çıkıkçı ibo'nun yolunu tuttuk.

    gittiğimiz yer iki katlı bir evdi. bir odasını bu iş için ayırmış. odada cami halılarından var. duvarlarda dualar, ayetler çerçeveler içinde asılı. amca takkeli yaşlı bir amca. genelde röntgen istiyormuş, sonra bakıyormuş çıkıklara. elimizdeki röntgeni gösterdi, inceledi bu çıkık dedi sonra bileği tuttu şiş yere bastırdı on saniyelik bu işlem sonunda odada bulunan sargılarla bileği sardı. arkadaşın ayağı şimdi gayet iyiymiş. ilginç bir geceydi nitekim.
  • memleketimde doktorların hasta sevk ettiği insanlardır. bir de şöyle bişey var; çıkıkçı amcamız sanayide egzozcudur, benim uzak kuzen de iskandinav ellerinden bir hatunla evli ve 3 yaşında bir jürgen velede sahiptir. hastaneden çıkık teşhisiyle egzozcuya sevk olan oğlanı sanayiye götürürken, torna tezgahlarının arasından geçilmekte ve bir taraftan oğlan, bir taraftan da yenge ağlamaktadır. kuzene dedim ki; yenge niye ağlıyor? meğer yenge konuya yabancı olduğu için çocuğun kolunu kesecekler sanmış, kuzen ne dediyse dinlememiş. velhasılıkelam çocuk ve yenge saniyeler içinde rahata kavuşmuş. (bkz: egzoz)
  • insan kendi söküğünü diktiği gibi kendi çıkığını da takmalı. sonuçta söküğünü dikemeyen terzi. ama biz terzi değiliz. bunun tersi bir durum olduğunda ise hepimizin terzi olduğunu varsaymamız lazım. o da olmaz şimdi akşam vakti.

    takan kişi.
hesabın var mı? giriş yap